YAZARLAR

Esad gitti ‘iş’ bitti mi?

Suriye’de verilmiş görünen yanıtlar yepyeni sorular yarattı. Ve belli ki yaratmaya da devam edecek. Erkenden atılan ‘zafer’ manşetlerine bakarken unutulmaması gereken ilk şey herhalde bu...

Esad rejiminin sona ermesi çok hızlı gerçekleşti. 12 günde yıkılıp gitti... Ancak belki de şöyle anmak daha doğru: 13 yıl artı 12 gün sonra gitti Esad! Gidişinin, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi kadar ‘kanlı’ olmadığına dair değerlendirmelerse herhalde 2011’den bu yana yaşananlar bir kenara koyularak üretiliyor... Yoksa Irak, Libya ve hatta çok daha uzun süre devam eden bir iç savaşın yaşandığı Afganistan’dan daha az kan dökülmedi Suriye’de bunca yıldır. Ama yıllardır uygulanan ambargolarla, savaşın yıkımıyla ve Rusya ile İran’ın desteğiyle devam edegelen bir yönetimin bitişiydi aslında 12 günde izlediğimiz. Böylece Sovyetler Birliği’ni kuşatan ‘Yeşil Kuşak’ ülkelerinde 1990’ların başından bu yana yaşanan ‘değişim’de bir basamak daha geçilmiş oldu.

***

Konu üzerine konuşulmaya başlanınca iki farklı değerlendirme gündeme geliyor:

Gelişmelerin ‘emperyalist plan’ dahilinde bir ‘yeniden inşa’ faaliyetinin parçası olduğu...

Ve bir de bu ilk yoruma büyük oranda karşı çıkan Suriye’nin iç dinamikleri ile açıklanması gereken bir değişim izlediğimiz...

Ancak her iki yorum için de bundan sonrasına dair ihtimaller konuşulurken benzer sorular soruluyor:

- ABD ve Avrupa ne diyecek, ne yapacak ya da yapacak mı?

- İsrail’in fırsattan istifade giriştiği Suriye işgali nereye kadar gidecek?

- İran ve Rusya’nın bundan sonrasına dair tutumları nasıl olacak?

- Türkiye’nin, özellikle de PYD egemenliğindeki bölgeye dair tutumu ne olacak?

- Ve bütün bu sorularla birlikte de HTŞ önderliğinde merkezi iktidarın yeni sahipleri durumuna gelmiş görünen güçler nasıl bir yol haritası izleyecek?

Kısacası Suriye’de verilmiş görünen yanıtlar yepyeni sorular yarattı.

Ve belli ki yaratmaya da devam edecek.

Erkenden atılan ‘zafer’ manşetlerine bakarken unutulmaması gereken ilk şey herhalde bu...

30 Aralık 2006’da Saddam Hüseyin idam edildiğinde de, 20 Ekim 2011’de Muammer Kaddafi öldürüldüğünde de ülkeleri için tek başına mutlu, huzurlu günler başlamadı ki sadece Esad gitti diye Suriye huzura ersin!

Fotoğraf: AA


Gitmemesi istenen Suriyeliler...

Suriye’deki gelişmelerin Türkiye tarafında en çok gündem olan bir diğer başlığı da göçmenlerin geri dönüşü ihtimali. Irkçılığın kendisini ‘güncellediği' 13 yılın ardından Suriyelilerin ülkelerine geri dönme kuyruğuna girdiğine dair ilk günlerde iktidar medyasında pompalanan haberler gerçeği yansıtmıyor. Ki zaten kimin nasıl yöneteceği belli olmayan bir ülkeye ‘geri dönüş akını’ beklemek de akılcı değil. Ancak bu ihtimalin konuşulmaya başlanması bile şimdiye kadar pek dillendirilmeyen cümleler duymamıza neden oluyor. Örneğin dün, Nasıl Bir Ekonomi gazetesinden Tuba Canpolat’a konuşan Osmaniye Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Devrim Murat Aksoy’un sözleri gibi: "Ülkemizde Suriyeli işçi çalıştıran iş yerleri, onların sigorta gibi giderleri olmadığı için ister istemez daha pahalı emek istihdamına gitmek zorunda kalacaklar. Bu da onların maliyetlerini artıracaktır. Bu durum ekonomiyi oldukça etkileyecektir. Ancak esas etki kalifiye olarak çalışan Suriyeli elemanların gitmesiyle yaşanacaktır. Çünkü ülkemizde kalifiye eleman açısından sıkıntı yaşanmaktadır. Bu sebeple en azından kalifiye eleman olarak çalışanların gitmemesine, kalmasına yönelik çalışmalar yapılmasının iyi olacağı kanaatindeyiz.”

***

İş dünyasından gelen ve Suriyeli ucuz emek gücünün kaybedilmesi ihtimalinden duyulan endişeye dair açıklamaların bu en sonuncusunu nasıl okumalı? Demek ki şimdilerde bazı belediyelerin ‘tek yön bilet alalım’ popülizmine kalkıştıkları Suriyeliler zaten sigorta masrafı bile olmayan ucuz emek sömürüsünün ana kitlesi haline gelmiş ve hatta ‘kalifiye’ olanları dahi varmış!

Yani ne ırkçı söylemin dediği gibi ‘hiçbir yararı olmayan asalaklar’, ne de iktidarın ‘ensar’ söylemiyle sahiplenerek üzerinden siyaset ürettiği ‘muhtaçlar’ onlar... Bildiğiniz, emeklerini satarak hayatta kalma mücadelesi veren milyonlar... Gitmeleri ya da kalmaları üzerinden inşa edilen siyasetlerin görmek istemediği gerçekler, gitme ihtimalleri ortaya çıkınca konuşulur oldu sadece!

Şota Arveladze


‘Bizim de Stalin’imiz var’ deyip istavroz çıkaran futbolcu!

Şota Arveladze, Türkiye’de oynayan yabancı futbolcuların en başarılılarından ama aynı zamanda da en renklilerinden biriydi. İkiz kardeşi Arçil’le birlikte Trabzonspor’a geldikleri ilk dönemde tribünde izledikleri bir maç sırasındaki "Türkçe’den Türkçe’ye çeviri" macerası en sık hatırlanan örnektir

Arveladze, şimdi Türkçe’de de yayınlanan ve futbol hayatını anlattığı “Stadlara Sığmayan Hayallerim” kitabında renkli anılarını da anlatıyor. Literatür yayınlarından çıkan kitapta, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Gürcistan Milli Takımı’nın ilk kez Almanya ile karşılaştığı maça dair anlattıkları da onlardan biri. Almanya’nın Jurgen Klinsmann’ın golleriyle 2-0 kazandığı maç öncesini şöyle aktarıyor:

“Maçtan bir gün önce maçı kutsamak için Dinamo Diğomi Tesisleri’ne bir papaz geldi. Herkesi kutsayan papaz bize başarılar dileğinde bulundu: ‘Almanlardan korkmanız için hiçbir sebep yok. Onların Goethe’si, Beckenbauer’i varsa, bizim de Murtaz Khurtislava’mız (Dinamo Tiflis’in ünlü stoperi), Saşa Çivadze’miz ve Rustaveli’miz (Ünlü Gürcü şairler) var.’ Goça Gogricianidze (Şota’nın oynadığı dönemde milli takımın kanat oyuncusu) beklenmedik bir şekilde: ‘Onların Hitler’i varsa bizim de Stalin’imiz var’ dedi. Oluşan gergin ortamı Çivadze (Milli takım teknik direktörü) yumuşattı ve onun adına papazdan özür diledi. Sonrasında Gogricianidze papaza dönerek istavroz çıkardı.”