Erdoğan’ın Suriye sepeti ve çaylaklar heyeti
Suriye’yi şekillendirmek, Türk müteahhitlere çek yazacak bir hükümete ve Türkçe bilen kadrolara sahip olmaktan fazlasını gerektiriyor. HTŞ, İdlib’deyken Türkiye’ye bağımlıydı; Şam’a hakim olunca seçenekleri çoğaldı. Ve ayrıca kendi berbat sicilinin getirdiği engelleri aşmak için her tarafa kafa sallamak zorunda.
Esad yönetimini çökertme konusunda hepsi ortak olsa da ülkeyi yeniden kurmaya sıra gelince Körfez ve Batı bloklarından bazı ülkeler diplomatik diskuru “Suriye’de Türkiye sorunu” olarak başlatma eğilimi taşıyor.
Ankara altını dolduramayacağı büyüklükte “oyun kurucu” ve “Suriye’nin yeni sahibi” görüntüsünü vererek ötekileri Şam’la diplomatik temas kurma konusunda kızıştırdı.
Bir tarafıyla HTŞ’yi meşrulaştırma hedefine hizmet ediyor. Diğer tarafıyla meseleye “İran gitti Türkiye geldi” diye bakan taraflara “Şam’ı Türklere bırakmayalım; angajmansa angajman, yardımsa yardım” dedirtiyor.
Bu rekabet terör listelerindeki HTŞ’nin temiz kâğıdı almasına, haliyle Ankara’nın yumurtalarını yığdığı sepetin hepten çöpe gitmemesine yaradığı gibi Türkiye’yi dengeleyecek, belli alanlarda da işini zorlaştıracaktır.
***
Her şeyden önce Suriye’nin Orta Doğu denkleminden sökülmesini büyük bir zafer olarak gören İsrail halihazırda işgali genişletip Suriye’nin bütün askeri varlığını yok ederek olabildikçe zayıf bir komşu hedefliyor. Suriye’nin toparlanması, ordusunu ve cephaneliğini yeniden kurması, ardından Golan Tepeleri, Kuneytra, Dera kırsalı ve Şam kırsalında işgale karşı pozisyon alması, bertaraf edilmesi gereken bir gelecek.
Türkiye ise yeni Suriye güvenlik güçlerinin eğitilmesi ve donatılması konusunda ciddi hevesler barındırıyor. Libya ve Somali gibi ülkelerdeki tecrübelerini buraya taşımak istiyor. Bu Ankara’nın da çok güçlü bir Suriye istediği anlamına gelmiyor. Özünde Erdoğan, minnettar ve bağımlı bir komşu ilişkisine yatırım yapıyor. Fakat İsrail, Hizbullah’ın rotasını kapatsalar da Suriye’de ipleri ele alan İslamcı güçlerin ileride Hamas gibi örgütlerle etkileşim potansiyelini dışlamıyor. HTŞ şu aşamada Suriye ve Ürdün’ün su kaynaklarını da tehdit eden işgalci hamlelere sessiz kalarak önceliğinin Şam’da kazık çakmak olduğu ve İsrail ile Batılı destekçilerinin hışmına uğramaktan kaçınan bir pragmatizm sergiliyor. İktidara yakın kaynaklara bakılırsa “İsrail’e karşı sessiz kalın” diyen aklın kaynağı da Ankara.
***
Türkiye’nin Suriye’de kara ya da deniz üssü edinme ihtimali de İsrail tarafından potansiyel sorun olarak görülüyor. İsrail istiyor ki, Filistin ve Lübnan’dan Suriye ve Irak’a kadar bütün bir coğrafyayı izleyip cezalandırma özgürlüğüne gölge edilmesin.
Karşılıklı ağız dalaşlarına rağmen Erdoğan’ın 23 yıldır özenle İsrail’i gözettiği, Gazze’deki soykırım sırasında da işbirliğini kesmediği, Türkiye’deki NATO üslerinin Yahudi devletinin hizmetinde olduğu ve Washington’daki Yahudi lobilerine hep şirinlik yaptığı gerçeğinden bağımsız olarak Tel Aviv’in kafasındaki bölgesel tasarımda sorun olarak kodlanan yeni bir durumdan söz ediyorum.
İsrail hükümetinin kurduğu Nagel Komitesi, Türkiye ile ittifak kurmuş bir Suriye'nin İran’dan daha tehlikeli olacağını vaaz ediyor. Esasen 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’i zorlayacak hiçbir gerçek önlemi almayan Erdoğan Türkiye’sinin Yahudi devletiyle bir çatışma senaryosu içinde ele alınmasını haklı çıkaracak bir belirti yok. Elbette Erdoğan, HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’ye söyletmeği sözleri kendisi söyleyebiliyor. Mesela dün “Er ya da geç İsrail işgal ettiği topraklardan çekilecek” dedi. Bu çıkışı tetikleyen şey, İsrail’in Kürt dosyasına el atması, ABD’de SDG lehine lobi yapması, Suriye’de kanton sistemi için uluslararası konferans önermesi ve bir aşama sonra Ankara’nın yeni ortağı HTŞ yönetimini de tehdit edecek olmasıdır. Sonuçta İsrail dost-düşman demeden Suriye’deki bütün aktörleri kendince gemliyor. Erdoğan ‘Direniş Ekseni’nin Suriye’den silinmesindeki katkılarıyla İsrail’den ‘üstün hizmet madalyası’ almayı hak ediyor. Türkiye açısından çatışma senaryosu bağlamlardan yoksun. Ama İsrail paranoyak bir varlık! MEE’ya göre İsrail ordusuyla çatışmasızlık mekanizması için ilk adımı atan Türkiye. İki ülke istihbarat teşkilatları da rutin temaslarını sürdürüyor.
***
Kaçınılmaz olarak Suriye’nin yeniden inşa süreci pek çok ülke ve çıkar grupları arasında rekabeti körükleyebilir. Fakat stratejik yapılanma, rekabetten öteye kemik kırmayı da içeren bir düelloya ‘gel gel’ diyor. Türkiye’nin Libya, Somali ve Katar’daki gibi Suriye’de üs edinme ihtimali İsrail’in yanı sıra Arap ülkelerini de işkillendiriyor. Kuşkusuz Suriye’nin bölgede yarattığı kaygı öteki coğrafyalarla kıyaslanamaz. Gerçi Türkiye zaten içerde, ‘çık’ diyen ya da diyebilen bir otorite de yok. Üs meselesi daha çok su kaldırır. Şimdilik erken uyarıların yol açtığı kalp çarpıntılarını izliyoruz.
***
Stratejik denklemin kurulacağı bir diğer konu deniz yetki alanlarının belirlenmesidir. Ankara, Libya’da birleşik bir yönetimin teşekkülünü beklemeden Tobruk’taki hükümet ve Temsilciler Meclisi’nin hilafına Trablus’taki hükümetle deniz yetki alanları anlaşması imzalamıştı. Bunu Doğu Akdeniz’deki oyunu bozma adına yapmıştı. Ne var ki Mısır ile Yunanistan kısmi deniz yetki paylaşımı anlaşmasıyla Türkiye’yi açığa düşürmüştü. Erdoğan o oyundan sonuç alamadığı için Mısır ve İsrail’le normalleşme yoluna girip AB tarafında da yelkenleri suya indirmişti.
Şimdi başta Güney Kıbrıs ve Yunanistan olmak üzere Doğu Akdeniz’deki oyuncular, Türkiye HTŞ yönetimi ya da geçiş dönemi hükümetiyle bir anlaşma yapar diye hop oturup hop kalkıyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın Hakan Fidan’dan böyle bir şeyin olmayacağına dair söz aldığını söylemesi endişenin Brüksel’i de sardığını gösteriyor. Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ve Rum Yönetimi lideri Nikos Hristodulidis Kahire'de üçlü zirve yaptı. Buradan Suriye’de uluslararası tanınmış bir hükümet kuruluncaya kadar Türkiye’nin anlaşma imzalamak üzere olası bir girişiminin reddedilmesi kararı çıktı. Bu arada Lübnan Başbakanı Necip Mikati’nin Şam ziyaretinde de deniz sınırlarının belirlenmesi bir öncelik olarak ele alındı. Bu minvalde Suriye ile birlikte Doğu Akdeniz’deki film başa sarıyor.
Ayrıca Katar gazını Suriye üzerinden Türkiye’ye bağlayıp Avrupa’yı ısıtma fikrinin hevesli savunucuları da sınırdan aşağıya boru deliğinden bakıyor. Pek çok nedene bağlı olarak Katar’da hissedilmeyen heyecan nedendir Türkiye’de düşler kazanını fokurdatıyor. (https://www.gazeteduvar.com.tr/ayni-nakarat-hep-ayni-ayni-katar-suriye-turkiye-dogal-gaz-hatti-makale-1749684)
***
Fakat stratejik hesaplarla ilgili bu kadar telaşı haklı çıkaracak bir güç devşirmesi var mı?
Evet Erdoğan, Esad’ın düşüş sahnesinde muzaffer olarak resmedildi. Fakat devam sahnelerini başkaları çekiyor. Ya da rejisör sayısında patlama var diyelim. Şam’da mutlak belirleyici aktör hikayesi köpük saçıyor. Colani ve ekibi senenin tek mevsimle dönmeyeceğinin farkında. HTŞ yönetiminin Dışişleri Bakanı Esad Hasan el Şeybani, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Ürdün’ü turladıktan sonra dün Türkiye’ye geldi. HTŞ’nin savunma bakanı ve Muhaberat şefi de yanındaydı. Üçlü turluyorlar zaten. Türkiye’de muhalefet “Fidan, Şam’a ilk giden bakandı ama Şeybani ilk ziyaretini Türkiye’ye bile yapmadı” diye iğneliyor. Öncelik sıralaması Colani’nin tercihi mi yoksa Fidan’la önceden konuşarak belirledikleri bir strateji mi? Bir kere Ankara’nın sıralamayı sorun etme lüksü yok. Suriye’de tek başına belirleyici olamaz. Bu tür bir hırs uluslararası toplumun tanımadığı, yardım elini uzatmadığı, yaptırım ve kara liste kıskacından çıkarmadığı kuşatılmış ve tecrit edilmiş bir Suriye gerçekliğini beraberinde getirir ki bunun en büyük kaybedeni Türkiye olur. Dahası Şeybani’nin önce paranın kaynağına gitmesi, Arap dünyasını evirip çeviren liderlerden vize alması, bu desteği Batı kapısında referansa dönüştürmesi Ankara’nın da işine gelir. Elbette Körfez ve Batılı ülkelerle temasların beraberinde getirdiği koşullar Türkiye’nin yönlendirme kapasitesini sınırlıyor.
Şam’da kimlerin belirleyici olacağı verilecek bir sürü kavganın sonucunda belli olacak. Henüz vaat edilen ulusal konferans yapılmadı, geçiş hükümeti kurulmadı, anayasa yazım aşamasına geçilmedi, seçimler yapılmadı. Sistemin ne olacağı belli değil. Bu hamur daha çok su kaldırır. Colani’den alınacak sözler de yarını görmeyebilir. Bu sözlere SDG’nin elimine edilmesi taahhüdü de dahil.
Libya’da BM’nin tanıdığı hükümetle yapılmış anlaşmaların bile hala yasal geçerliliğini kazanamadığını bilerek Suriye’nin yarınına bakmak lazım.
***
Açıkçası Suriye’yi şekillendirmek, Türk müteahhitlere çek yazacak bir hükümete ve Türkçe bilen kadrolara sahip olmaktan fazlasını gerektiriyor. HTŞ, İdlib’deyken Türkiye’ye bağımlıydı; Şam’a hakim olunca seçenekleri çoğaldı. Ve ayrıca kendi berbat sicilinin getirdiği engelleri aşmak için her tarafa kafa sallamak zorunda.
Türk Dışişleri’nin Colani ve ekibini Vakko’dan giydirmesi ve diplomasi koridorlarında yol-yordam öğretmeye çalışması çaylakların Halk Sarayı’ndaki görüntülerini kurtarabilir. Fakat 2011’de Suriye’ye kirli müdahalelerin arkasındaki jeopolitik hesaplar yeni gelenlerin önüne yeni sürümleriyle çıkıyor. Hesaplar hesaplaşmaları da sahneye çekiyor. Ankara açısından da “Şam’da olmak” bunların her biriyle uğraşmak demek.