Erşan Kuneri: Yaz, Yeşilçam'ını kendi getiriyor!

Erşan Kuneri'nin finalini Cem Yılmaz filmciliğinin finaliyle örtüştürebiliriz. Ama yolun sonu maalesef hiçbir yere varmıyor... Öyleyse yazın, yazalım, yazsınlar: Yeşilçam'ını kendi getiriyor!

Google Haberlere Abone ol

"Mavi donun var mı? Yaz, donunu kendi getiriyor!" repliğini G.O.R.A. filminde duymuştuk. Seyirci tarafından "en komik Cem Yılmaz filmi" kabul edilen G.O.R.A.'da (Ömer Faruk Sorak, 2004) bir yan hikâyede geçiyordu. Bir yazıhanede filmine oyuncu seçen Erşan Kuneri karakteri, gerek kararlı ses tonu gerek altın sarısı saçlarıyla çok sevildi ve hatırı sayılır bir şöhret kazandı. Filmde bu don pazarlığının geçtiği gün, takvimler 12 Eylül 1980’i gösteriyordu, tam da askeri darbenin gerçekleştiği tarihi. Kuneri "erotik" filmler çeken bir yapımcıydı. Donla sevişip seviştirdiği için pornoculuğu asla kabullenmiyordu. İş bitirici bir tarzı vardı. Oyuncuları hemen seçiyor, kostümü ayarlıyor, filmlerin adını oracıkta koyuyordu. Filmin adı Darbeli Matkap! Filmin adı Grup İndirimi! 

80'LERDE SİNEMACI OLMAK YA DA 'GAZİNOCU MUYUM BEN, TÜRKÜ SÖYLEYECEK DİYORUM!'

Erşan Kuneri, çok sevilen Cem Yılmaz tiplemelerinden biri olarak bir köşede yıllarca bekledi. Neredeyse yirmi sene! Nihayet Netflix, kısacık bir sahneden merak uyandırıp beklenti yaratan bu yan hikâyeye eğildi ve ortaya Erşan Kuneri çıktı. Dizi G.O.R.A.'daki sahnenin sonrasını işlerken darbe ile faaliyeti durdurulan, geçim kapısı elinden alınan Kuneri'nin "başka bir sinema mümkün" mücadelesini eğlenceli bir dille aktarıyor. 

1980'de erotik filmler anıldığı üzere bıçakla kesilircesine kesildi mi? Ayrı bir tartışma... Filmler toplatılsa dahi bir şekilde elde kalanların illegal yollardan gösterilmeye devam ettiğini düşünebiliriz fakat günün sonunda darbenin tüm bir topluma balyoz gibi indiği göz önüne alınırsa eğlencede yeni yollara sapılması, yeni furyalar doğması yahut yapımcıların deneysel çalışmalara yönelmesi şaşırtıcı sayılmaz. Sonuncusu biraz şaşırtıcı, kabul edelim! Ama olmuş mu derseniz olmuş. Ucundan kıyısından gerçeküstü öğeler bulabileceğimiz, şiirsel diyebileceğimiz anlatımlara başvurulmuş. 

80'lerin sonunda Türk sineması video filmlere, arabesk furyasına, televizyon dizilerine karşı ağır bir mağlubiyet alıp havlu attı. Bu hengâmede, bu içe kapanış sürecinde deneysel arayışlardan ziyade reklam sektörüne kapılanma arzusu duyulduğunu kestirmek güç değil. Sinema, insanları çekilen onca siyasal sıkıntı yanında bir de ekonomik darboğaza girince soluklanma fırsatı doğan yerlere kaçıyorlar. Erşan Kuneri gibi mücadele eden az! Kuneri'nin mücadelesi ise bize fikir veriyor şüphesiz. 80'lerin reklamcı ruhuna uygun bir şövalye Kuneri... Yel değirmenlerine karşı savaşmasa da mızrak reklamı yapan cinsten! Her yolu deneyen, tırmalayan... Sermaye biriktirme yolunda emekçi... Hani bugün modası geçmiş sosyal medya sitelerinin biosunda yazıldığı haliyle "kendi işinde patron"luğun temellerinin atıldığı bir süreç 80'ler. Siyasi baskı ve yasaklar ile serbest piyasa arasında tost olmuş bir toplumun müteşebbis ferdi Kuneri, deniyor da deniyor. İşini biliyor, arkadan dolanıyor!

.

KARAKOMİK SERİSİNE 7 FİLM DAHA!

Dizinin konusunu kısaca aktarmak için kolları sıvadığımızda amacımıza eremiyor ancak işte 80'lerin modasına uygun bir biçimde kolları sıvalı kalakalıyoruz çünkü Erşan Kuneri başı sonu belli bir yapımdan ziyade Karakomik filmlerin devamı gibi düşünülmüş ve olaylar bir bütünlük gösterse de bağımsız öykücüklere ayrılıyor. Kısa süre hapis yatan Kuneri, 1981'de tahliye olduğunda filmciliğe kaldığı yerden devam ediyor. Daha doğrusu kaldığı yeri havalandırıp ortamda bir cam falan açarak!

Donlu haliyle 20 filmde boy gösteren Kuneri, pantolon giymeye karar veriyor ve bir anda sinema sevgisiyle dolup taşmaya başlıyor. Erotik filmlere tövbe eden Kuneri, yapımcı Muammer (Zafer Algöz), erotik dönemden rol arkadaşı Alev (Ezgi Mola), 80'lerin yakışıklı oyuncusu İbrahim Tumtum (Uraz Kaygılaroğlu), Altın Oran (Çağlar Çorumlu), Ayhun Uşuk (Bülent Şakrak), okullu oyuncu Feriha (Merve Dizdar) ve dünyaya 40 sene evvel gelse femme fatale karakterlere damga vuracak Seyyal (Nilperi Şahinkaya) ile bir yola giriyor. Kah gülüp eğlenecekleri kah burulacakları ama yoldaşlığı asla bırakmayacakları bir yola... Nice film çekiyorlar. Kostümlü dramadan korkuya, kamu spotu aksiyondan sosyal içerikli köy filmine... Süper kahramanlısından bol ağlamalısına... Bıkıp usanmaksızın yeni bir yol arıyorlar ki bu durum Cem Yılmaz filmlerinin ortak özellikleri arasında. Yılmaz, filmlerde genellikle geniş bir arkadaş grubuyla hareket ediyor ve hep bir çıkış, bir kurtuluş arıyor. Erşan Kuneri dizisi için de komedyenin G.O.R.A., Arif V 216, Pek Yakında vb. filmleri gibi kolektif bir arayışın altını çizmekte diyebiliriz.

.

YEŞİLÇAM ARKEOLOJİSİ Mİ DÖNEM NOSTALJİSİ Mİ?

Erşan Kuneri, esasında ciddi bir potansiyel barındırıyor. Dizi, 70'lere değinilmese de o kaotik ortamda patlamış seks filmleri furyasının sinema üzerindeki yıkıcı etkilerine eğiliyor. Yine Yeşilçam'ın "final" dediği 80'lere hâkim kültürel iklim dolaylı dahi olsa dizide önemli bir yer tutuyor. Ancak bu noktada iki problem ile karşılaşıyoruz. Yılmaz'ın Yeşilçam'a yaklaşımını bir bakışta kestiremeyişimiz ilk problem. Ele alınan tiplerin tamamı Yeşilçam'da bir dönem var olmuş, ne kadar karton dursalar da gerçeklikle ilişkisini pek sorgulamayacağımız tipler. Burada belki Yılmaz'ın sinemamıza düşkünlüğünden kaynaklı geriye dönük güçlü çıkarımlara vardığını yahut işinin ehli bir danışman ekibiyle çalıştığını öne sürebiliriz. Ancak Yeşilçam'ın belli tiplemelere sıkıştırılarak ele alınması "ona nasıl yaklaşıldığı" sorusuna götürüyor bizi. Yılmaz Yeşilçam'ı olumlayıp duygusal bir çerçevede yorumluyor mu yoksa eksiği gediğiyle bir fotoğrafını çekip parodileştirmekle mi ilgileniyor?

Soru diğer yandan "Yılmaz bu diziye ne kadar komedi yapmak, ne kadar mesaj vermek kaygısıyla girişti" biçiminde sorulabilir. Mesaj vermeyi sevdiğine, bu tavrını zaman zaman tiye alsa dahi öykülerinde "pozitif duygular" aktardığına çok defa tanık olduk. Burada da bir Yeşilçam özleminin öne çıktığını görmekteyiz. Ancak bu kez bir başka soruna uzanıyoruz. Erşan Kuneri, dönem samimiyetine vurgu yapıyorsa 80'ler neden yeterince işlenmemiş? Dış mekân çekimlerine pek yer vermeyen Kuneri'de dekorasyon ve hatta kıyafetler dahi dönemi andırmakla birlikte yaşatmaya yetmiyor. Bu 80'ler tatsız tuzsuz... Kimse Yılmaz'dan dönemin atmosferini kusursuz işlemesini beklemiyor fakat kurduğu dünyaya çok fazla sıkışan bir tarzı var diyebiliriz. Kuneri de Yılmaz'ın kafasına o kadar sıkışmış ki seyirciye geçmiyor. Aslında yönetmenin iddiası ölçüsünde hareket ettiği, kendini fazla yormadığı anlaşılıyor. 80'leri bol kesim eşofman, atari, dev telsiz üçlemesinde oldukça şematik aktardığını göz önüne alırsak grubun enerjisine güvendiği de ortada. Dizinin adı "grup enerjisi" olabilirmiş!

.
EBENİN AVI, AMİN FERYADİ: UCUZ KELİME OYUNLARINA TENEZZÜL

Artık Erşan Kuneri'nin zaaflarına ve kozlarına geçebiliriz. Yeşilçam'la ve dönemle kurduğu ilişkiyi Cem Yılmaz'ın (nostaljik) bakışına endeksleyen dizi, en büyük sıkıntıyı şüphesiz bu başlıkta yaşıyor. Güldürü, yönetmen sinemasının nadiren görüldüğü, "kabul edildiği" bir tür. Dahası tür sinemasında özgün bir dil bulmak, sanatsal bir üslup kotarmak oldukça zor ve bir komedyen kendi güldüğü şeylere yine kendi çevresiyle gülmek için eyleme geçtiğinde seyirciyle aynı frekansı yakalayamıyor. Yılmaz'ın kendi tarzına yönelmeye başladığı Karakomik filmler, bu uyumsuzluğu az çok ortaya koymuştu. Erşan Kuneri'de bu uyumsuzluk artarak sürmüş. "Cem Yılmaz mizahı eskidi" gibi eleştirilerin kökeninde bu üslup anlaşmazlığının yattığı ileri sürülebilir. Yılmaz kendini öne çıkardıkça seyirciyle bağı yitiriyor. Erşan Kuneri güldürmesine güldürüyor fakat o mizaha katılamıyoruz. Baktığımız şeylerin (malzemenin ve işleyişin) değişmesi gördüğümüz ve güldüğümüz şeyleri (etkileşimi) de değiştirmiş.

Olumsuz yanları saymaya devam edelim. Erşan Kuneri'de seyirciyi yıldıracak düzeyde kelime oyunu kullanılmış, adeta sinek sağılmış. Araç ve medya ne olursa olsun güldürmek, hızlı tepki almak gibi bir amaçla yola çıkıldığında kelime oyunundan kaçmak zor. O yüzden Yılmaz'ın yönelimini yadırgamamak lazım fakat kelime oyununun dozu kaçtığı takdirde diyalogları mahvettiğini unutmayalım. Öncelikle metne iyi yedirilmediğinde dikkat dağıtıcı bir rol oynadığını söylemeliyiz. Diyalogları düşürmekle kalmıyor, ritmi bozup seyirciyi öyküden koparıyor. Erşan Kuneri de kelime oyunlarına verdiği ağırlık ve dildeki cinsellik yüküyle öne çıkarken derdini anlatmaktan (Yılmaz’ın mesajını aktarmaktan) yana aciz kalmakta... Ebenin Avı, Amin Faryadi, Faqbadi, ben beş dakikada gelirim, Doyamadım Ama, ne oldu yaram gibi ucuz kelime oyunlarıyla, çağrışımlarla iş görülüyor. 70’lerde erotik filmlerin "yaratıcı" adlarıyla seyirciye ulaştığı bir gerçek fakat dizide bu anlayışa gönderme yapıldığına dair bir belirti de bulunmuyor. Birkaç sahnede bu tuhaf adlarla dalga geçilse bile dizinin kelime oyunlarını 70’lerle ilişkilendirecek ipucundan yoksunuz ve bir kez daha Yılmaz’ın kafasına erişim izni istemek durumunda kalıyoruz. Zaten burada Erşan Kuneri'nin temel sıkıntısından söz açabiliriz. Cem Yılmaz'ın dizisi çatışmadan yoksun... Sinema yapma gayesi, ayakta kalma çabası… Bunlar ancak temenni olur; işlenmedikleri, detay kazanmadıkları dahası taraf kazanmadıkları takdirde çatışmaya dönüşmezler. En kıytırık anlatı çatışmasız ayakta duramazken Yılmaz saz arkadaşları ve iyi niyetiyle koca bir diziyi sırtlamaya çalışmış. Haliyle başaramamış. 

.

Peki, hiç mi iyi yanı yok dizinin? Şüphesiz var. Yılmaz'ın sevdiği ekiple iş yapma çabası meyve vermiş. Oyuncular gayet iyi anlaşıyorlar. Bunda elbette dizinin kendine has bir dönem ruhu yaratmasının, bir iş kolunu eğlenceli bir dille anlatmasının payı bulunuyor. Dizinin en önemli kozu ise nostaljik bir damardan ve türlerden hareket etmesi, filmcilik tezgahının ardına geçmesi… Türlerin, alt türlerin klişeleriyle dalga geçmek, bir dönem üzerine oynamak her zaman iş yapar. Renkli televizyonla, yeni teknolojilerle dalga geçebilir, gelecekten bildirebilirsiniz. Hele güldürü öğesi üretmek niyetindeyseniz, bereketli bir malzeme her daim elinizin altındadır ve seçme-eleme özgürlüğü size aittir. Hem bugün ne varsa dünden bakıldığında ilginçtir. Erşan Kuneri, dönemi en kaba hatlarıyla çizerken hedefe kitleniyor. 

CEM YILMAZ SİNEMASI NEDEYE GİDİYOR?

Bir yere gitmiyor çünkü ortada bir Cem Yılmaz sineması yok! Üstelik olmayacak da... Muhtemelen bir Hokkabaz daha izlemeyeceğiz hatta belki oyuncu Cem Yılmaz'ı kendi yazıp yönetmediği filmlerde pek az göreceğiz. "Tadımlık" dediklerinden!  Arkadaşlarıyla toplaşıp kara kuru filmler çekecek, öykü anlatmaktan kaçacak, çatışmasız filmlerde sevgi dolu mesajlar verip Yeşilçam'a selam duracak. Kâğıt üstünde olan kâğıt üstünde kalacak! Buna rağmen bir Cem Yılmaz filmciliğinden bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Kaldı ki bizzat kendisi bu filmciliğe eğiliyor ve her fırsatta idealize ettiği sinema sektörüne dair öyküler anlatıyor. Denebilir ki Cem Yılmaz arkadaşlarıyla oynamanın yanı sıra kalabalık ekipleri Yeşilçamvari kaynaşmış bir grup ortaya koymak maksadıyla kuruyor ve öykülerinde bir şeyler başarıp kanıtlamanın peşinde koşuyor. Kötülere karşı iyilerin, sahtekârlara karşı içtenlerin mücadelesini eğlenceli bir dille aktaran Yılmaz güvenli alanından çıkamıyor.

Erşan Kuneri'nin finalini Cem Yılmaz filmciliğinin finaliyle örtüştürebiliriz. Kuneri dizisi, arabeskle bitiyor. Erotik filmler Yeşilçam tabutuna çakılan ilk çiviyse, arabesk filmler son çivi... Kuneri, gişede arabesk film çekerek ayağa kalkıyor ve yeni maceralara enerji topluyor. Yılmaz da her filmde "yeni ve tatlı Yeşilçamı"na hazırlık yapıyor. Ama bu yolun sonu maalesef hiçbir yere varmıyor yahut sürekli kendine dönüyor. Öyleyse yazın, yazalım, yazsınlar: Yeşilçam'ını kendi getiriyor!