Erdoğan'ın neo-Osmanlı hayallerini Avrupa besliyor
Almanya ve AB, ekonomik çıkarlarına rağmen, Türkiye’nin bölgedeki komşularına karşı saldırgan tutumundan vazgeçmesi için artık adım atmazsa, Türkiye’nin dış politika tutumu neo-Osmanlı hayallerini de aşıp etnik ve dini açıdan saf bir ülke yaratma hayaliyle beslenmeye başlayacak.
KÖLN - BM İnsan Hakları Konseyi belgelerinin mevcut raporuna göre Suriye’de, Türkiye’nin açıklaması gereken birçok savaş suçu mevcut. Türkiye’nin desteklediği grupların‚ ‘Suriye Milli Ordusu’nun yağma, insan kaçırma, tecavüz, işkence ve yerinden edilme gibi karıştığı uzun bir suç listesi var. Bunların yanı sıra 2018’de Türkiye destekli grupların işgal ettiği Afrin'de dünya kültür hazineleri ve dini mekânların soyulması ve tahrip edilmesi olayları da yaşandı. BM'nin 25 sayfalık raporu, silahlı grupların 'sistematik ve koordineli bir yaklaşımından' bahsediyor.
‘Suriye Milli Ordusu‘, Türkiye'nin bölgedeki yayılmacı politikasının en ürkütücü ve en önemli ayağını oluşturuyor. Cihatçılardan oluşan bu ‘ordu‘ Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın neo-Osmanlı hayallerinin de yardımcı gücü görevini görüyor. Türkiye’nin parasını ödediği bu güç önce Suriye'de sonra da Libya'da Türkiye için çalıştı, çalışıyor. Gelen son haber ve iddialara göre Suriyeli savaşçılar şimdi de Ermenistan-Azerbaycan arasında meydana gelen çatışmalarda Azerbaycan’a destek için Azerbaycan’a konuşlandırılıyor.
Türkiye’nin bu savaşçılara 2500 dolara kadar maaş ödediği de yine iddialar arasında yer alıyor. İlk savaşçıların dört hafta önce Azerbaycan'a gittiği söyleniyor. Daha önce Libya'da savaşmış Hamza Tugayı'nın adamlarını bir otobüste gösteren fotoğraflar Twitter'da dolaşıyor.
Türkiye kendisince başarılı bulduğu dış politika modelini Suriye ve Libya’dan sonra bir kez daha ihraç etmiş olacak.
Doğu Akdeniz'de Yunanistan ile çatışan Türkiye'nin saldırgan dış politikası en sonunda Brüksel'in devreye girmesine neden oldu. AB aslında bu hafta Türkiye'ye yaptırımları tartışacaktı ancak görüşme korona nedeniyle kısa süre içerisinde yapmak üzere ertelendi. Oruç Reis’in Antalya’ya ‚‘bakım için‘ geri çekilmesi sonrası yumuşayan hava nedeniyle kimi AB üye ülkeleri Türkiye’ye karşı artık yaptırım uygulanmasına gerek olmadığı görüşündeler. Türkiye'de gerçekten bir değişiklik olacağını sanıyorlar veya umuyorlar. Ancak Azerbaycan’da takınılan tavır bile Türkiye’nin yayılmacı stratejisinde bir değişme olasılığını dışarıda bırakıyor.
Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşa giderek artan bir dozla daha çok müdahale etmesinin uluslararası ciddi bir tepkiyle karşılaşmaması üzerine başlayan bu güç sarhoşluğu, Suriye’ye yerleşmesine neden oldu. Suriye’deki deneyimi olumlu olunca da güç kullanmanın doğru bir strateji olduğuna iyice inandı. Türkiye Suriye deneyimi nedeniyle askeri güce dayanan stratejik adımlar atmaya devam etmekten çekinmiyor. Artık Türkiye, kimsenin görmezden gelemeyeceği bir 'bölgesel oyuncu' oldu. Ne ABD, ne de Esad rejiminin en önemli müttefiki Rusya Türkiye’yi tamamen durdurdu. Avrupa, zaten Türkiye’de bulunan 3,6 milyon Suriyeli mülteci nedeniyle susturulmuş durumda.
Ayrıca Erdoğan, Avrupa'ya şantaj yapmak için dünyanın her yerinden yüz binlerce mülteci için geçiş ülkesi olan Libya’ya da konuşlandı. Libya’dan Akdeniz’e ulaşarak Avrupa’ya geçmeyek isteyen mültecileri de Avrupa’ya karşı kullanabilir. Türkiye Libya'da, BM Güvenlik Konseyi’nin uyguladığı silah ambargosunu da ihlal etti. Zaten Ankara uzun zamandır kendi işine gelmediği sürece neredeyse hiçbir uluslararası kuralı gözetmiyor. AB Türkiye’ye asla bir baskı uygulamıyor. NATO’nun durumu da AB’den farklı değil. Herkes Türkiye’yi kaybetmek çok büyük bir kayıp olur fikrine saplanıp kalmış durumda.
Ancak Suriye iç savaşındaki deneyden Türkiye’nin başarılı çıkmasının en önemli sebeplerinden biri de Almanya’nın tutumudur. Eğer Almanya kendi yapımı olan panzerleri Türkiye’nin Suriye’de kullanmasına sert bir tepki göstermiş olsaydı belki Türkiye Suriye’nin iç meselesine bu kadar rahat müdahale edemeyecekti. Belki Almanya bir kez olsun Türkiye’ye silah ve askeri teçhizat satmaktan vazgeçmeyi göze alsaydı Türkiye hala uluslar arası baskıdan çekinen bir ülke olacaktı. Belki sırf Alman şirketlerin Türkiye’de yatırımları var diye Erdoğan’ın düştüğü her ekonomik dar boğazda Merkel bir biçimde can simidi olarak yardıma koşmasaydı Türkiye bugün bu kadar rahat cihatçı gruplardan oluşan bir orduya destek veremeyecekti.
Almanya özellikle 2016’da imzalanan Mülteci Anlaşması’nın mimarı olması sebebiyle de bu yaşananlarda ve yaşanacak olanlarda en çok payı olan ülke konumunda. Her durumda bir biçimde Erdoğan’la anlaşmayı başardığı için özellikle de Angela Merkel artık bir kez olsun gücünü bölgede desteğe ihtiyaç duyan Kürt, Süryani, Êzidiler, Alevi, Ermeni gibi halklardan yana kullanmak zorunda. Almanya ve AB, ekonomik çıkarlarına rağmen, Türkiye’nin bölgedeki komşularına karşı saldırgan tutumundan vazgeçmesi için artık adım atmazsa, Türkiye’nin dış politika tutumu, neo-Osmanlı hayallerini de aşıp etnik ve dini açıdan saf bir ülke yaratma hayaliyle beslenmeye başlayacak. İş buraya kadar vardığı zaman da hem tüm halklar için hem AB’nin kendi sınır güvenliği için çok geç olmuş olacak. Şimdilik görünen o ki, AB Erdoğan’ı değil Erdoğan AB’yi kontrol ediyor.