Erkek masaların erkek yasaları!
Genç bir kadını urganla boğan, varile tıkan, benzinle yakanların dünyasına, Mücella Yapıcı’nın ilkeli, doğru, dürüst, onurlu hayatı çok fazla mesela. Kahpece vuran dışarı, dimdik duran içeri! Fakat değişmez sanılan dünya, öyle böyle değişecek. “Tahrik” kelimesinin kökeninde esasen “Hareket” var… Hareket, örgütlü, dayanışmacı, insan onuruna ve özgürlüğüne hassas her hareket o betonu kıracak!
Erkek masalar ile erkek yasalar, erkek önyargılar ile erkek yargılar…
Her erkek değil tabii, fakat her yere kâbus gibi çöken erkek erkek…
Kadınları, kızları iki “tahrik” arasına hapsetmek için histeri halinde.
Kılığın kıyafetin tacize, tecavüze “tahrik” oluyor…
Kimliğin, kişiliğin tavrın, itirazın öldürmeye “tahrik.”
İstanbul Sözleşmesi’ni istemeyenlerin kendi sözleşmeleri var:
Faşizan ruhun gündelik erkek tezahürlerinin mutlaka geçerli sebepleri oluyor. Kötülük sokakta da yargıda da devlette de bahane biriktiriyor.
Pınar Gültekin’in katledilmesinde, Pervin Hamak’ın öldürülmesinde “haksız tahrik” bulan yargı sistemiyle, “Pride” gösterileri yasaklayan önyargı sistemi aynı organizasyon.
Şarkıya da yetişiyor, Şarklıya da, şiire de sese, söze de, yazıya da diziye de.
Konsere vurmaya da, bir genç kadının ruhunu ebediyen huzursuz kılmaya da.
Şöyle de düşünebilirsiniz:
İnsanları domuz bağlarıyla öldürüp betonlara gömenler cihetinden kimileri serbest kaldı.
Pınar Gültekin’i boynuna kalın ip geçirip boğan boğan boğan, iki büklüm varile sokup bir de yakan da serbest kalacağı günleri bekleyecek.
Özgürlüğün vicdani, insani manasını idrak edemeyenler, ettirmek de istemeyenlerin “serbestlik dünyası” böyle.
Genç bir kadını urganla boğan, varile tıkan, benzinle yakanların dünyasına, Mücella Yapıcı’nın ilkeli, doğru, dürüst, onurlu hayatı çok fazla mesela.
Kahpece vuran dışarı, dimdik duran içeri!
Bir ülkenin yüreği nasıl kurur, vicdanı nasıl kuraklaşır, damarları nasıl tıkanır, hiddet-şiddet nasıl kurumsallaşır, “sürtük” nasıl adaletin de ölçüsü olur, vahşice öldürülenler “haksız tahrik”le bir de nasıl yakılır…
Buyur!
Mesele bu yargının esasen yaygın önyargı olmasında.
Yoksa kanunlar değişir, değiştirtilir. Ama bu önyargı, bırakın değişme emaresini, kabuğunu betonlaştırıyor. Soy yapıyor, oy yapıyor, nefret yığıyor.
Aç insanlara ahlak gösterisi, çocuğunun geleceğini sağlayamayanlara erkeklik gururu, kadını “aşağı” görenlere “aşağılık da görebilirsin” telkini, militarizmle, insandan nefretle beslenen bir tür milliyetçilikle, ötekilerden nefretle kışkırtılan bir cehennem.
Maalesef en büyük müttefikini “başka türlü kadınlar”dan nefret eden, onları başlarına gelen felaketlere müstahak sayabilen kimi kadında buluyor.
Kendilerinin yahut kızlarının felaket ihtimallerini de göremeyen kadınlar. Fiziksel olmasa bile mutlaka manevi şiddet altında kalışlarındaki “erkek otoriterliği”ni ve şiddetini, vahşetini değil, “öteki kadınların tahriki”ni dillerine dolayanlar.
Yaygın vicdani körlük, işbirlikçi suskunluk esas, o hiddet ve şiddeti tahrik eden.
Devletten hanelere, erkek şiddetini onaylamaktan cinayeti, vahşeti hafifletmeye koşan bir mutabakat.
Tecavüz etti; biliyor ki, hiç de yalnız değil!
Öldürdü; biliyor ki, asla tek başına yürümeyecek!
Erkek kasaların erkek masaların erkek yasaları karşısında, kadınların tasaları... Ne kıymeti var, öyle mi!
Fakat değişmez sanılan dünya, öyle böyle değişecek.
“Tahrik” kelimesinin kökeninde esasen “Hareket” var…
Hareket, örgütlü, dayanışmacı, insan onuruna ve özgürlüğüne hassas her hareket o betonu kıracak!
Pınar, hem nedir?..
Bir ölü müdür, bir kaynak mı, betonu eritecek suyun çoğalacağı ölümsüzlük mü?