Erdoğan ve Yeni Osmanlıcılığın iflası
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politikası, ABD’nin ekonomik ve askeri yetenekleri ile Türk devletinin yetenekleri arasında büyük farkla birlikte, Amerikalı muadili Donald Trump’ınki gibi herhangi bir karmaşıklıktan yoksundur. Türk Lirası’nın kaderi, Türkiye’nin dış politikasından doğrudan etkilendiği için gerçekten de kaderini yansıtıyor, yani lira ve siyaset kaçınılmaz olarak iflasa doğru gitmekte.
Gilbert al Achcar
Bu başlığı okuyanlar, makalenin Osmanlı Lirası, daha doğrusu onun yerine geçen ve son yıllarda gerileyen Türk Lirası hakkında olduğunu düşünebilir. On yıl önce bir dolar bir buçuk liraya karşılık gelirken, bugün itibarıyla bir dolar=sekiz lira oldu. Bu durum Türklere (altı sıfır atılmadan) önceki para birimleriyle karşılaştırıldığında, şu anki paralarının başına gelenleri hatırlattı. O dönemki değeri bir milyon 350 bin lira olan Yeni Türk Lirası’nın 2005 yılında altı sıfır silindikten sonra tanıtımı yapıldı! Yeni Türk Lirası’ndaki çöküşün, henüz Suriye ve Lübnan liralarının yaşadığı hızlı çöküşe benzemediği doğrudur.
DAMATLAR EKONOMİYİ ÇÖKERTTİ
Ancak her ne kadar Türkiye ve Lübnan hükümetleri arasında, hükümetin cumhurbaşkanlarının damatlarına bel bağlamaları bakımından bir benzerlik olsa da, Türkiye ekonomisinin dinamikleri ve devletin içinde bulunduğu durumun, hem Suriye’de yaşanan iç savaş ve hem de Lübnan’daki yağma halinden oldukça uzak olduğunu söylemek gerekiyor. Zira kendisine 2018’de Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı teslim ettiği ve TL’nin hızlı çöküşünden önce parlak başarılar elde ettiği söylenen Berat Albayrak, Lübnan hükümetinde Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın damadı Cibran Basil’e karşılık gelmektedir.
Gerçekte TL’nin düşüşü, Türkiye’de 'Yeni Osmanlıcılık' olarak adlandırılan şeyle kastedilenden bağımsız değildir. Bu isimlendirme, Batılı ülkelerin tıpkı eski sömürgecilikten yeni emperyalizme geçişe eşlik eden dönüşümüne benzer şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni yüzüyle, yeniden üretilmesi arzusuna dayalı askeri güçle desteklenmiş Türk mal ve hizmetlerinin ülke içine sızmasına dayalı dış politikası için kullanılmaktadır. Bu adı, 1983-1993 yılları arasında önce başbakanlık sonra cumhurbaşkanlığı görevini üslenen Turgut Özal koymuştur. Bu süreç, otoriterlik konusunda Erdoğan’a yetişememiş olan Turgut Özal’ın sürecine çok benzemektedir.
YENİ OSMANLICIĞIN İFLASI
Yeni Osmanlıcılık’la TL arasındaki ilişkiye gelince; TL’nin çöküşü, aslında Tük ekonomisini gözlemleyen uzmanların da ifade ettiği gibi, büyük ölçüde Yeni Osmanlıcılığın düşüşe geçmesiyle yakından alakalıdır. Örneğin Financial Times gazetesinde geçen cuma yayınlanan makalede yazar şöyle diyor: “Enflasyonun fiyatlanması anlamına gelen TL’nin düşüşünü, aslında yatırımcıların ülkenin ekonomi politikalarından duyduğu rahatsızlığı artıran jeopolitik gerilimler beslemektedir.”
TL’de yaşanan bu dalgalanma Yeni Osmanlıcılığın Suriye’de Esad yönetimine karşı savaşanlara destek vermesinin ardından, Türkiye’nin Azerbaycan’la Ermenistan arasındaki savaşta Azerilerin yanında savaşa girdiği bir dönemde gerçekleşti. (Suriye, tıpkı ABD ve Rusya gibi paralı askerlerin dünyanın farklı yerlerine gönderildiği askere yazılma şubesi haline gelmiştir). Tabi bu arada Trablus hükümeti ve onun başbakanı Fayez Sarraj ve onun müttefiki olan güçlerle Halife Hafter arasında yaşanan savaşa girdiği de unutulmamalıdır. Bütün bunlar, Türkiye ile Avrupa Birliği’nce desteklenen Yunanistan arasındaki gerilimi daha da şiddetlendiren Akdeniz’deki manevraların tırmandırdığı ve hâlihazırda devam eden cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (1974’te Türkiye’nin askeri operasyonuyla birlikte kurulan) KKTC’nin şu anki cumhurbaşkanını desteklediği müdahalesi sırasında gerçekleşti.
RAKİPLERİNDEN DAHA ZAYIF BİR YÖNELİM
Aslında İran'ın uyguladığı 'Yeni Farisilik' açılımına karşılık gelen bu yeni Osmanlı açılımı, iki ana nedenden ötürü Yeni Farisilik’ten daha zayıftır: Birincisi, İran büyük petrol zenginliğine güvenmektedir; İran sahip olduğu petrol zenginliği olmasa, yıllardır sürdürdüğü bölgesel genişlemeyi gerçekleştiremeyeceği gibi ekonomisi de büyük bir yıkımla karşı karşıya kalacaktır.
İkinci neden, İran’ın dış politikasının, muhalifler arasındaki anlaşmazlığı istismar etmede belirli bir kurnazlıkla karakterize edilmiş olmasıyken, Türkiye’nin dış politikası ise hemen hemen herkesi aynı anda düşmanlaştırmaya dayalı bir örnek olmasıdır. Dört yıl önce Erdoğan, hava savunmasının Suriye sınırı yakınlarında bir Rus uçağını düşürmesinin ardından Rus mevkidaşı Vladimir Putin’e meydan okurken, birden bire düşmanca tavırlara döndü. Bu adım, Türkiye ve Rusya, Suriye savaşında karşıt cephelerde bulunurken atıldı ve daha sonra çember Libya çatışması ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmayı içerecek şekilde genişledi ve her ikisinde de Türkiye, Rusya’nın desteklediği tarafın karşısında yer aldı.
Çeşitli cephelerde yaşanan bu gerilimlerin ortasında Türkiye, geçen hafta ABD Dışişleri Bakanlığı'nın kınamasına neden olacak şekilde Rus füzelerini test etme kararı alırken, ABD de ona Rus füzelerinde ısrar ettiği sürece F-35’leri teslim etmeyeceğini hatırlattı.
Sözü edilen uçaklar, Siyonist devletin, Washington yönetiminin Birleşik Arap Emirlikleri’ne İsrail’in kendisiyle 'barış' anlaşması imzalamasına rağmen İsrail’in bölgede başka bir ülkenin gelişmiş silahlara sahip olmasından korktuğu hayalet uçakların aynısı. Gerçek şu ki, Erdoğan’ın dış politikası, ABD’nin ekonomik ve askeri yetenekleri ile Türk devletinin yetenekleri arasında büyük farkla birlikte, Amerikalı muadili Trump’ınki gibi herhangi bir karmaşıklıktan yoksundur. Türk Lirası’nın kaderi, Türkiye’nin dış politikasından doğrudan etkilendiği için gerçekten de kaderini yansıtıyor, yani lira ve siyaset kaçınılmaz olarak iflasa doğru gitmekte.
Yazının orjinali El-Kuds sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)