Erdoğan’ın final sezonunda Suriye ve Kürtleri ne bekliyor?
Sandık badiresinden sonra Erdoğan’ın iktidarını uzatmasına yarayan düşmanlıktan geri dönmesi beklenmiyor. Kürtler mevcut koşullarda Türkiye-Suriye normalleşmesinin zor olacağını düşünüyor. Ola ki Esad ile Erdoğan’ı masada buluşturan koşullar olgunlaşırsa kabak Kürtlerin başına patlayabilir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 'bağımsızlık', ‘yerlilik’, ‘milliyetçilik’ ve ‘ulusal güvenlik’ temalarıyla galebe çaldığı seçimin ardından bir tezada uyanıyoruz: Çözülmesi gereken ağır sorunlar karşısında manevra alanları daralmış, kendisinden ödünler beklenen, biraz daha dışa bağımlı ve ziyadesiyle mahkum bir Türkiye.
Kuşkusuz Erdoğan’ın daha ilk temaslarında al-ver dengesi kurmaya çalıştığı görülüyor. ABD Başkanı Joe Biden tebrik telefonunda İsveç’in NATO’ya alınmasının önündeki engeli kaldırmasını isterken Erdoğan da Kongre’ye takılan F-16 paketini hatırlattı. Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el Sisi ile görüşmesinde de elçilerin atanması kararlaştırılırken Kahire’nin normalleşme için öne sürdüğü Libya’ya müdahalelerinin bitirilmesi şartının unutulmasını beklediği farz ediliyor. Bu görüntü, Erdoğan’ın hala top çevirebildiği izlenimi verebilir. Fakat saman alevi de olabilir. İki gün sonra "Sadede gelelim" diyenler çıkabilir.
Seçimden önce dış politikadaki tökezlemeler, ekonomik sıkıntılar ve uluslararası alandaki yeni dinamiklere bağlı olarak Erdoğan “U” dönüşlerine başlamıştı. Zafer psikolojik bir toparlanma sağlayabilir ama elde edilen sonuç yeni maceraları mümkün kılacak araçlar sunmuyor.
LİDERLER GÖRÜŞMESİ Mİ?
Eşikte bekleyen en temel sorun Suriye ile yarım kalan normalleşme süreci ve sığınmacıların dönüşü. Sürecin yönü Moskova’da kurulan dörtlü masaya tabii. Seçim öncesi Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in baskılarına rağmen Suriye lideri Beşşar el Esad, Erdoğan’la buluşma için koşullarını geri çekmedi. Bunlar malum Türk askerinin çekilmesi ve silahlı gruplara desteğin kesilmesi. Birinci koşulla ilgili yazılı taahhüdün yeterli olacağı yönünde bir ihtimal belirmişti. Bu esnemenin de iki koşulu vardı: Dörtlü masanın diğer iki ortağı Rusya ile İran’ın garantör olması ve çekilmenin bir takvime bağlanması.
29 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “Yakın vadede Erdoğan ile Esad arasında bir görüşme planı yok” dedi. Ertesi gün Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Bessam Sabbağ, BM Güvenlik Konseyi’ndeki özel oturumda Suriye’nin işgalcilerle ilişkilerini normalleştirmeyeceğini söyledi. Ayrıca sömürgeci geçmişin diriltilmesi çabalarını reddettiklerini vurguladı. Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad da seçimin iki turu arasında önce Russia Today’e demecinde "Normalleşme ancak Türk kuvvetlerinin çekilmesinden sonra olabilir" demişti.
Liderler buluşması için acele eden Rus tarafı bir öngörüye dayanıyordu: Erdoğan gitmezse seçimden önce vermeye hazır olduğu tavizlerden vazgeçebilir. Belki doğru bir tahmin fakat Esad’ın eli de 19 Mayıs’ta Arap Birliği’ne dönüşle birlikte rahatladı.
Şam açısından güvensizlik nedenleri baki. Erdoğan PYD-YPG varlığını gerekçe göstererek çekilme taahhüdü altına girmek istemiyor. Seçim sonrası iç siyasi denge farklı bir yerde kurulsaydı Suriye’de de pozisyon değişebilirdi. Erdoğan zafer konuşmasında yerel seçimler için start verirken kendi ayak izlerini bir kez daha çiğneyeceğini gösterdi. Yani içeride ve dışarıda Kürtlerle savaş halinde kalarak muhalefet blokunu felç etmek. Bu kısır döngünün yakıtı çatışmadan geliyor.
SAHADAKİ HAREKETLİLİK NEYİN NESİ? RUSLAR YEŞİL IŞIK MI YAKIYOR?
Seçimden hemen sonra Erdoğan’ın uzun zamandır askeri operasyon hedefinde yer alan Tel Rıfat’taki Rus askerlerinin başka bir yere kaydırılması biraz toz kaldırdı. Bu hareketlilik öngörülen operasyonun önünden çekilme olarak algılandı. Kürt kaynaklar Rusların Şerava-Kiştehare ve Tel Rıfat'taki askerlerini Vahşiye’deki askeri noktaya kaydırdığını duyurdu. Rusların yerini Suriye askerlerinin aldığı aktarıldı. Bazı kaynaklar bu haberleri yalanladı. Ancak Şam’dan bir kaynak çekilmeyi teyit ederken bunun bir üs boşaltma olarak sunulmasının abartılı olacağını belirtti. Rus askeri varlığı sembolik. Üs denilince zihinde farklı bir tablo canlanıyor. Rusların varlığı bir savunma hattı işlevi görmüyor, sadece "Biz buradayız, gelmeyin" demeye yarıyor. Bu haberlere paralel olarak 31 Mayıs’ta 17 araçlık Türk askeri konvoyu İdlib’e girerek cephe hatlarına yerleşti.
Putin, sahada dengeleri alt üst etmeden Erdoğan’a bazı jestler yapabilir. Beri tarafta ülkenin sahipleri orada. Rus askerlerinin yerini Suriye ordusunun alması operasyona karşı çıkmanın bir diğer yolu. Türkiye’yi durduracak bir güç olmasa da...
Sahada statükoyu azcık yerinden oynatan bazı hamleler şaşırtıcı olmasa da nihayetinde Moskova masası ‘çekilmeye’ odaklı. Putin-Erdoğan ilişkisinin giderek perçinlenmesi ikilinin birbirini daha fazla gözeteceği anlamına geliyor. Buna rağmen Putin’in masanın hedeflerinden radikal sapmaya izin vermesi beklenen bir durum değil. Esad da Putin’den göreceği ilave baskıyı İran’la dengeleyebilir.
ERDOĞAN HİKÂYESİNİ BİDEN’A NASIL ANLATABİLİR
ABD Fırat’ın doğusunda yeni bir askeri harekâta karşı çıkıyor ama aynı zamanda Fırat’ın batısında Türk askerinin çekilmesini istemiyor. Şam’la normalleşme mevcut parametrelerin değişmesini gerektiriyor. O yüzden Erdoğan’ın Suriye ile yeni sayfayı Biden’a nasıl sunacağı önemli.
Sonuçta Şam’la uzlaşmadan beklenen şey Türkiye’nin Suriye Milli Ordusu, Heyet Tahrir el Şam ve cihatçı tayfaları koruyan rolünden çekilmesi. Bu da ABD’nin işine gelmiyor.
Normalleşmenin diğer önemli hedefi sığınmacıların dönüşünü mümkün kılmak. Bunun için gereken yeniden inşa ve yatırımlar Amerikan yaptırımlarına takılıyor. Sezar Yasası yetmemiş gibi Kongre "Esad Rejimi Normalleşme Karşıtı Yasa" adıyla yeni bir düzenlemenin peşinde. 30 Mayıs'ta Suriyeli iki şirketi hedef alan yeni bir yaptırım kararı çıktı. Kongre Arap Birliği’nde değişen havaya kükürt basmak için ellerinden geleni yapıyor.
Buna paralel olarak Suriye’nin kuzeydoğusu ve Ürdün-Suriye sınır bölgesindeki Tanaf üssüne tanksavar sistemleri ve HIMARS füzeleri yerleştirilerek Amerikan güçleri tahkim edildi. İran destekli milislere karşı caydırıcılık mı yoksa başka bir oyuna hazırlık mı? BM Güvenlik Konseyi’nde Rus Daimi Temsilcisi Vasili Nebenziya da ABD’nin Rakka Devrimciler Tugayı’nı canlandırma projesine dikkat çekti. Bu çaba birkaç aydır gündemde.
Al Ahbar’a göre Suudi Arabistan Arap Birliği’nin benimsediği “adıma karşı adım” stratejisi için ABD ve AB’yi yumuşatmaya çalışıyor. Bunu Şam adına arabuluculuk çabası olarak okuyanlar da var. Esasen yaptırımlar sadece Suriye’yi değil çözümsüzlükten mustarip komşuları da vuruyor.
ABD ve ortakları için Suriye düştüğü yerde kalmalı. Göç dalgasından korkuyorlar ama sığınmacıların durumundan da baskı devşiriyorlar.
Erdoğan’ın kafasında ne var? Eski oyun planı Türkiye’nin öncülüğünde inşaat seferberliğine gidilmesi, bunun için gereken mali kaynağın uluslararası toplumdan gelmesi, daha spesifik olarak da Kürtler aleyhine demografik müdahale sayılabilecek bir planlama ile yerleşimlerin kurulmasını içeriyordu. Bu plan uygulanabilir bulunmadı. Erdoğan bu sefer yolu tersten yürüyerek Şam’la anlaşıp Körfez’in finansmanıyla şehirlerin kurulmasını önerebilir mi? Yine bunun için Suudilerin yaptığı gibi Batılı muhataplarıyla yaptırımların esnetilmesi için pazarlığa girer mi? Erdoğan savaşın ekmeğini de yemeği çok ister. Erdoğan’ın hem Esad’la hem Biden’la pazarlık yapması gerekiyor.
KÜRTLERİ KUŞATAN HAL: KORKU VE ÜMİT ARASINDA
Beri tarafta Kürtlerin liderliğindeki özerk yönetimle ilgili Erdoğan’ın takıntılı hedefleri her şeyin altını oyuyor. Burada dönüp seçimlerden sonra Kürtleri neyin beklediği sorusuna bakmak gerekiyor. Kuşkusuz Esad gibi özerk yönetimin aktörleri de Erdoğan’sız bir Türkiye’den daha az düşmanlık görme ihtimali üzerinde duruyordu. Sandık badiresinden sonra Erdoğan’ın iktidarını uzatmasına yarayan düşmanlıktan geri dönmesi beklenmiyor. Halihazırda rutine binen nokta atışları devam ediyor. Fakat Erdoğan’ın sara nöbeti gibi gelen "harekât başlıyor" çıkışlarının önündeki ışık hala kırmızı. Kürtler açısından ise güvence sayılan ya da güvensizlik yaratan koşullar sabit değil:
- Arap Birliği’nin Suriye ile normalleşmesi bir yandan siyasi çözüm olmadan Şam’la köprüler kurulduğu için endişe kaynağı. Diğer yandan bu yakınlaşmada karşı unsur olarak Türkiye öne çıktığı için olumlu bir gelişme. Kürtler Şam’daki yeni Arap faktörünün lehte bir kapı açmasını umuyor.
- Biden’ın göreceli parya muamelesi yaptığı Erdoğan’ı kutlamada gecikmemesi Türk-Amerikan ilişkilerinde iyimserliği satın aldı. Biden NATO’da istediği sonuçları alırsa Erdoğan’ı daha fazla görmezden gelemeyebilir. Kürtler bunun sahaya olası yansımalarını göz ardı etmiyor.
- Kürtler mevcut koşullarda Türkiye-Suriye normalleşmesinin zor olacağını düşünüyor. Ola ki Esad ile Erdoğan’ı masada buluşturan koşullar olgunlaşırsa kabak Kürtlerin başına patlayabilir.
- Son olarak Kürtlerin Şam’la diyaloğundan anlamlı bir sonuç çıkmadı. Özerk yönetimin nisanda yaptığı 9 maddelik çözüm çağrısı da yanıtsız kaldı. Esad, Erdoğan’ın Kürtleri ortak düşman belleme planına yanaşmasa da Ankara’nın Kürtler üzerindeki baskısını kullanışlı buluyor.
Bu dört boyutlu tablo yüzünden ‘korku ile umut’ arasında bir bekleyiş var.
Erdoğan dümeni Araplarla normalleşmeden yana kırınca olumlu bir hava yakaladı. Kısa sürede Körfez’in himmetinden yararlanmayı başardı. Paradoksal olarak Türkiye’nin Irak, Suriye ve Libya’daki askeri operasyonlardan vazgeçmemesi yakalanan rüzgârın etkisini kesiyor.
Orta Doğu’da birbirine paralel iki gelişmenin yansımaları olabilir. Bir tarafta Türkiye’nin işgalci olarak görüldüğü Suriye ile husumet dolu sayfalar kapatılıyor. Diğer tarafta İran Araplarla ilişkilerini normalleştiriyor. Bu iki gelişme Erdoğan’ın manevra alanlarını daraltıyor. Hızla değişen koşullar Ankara’ya pek çok tarafla ilişkileri rehine haline getiren Kürt düşmanlığını bırakmasını öğütlüyor. “Ulusal güvenlik” adına sürekli düşmanlar yaratan yaklaşım zincirleme sonuçlar doğuruyor ya da sorunların çözüm yollarını tıkıyor. Zaferini husumetlere bağlamış bir liderden aksi sadır olur mu?
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024
Kelle koparma ya da ateşkes 21 Ekim 2024
Orta Doğu’da Rusya ile Çin’in hırs ve kapasite uyumsuzluğu 17 Ekim 2024
Erdoğan’ın İsrail korkuluğu ve Suriye’deki karşılığı 14 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI