Erdoğan’ın büyük planı
‘Başta’ o olmadıkça ekonomide, yeşilde, dijitalde, sosyal politikalarda, yargı ve temel haklarda, siyasette ve idarede ‘reform’ kime ne gerek! Erdoğan’ın az çok şekillenen büyük planı karşısında muhalefet blokunun yanıt arayacağı soru, siyasetin en zor sorusu...
Erdoğan partisinin kongresini de yapıp bitirdi. Bundan sonra artık tüm enerjisini, “reformlara ve seçim hazırlığı”na harcayacakmış. Bu büyük planın da iki ana ekseni olacakmış. Birinci eksende yer alan ‘reformlar’ için 5 başlık sıralanıyor:
- Ekonomik Dönüşüm
- Yeşil ve Dijital Dönüşüm
- Sosyal Politikalar
- Yargı ve Temel Haklar
- Siyasi ve İdari Düzenlemeler
Şu ana kadar İmralı Heyeti trafiği ile ilerleyen ve iktidarın “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdığı ‘süreç’ de bu başlıklarla birlikte ele alınıyormuş.
İkinci ‘ana eksen’ ise böyle iddialı, aynı zamanda neleri içerdikleri/içerebilecekleri bu alanlardaki geçmiş iktidar faaliyetleri ile az çok kestirilebilecek başlıklarla ilerlenecek hedeflere varacak liderin, yani ve elbette Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı adayı olabilmesinin yolunun açılması imiş. ‘Başta’ o olmadıkça ekonomide, yeşilde, dijitalde, sosyal politikalarda, yargı ve temel haklarda, siyasette ve idarede ‘reform’ kime ne gerek!
***
Hal böyle olunca, vekil transferleri ve dün muhalefet sırasında oturan vekillerin bugün iktidar partisinin merkez yöneticisi oluverdiği günlere tanıklık ediyoruz. Bir de şöyle bir ‘eşitlik’ aranıyor burada: CHP’ye de başka partilerden vekil transferleri oluyor, iktidarı bu yüzden eleştirenler bunlara neden söz söylemiyor?
Elbette bir siyasi partinin seçmeninden oy alarak Meclis'e giden bir milletvekilinin şu ya da bu gerekçeyle başka bir partiye geçmesi, hele de bundan bir ‘menfaat’ sağladığı hissi varsa, bu durum da kamu vicdanını yaralayacak şekilde gündeme geliyorsa, burjuva demokrasisi sınırları içerisinde dahi hiçbir zaman iyi karşılanmamıştır. Ancak burada ‘partiler arası transfer’ ötesinde bir durum var. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiği günden bu yana siyaset iktidar ve muhalefet bloklarında, farklı partilerin bir araya gelişleri ve farklı seçim stratejileri oluşturmaları/denemeleri ile ilerliyor. Yani esasen bu yeni sistemin kendisi de dahil olmak üzere gidişata itiraz eden bir büyük ‘muhalefet partisi’ ile ‘yola devam’ diyen bir büyük ‘iktidar partisi’ oluşmuş durumda. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde de bir tarafta Erdoğan’ın diğer tarafta Kılıçdaroğlu’nun katıldığı iki liderli/iki bloklu yarış böyle yapıldı. Bu blokların birinin gidişata itiraz, diğerininse onay anlamına geldiği düşünülecek olursa, muhalefet partilerinden iktidar partisine transferlerin, muhalefet partileri arasındaki transferlerden farklı değerlendirilmesi gerekir. “Millet İttifakı mı kaldı, hepsi dağılıp gitti” denebilir. Ancak oy vererek itiraz eden seçmen de itiraz gerekçeleri de halen yerinde duruyor. Hatta seçim sonrası ekonomi, temel hak ve özgürlükler, yargı uygulamaları gibi konularda durum giderek artan sayıda ‘seçmen’ için daha da kötüye gidiyor. İktidarın, ‘beceriksiz’, ‘dağınık’, ‘şaibeli’ diye kodlamakta ısrar ettiği ana muhalefet partisinin anketlerde sürekli birinci parti durumunda görünmesi de bu yüzden. Ve iktidar belli ki bu durumun getirdiği güç vaziyetten kerameti deneyimlerde gizli bir ‘reformlar dizisi’ vaadi ve vekil transferleri ile Meclis aritmetiğini lehine çevirerek çıkmaya çalışıyor. Belli ki seçime kadar da bunu yapmaya devam edecek. Hal böyleyken, dün muhalefet saflarında ateşli beyanatlar vererek sistemi eleştiren, muhalefet liderleriyle pasta kesen vekillerin bugün iktidar partisi yönetim koltuklarına ‘transferi’ muhalefet içi transferlerle aynı şekilde değerlendirilebilir mi?
Değerlendirilse bile itirazcı seçmen buna ikna olur mu?
Bunlar Erdoğan’ın planı için zor sorular...
***
O plana dönelim... Son transferlerle ve parlamentodaki farklı partilere üye vekillerle iktidarın bir erken seçim oylamasındaki gücü 324’e (AK Parti+MHP+HUDA-PAR+DSP) ulaşmış durumda. Son dönemde gergin bir ilişkisi olan Yeniden Refah’la anlaşılırsa oradaki 4 vekille birlikte 328 vekil ediyor. Bir erken seçim kararı almak için şunun şurasında 360’a ne kalmış! Erken seçim kararını cumhurbaşkanı da alabiliyor ama o durumda yeniden aday olamıyor. Gel gör ki mesele zaten asıl olarak onun yeniden aday olabilmesi. O yüzden iktidarın yeni transferler için bastıracağı ve bu oylamanın yapılacağı güne kadar söz konusu farkı olabildiğince kapatmak istediği açık. Peki olmazsa? Yani açıktan ve net şekilde 360 vekil, iktidarın istediği bir tarihte -ki o tarihin 2027’nin Kasım ayı olacağını da kendileri söylüyor- oy vermek için hazır edilemezse ne olacak? Orada da, ‘seçimden kaçan muhalefet’ düğmesine basılacağı, muhalefetin bu şekilde sıkıştırılarak ‘erken seçim’e razı edileceği anlatılıyor. Yani şimdi, “2025’te erken seçim olmazsa zamanında olsun” diyen muhalefet, 2027 Kasım’ında bir seçime evet demek zorunda bırakılacak... Peki der mi?
Yerel seçimde kazandığı morali önce ‘normalleşme’ ardından Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in yerine kayyım atanması ile başlayan ‘yeniden anormalleşme’ süreçleriyle hırpalanan muhalefet verecek bu sorunun yanıtını.
“Zaten İmralı süreciyle DEM de iktidara yaklaşır” gibi kestirmeci akıllara teslim olmadan, muhalefeti Meclis'te de sahada da canlı, birlikte ve yaratıcı olarak devam ettirebilecek, kayıpları azaltıp kazançları çoğaltabilecek bir performans gerekiyor muhalefet blokuna. Soruşturmalar ve diploma tartışmaları ile kuşatılmak istenen İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığının ilanı tek başına bunu sağlayabilir mi?
Erdoğan’ın az çok şekillenen büyük planı karşısında muhalefet blokunun yanıt arayacağı soru bu. Siyasetin en zor sorusu...

De Niro’nun uyarısı...
Hollywood sinemasının büyük aktörü Robert de Niro, yaşı ilerlemiş ve işler artık beyaz perdede izlenen filmlerden aboneli platformlarda dizi yapmaya dönüşmüş olsa da yeni yapımlarla gündem olmaya devam ediyor. Son rolü ise ‘Zero Day’ (Sıfırıncı Gün) dizisinde eski ABD Başkanı George Mullen karakteri olmuş. Elbette beyaz perdeden sanal platformlara değişmeyen şeylerden olan Hollywood klişelerinin bolca yer aldığı bir yapım bu. Ki zaten de Niro o klişelerin önemli bir kısmının ortaya çıktığı pek çok filmin de başrolündeydi. Ve sevenleri onu böyle izlemeyi seviyordur zaten. Ancak anlatılan felaket hikayesini ve sorumlusu olarak gösterilen ‘teknoloji oligarkları-siyasetçi’ ortaklığını son ABD seçimlerinden bu yana ortaya çıkan Trump-Muskgiller iktidarı ile birlikte düşünecek olursak, gerçeğe bolca gönderme de var bu Zero Day’de. Fiziken son seçimin kaybedeni Demokrat Harris’i andıran kararlı kadın başkan karakteri başta olmak üzere... Fakat hikayenin güncele en net temas ettiği nokta, teknolojik güçle siyaseti kendine mahkum etme stratejisinin çatladığı yer. Kirli ittifakın kirli işlerinin ortaya çıkan dehşet verici sonuçlarıyla ortalık karışınca birbirine düşmesi. Geçmişte Trump’a hem de sahnede açık açık küfretmiş bir aktör olarak, de Niro’nun Amerikan halkına derin bir ‘oh’ dedirten kapanış tiradı ile biterek yine klişeden kaçamasa bile ‘Zero Day’in böyle bir şerden doğan/doğacak hayra işaret ettiği söylenebilir. Hatta belki Trump için bir uyarı da olur bu... Dizilerdeki mesajlarla ‘ben ne yapıyorum’ diyecek bir ‘karakter’ olmasa bile... Teknolojinin kime, ne zaman ve nasıl etki edeceği belli olmuyor ki!