Erken seçim oldu bitti bile
AK Parti ile Erdoğan için KKTC’deki sonuçlar “erken seçimi kazanma” niteliğinde çünkü: Türkiye siyasi tarihine bakarsanız, Kıbrıs’ın T.C. Devleti siyasetinin gidişatını belirlemekte kilit rol oynadığını görürsünüz. Diğer bir deyişle, Türkiye’de devletin içindeki siyasi koalisyonları belirlemekte Kıbrıs’ta ne olup bittiğinin belirleyici etkisi olmuştur.
Türkiye’nin erken seçimleri, dün gerçekleşti.
“Nasıl yani, haberimiz yok” diyorsanız, “erken seçimler” etkisinde bir gelişme yaşandı: Üstelik de, Türkiye sınırlarının dışında Kıbrıs’ta.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin seçimleri, Türkiye’de ve dünyada pek fazla gündem olan oylamalar değildir: Ancak, bu kez Kuzey Kıbrıs’ta, hem Ada’nın, hem Türkiye’nin, hem de Avrupa Birliği’nin kaderini belirleyecek bir seçim gerçekleşti.
Cumhurbaşkanlığı için Kuzey Kıbrıslıların önüne gelen sandıktan kılpayı farkla Ankara’nın desteklediği aday Ersin Tatar kazandı. Tatar yüzde 51,74 oy alırken, cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Mustafa Akıncı, yüzde 48,26 oy topladı.
Sonuçta Akıncı, 45 yıllık siyasi kariyerini kapattı gitti: Seçim kaybetmek, böyle sayfa kapatmayı, ceketini alıp çıkmayı da getirebiliyor.
Seçilene dek KKTC’nin Başbakanlığı görevini yürüten Tatar, Rauf Denktaş’ın kurucusu olduğu Ulusal Birlik Partisi’nden. UBP, eski cumhurbaşkanı, Kayseri kökenli Derviş Eroğlu’nun “Onursal Genel Başkanı” olduğu milliyetçi bir parti. Lideri olmayan, “Denktaş mirasçısı” bu partinin asıl genel sekreteri Ankara denebilir.
Akıncı ve Tatar arasında ideolojik olarak “sağ ve sol kutuplar” olarak 180 derece fark var. Bununla beraber, Ankara ile politik bağların güçlülüğü ve Türkiye’ye bağımlığın derecesinin ne olması gerektiği konularında da taban tabana zıt yaklaşımları da var Akıncı ile Tatar’ın.
Türkiye’deki iktidar, Kuzey Kıbrıs’ı tamamen kontrolü altına aldı. Ve Kuzey Kıbrıs’ın seçim sonuçları, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için “erken seçimi kazanma” niteliğinde çünkü:
Öncelikle, Ankara, Avrupa Birliği ile ilişkilerinde büyük bir koz kazandı. AB tam da, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arkasında birleşir; Ankara’nın eli, AB genelindeki Türkiye’ye karşı “Yeter artık!” kanaatinin güçlenmesiyle zayıflarken birden, Kıbrıs seçimleri sonuçlarıyla şu oldu: “floş royal”lik kartlar, Ankara’nın eline geçti. Kuzey Kıbrıs’ta seçimlerin 11 Ekim’deki ilk turundan sonra, “Ankara’nın, Kuzey Kıbrıs’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerini adeta ‘Türkiye ile birleşme referandumuna’ döndürdüğünü” dile getirmiştim. Ankara, KKTC’deki seçimlere tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar angaje olmuştu. Türkiye’de iktidar, tüm gücünü ortaya koyduğu büyük bir kumar oynuyordu.
Ankara’nın canla başla ortaya koyduğu algı, Akıncı’nın Avrupa’yı, Tatar’ın ise Türkiye’yi temsil eden aday olduğu idi. Böylece Akıncı-Tatar arasındaki yarış, Türkiye ile Avrupa arasında geçiyor gibi kurgulandı. Ankara’nın bastırması ters tepse ve adeta siper savaşı ile savunduğu aday Tatar kaybetse, “İstanbul seçimleri” tarzında bir siyasi yenilgi alınmış olacaktı.
Ayrıca, AK Parti ile Erdoğan için KKTC’deki sonuçlar “erken seçimi kazanma” niteliğinde çünkü: Türkiye siyasi tarihine bakarsanız, Kıbrıs’ın T.C. Devleti siyasetinin gidişatını belirlemekte kilit rol oynadığını görürsünüz. Diğer bir deyişle, Türkiye’de devletin içindeki siyasi koalisyonları belirlemekte Kıbrıs’ta ne olup bittiğinin belirleyici etkisi olmuştur. Aynı şekilde, Kıbrıs’ta olup bitenin belirleyip belirleyememek “erki” de, Türkiye’de “kimin kazandığının” turnosol kağıdı olmuştur.
KKTC’nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri de, Türkiye’nin kendi içindeki şu an iktidarı oluşturan devlet ittifağında oluşmuş çatlakları örten, “betona şerbet verilmesi etkisi yaratan” (veya bir nevi Botox) rolü oynayacaktır.
Yeni Cumhurbaşkanı Tatar, Cambridge Üniversitesi’nde iktisat okumuş: birçok Kıbrıslı’nın CV’sinde yer alan “İngiltere’de eğitim” hanesini elit tarafından yaşamış biri. Ama özgeçmişinde yer alan asıl “kartvizit”, Asil Nadir ile Türkiye ile işlerinde kurduğu ortaklık: 1990’larda SHOW TV ve Cine5’in genel müdürlüğünü yapmış Tatar. Diğer bir ifade ile, Türkiye’nin medyasına ve algısına hükmeden aktörlerden olmuş.
1990’lar ve Kıbrıs... Belki, hafızalar bir geçmişe gider. “Susurluk dönemi” yaşandığı zamanlarda Kıbrıs’ın “arka bahçe” rolü bir akla gelir.
Tatar’ın zaferi, Türkiye’deki muhalefet koalisyonunu da sarsacak ve partilerin kökenleri (özellikle CHP ve İYİ Parti) arasındaki çelişkileri de belirginleştiren olaylar zincirini tetikleyecektir. Bu çelişkilerin bir kısmı, bu partilerdeki figürlerin geçmişleri, kişisel bağlantıları, ideolojik yaklaşımları gibi farklılıkların daha bir su yüzüne çıkmasından kaynaklanacaktır. Neticede, Türkiye’de iç siyaset, daha “derinleşecek”, daha sivrileşecek, saflar daha keskinleşecek.
Öte yandan, AK Parti’nin ileri süreceği iç ve dış politika hamleleri (örneğin KKTC ve Türkiye’nin birleşmesi veya “birleşmişçesine” birbirinin içine geçmesi, “Batı” ile zıtlaşmada yeni-daha ileri sınırların test edilmesi), muhalefet koalisyonun içindeki “milliyetçiliğin niteliği” çelişkilerini daha da açığa vuracaktır.
Milliyetçilik, dış politika üzerinden daha da koyulaştırılırken; “Kürt meselesi” üzerinden iç politikadaki sertleşme daha da fazla gündem olacaktır. Tüm bunlar, muhalefeti zorlar; hem de sıkı zorlar.
Türkiye’de muhalefet, Kıbrıs’ta olanın Kıbrıs’ta kalmayacağını anlayıp ona göre hareket etmeliydi.
İlk turda seçimlere katılım, yüzde 58’de kalmıştı; ikinci turda yüzde 67’ye çıktı: Tatar’ın kazanmasında, katılımın artmasının etkili olduğu söyleniyor. Öyle bir bastırdı ki AK Parti, bu seçimleri kazanmak için kapı kapı dolaşıp; sonunda kazandı da. Bu da gösteriyor ki, Türkiye’de siyasette hâlâ “kazanmak için oynayan” bir tek kişi var.