ESHİD araştırması: Ayrımcılığın faili devlet

ESHİD Yönetim Kurulu Üyesi Nejat Taştan, 2022 araştırmalarının devleti bir ayrımcılık faili olarak ortaya koyduğunu belirterek, “Devletin ayrımcılık üreten alanlarda önlem alma sorumluluğu var" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Zafer Kıraç* [email protected] 

Eşit Haklar için İzleme Derneği (ESHİD), Türkiye’nin 26 ilinde 1531 kişi ile ayrımcılığa uğrayıp uğramadığına dair görüşmeler yapılarak gerçekleştirdiği ‘Türkiye’de Ayrımcılık Araştırması Kasım 2022’ sonuçlarını yayınladı.

İnsan hak ve özgürlüklerinin herkes için tanınması ve eşit fırsatlarla sağlanmasına yönelik izleme, savunuculuk ve destek odaklı faaliyetleriyle bildiğimiz ESHİD Yönetim Kurulu Üyesi Nejat Taştan araştırma sonuçlarına dair sorularımızı yanıtladı.

‘AYRIMCILIK RİSKİ ALTINDA BULUNAN ÇOK SAYIDA GRUP VAR’

Bu araştırmaya ihtiyaç duymanızın nedenleri neler, araştırma sonuçları ayrımcılığın azalmasında nasıl katkılar sağlayabilir? 

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği olarak temel çalışmalarımızı ayrımcılık konusunda yapıyoruz. İzlediğimiz haklara hangi grupların eşit erişemediğini, nerelerde ayrımcı pratiklere maruz kaldıklarını izlemeye ve raporlamaya çalışıyoruz. Tabi ki insan haklarının bütününü izlemek bir örgütün yapabileceği bir iş değil, bu nedenle daha fazla sivil örgütün ayrımcılıkla ilgili raporlama yapmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü ayrımcılık yasağı yani insan haklarına herkesin eşit fırsatlarla erişmesi, insan haklarının toplumsal ve yerleşik bir değer olabilmesi açısından çok önemli. Bugün uluslararası ve yerel düzeylerde insan haklarına ilişkin temel sorunlardan birisi ayrımcılığın önlenmesi. Yapılan araştırmaların, tartışmaların ana ekseni ayrımcılık yasağı ilkesini nasıl daha fazla güçlendirebiliriz sorusuna odaklanıyor. Ayrımcılık karşıtı hukuku geliştirmekten, yeni izleme ve önleme mekanizmaları oluşturmaya, risk altındaki gruplar için etkili koruma yolları yaratmaktan, ayrımcılığa uğrayanlara verilecek desteğin biçimine kadar çok boyutlu bir tartışma bu.

Türkiye, insani çeşitlilik (kadın, çocuk, engelli, LGBTİ+) yanında çok sayıda etnik, inanç ve dil grubu bakımından yaşam alanı olan bir coğrafya. Yani ayrımcılık riski altında bulunan çok sayıda grup var. Böyle bir toplumsal yapıda ayrımcılık yasağına ilişkin güçlü hukuki düzenlemelerin olmasını, devletin farklı toplulukların örneğin eğitim hakkına ya da sağlık hakkına ne kadar erişebildiğine ilişkin veri toplamasını bekleriz. Ama durum tam tersi maalesef. Hiçbir konuda insan haklarına dayalı istatistikler yok, son derece sınırlı bir yasal çerçeve var ve etkili hiçbir önleme mekanizması yok. Kısaca ayrımcılığın yapanın yanına kar kaldığı bir ülkedeyiz. Devlet ayrımcılık, ırkçılık, nefret söylemi ile hiçbir önleyici politikaya sahip değil, aksine “bizde ayrımcılık olmaz” “münferit vaka” gibi argümanlarla süslenmiş bir inkâr politikası yürütüyor. Bu politikayı uluslararası insan hakları organlarına verdiği raporlarda da gözlemlemek mümkün. Oysa gerçek durumun böyle olmadığını Türkiye’de yaşayan her bir yaşlı, LGBTİ+, sığınmacı, engelli, Hıristiyan, Alevi, Bahai, Arap, Roman, Kürt, kadın, yoksul vb. insan biliyor. Bu insanlar spordan siyasete, istihdamdan eğitime gündelik yaşamın her alanında ayrımcılığın ne kadar yaygın olduğunu kendi deneyimleri üzerinden tarifliyorlar.

Her iki yılda bir yaptığımız Ayrımcılık Algısı Araştırması ile karar vericilere ve topluma sorunun boyutlarını göstermek ve herkesin gerekli önlemlerin alınması için harekete geçmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ayrıca araştırmanın sonuçları kendi faaliyetlerimizi planlamada bize de yol gösteriyor. İlk ikisini 2018 ve 2020 yıllarında yaptığımız araştırmanın Kasım 2022’de üçüncüsünü yaptık. Araştırma bulgularının özetini de kamuoyu ile paylaştık. Burada belirtmek isterim 2020 araştırmasını Toplumsal Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) ile birlikte yaptık.

‘TÜRKİYE’DE EN FAZLA AYRIMCILIK SİYASİ GÖRÜŞ TEMELİNDE YAPILIYOR’

Türkiye’de ayrımcılığın yayılımı nasıl görünüyor?  

Her üç araştırma da Türkiye temsil örneklemi üzerinden ve profesyonel araştırma firmaları tarafından yapıldı. Her üç yılda da katılımcılara, sizce Türkiye’de ayrımcılık ne kadar yaygın sorusu soruldu ve 1’den 10’a kadar bir skalada değerlendirmeleri istendi. Sonuçlar 2018 yılından bu yana ayrımcılığın çok yaygın olduğunu düşünenlerin (skalada yaygınlık için 10 diyenlerin) oranı yüzde 100 artmış durumda. 2018 yılında çok yaygın diyenlerin oranı yüzde 16,4 iken 2022 yılında yüzde 32,9 olarak ölçüldü.

Bu sonuç bize son dört yılda ayrımcılığın sokaktaki insanın yanında yöresinde gerçekleştiğini ve tabir yerinde ise ayrımcılığın tabanının genişlediğini gösteriyor. Elbette bu sonuç ülkede yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelerden, koşullardan bağımsız düşünülemez. 

Türüne göre en sık yaşanan ayrımcılık hangisi?

Her üç araştırmanın sonucuna göre Türkiye’de en fazla ayrımcılık siyasi görüş temelinde yapılıyor. 2022 araştırmasında siyasi görüş temelinde ayrımcılık yapılmıyor diyenlerin oranı yüzde 10,7 iken, her zaman yapılıyor diyenlerin oranı yüzde 54,3. Şimdi bu durumu ülkedeki liyakat tartışmasından ayrı düşünebilir miyiz? Toplum bu tartışmayı çok da doğru bir biçimde ayrımcılık olarak kodlamış durumda. Yaygınlık konusunda ikinci sırayı cinsel yönelime dayalı ayrımcılık (yüzde 38,8) ve üçüncü sırada sığınmacı/ göçmen ve mültecilere yönelik ayrımcılık alıyor. LGBTİ+’lara ve sığınmacılara yönelik ayrımcılığın ilk sıralarda yer alması siyasi söylemler, medyanın tutumu ve iktidar uygulamalarından bağımsız değil. Her iki gruba yönelik “toplum değerlerine” aykırılık, kriminalize edici, düşmanlaştırıcı söylemin egemen olduğu bir zamandan geçiyoruz.

Her zaman ve genellikle seçenekleri birlikte alındığında siyasi görüş temelli ayrımcılık yüzde 73,5; cinsel yönelim temelli ayrımcılık yüzde 56,1; sığınmacı/göçmenlik temelli ayrımcılık yüzde 58,1 oranlarına çıkıyor. 2022 araştırması yaş, engellilik, inanç, cinsiyet, etnik köken temellerinde de yaygınlığa ilişkin oranların 2018 yılına göre arttığını gösteriyor ki bu korkunç bir tablo.

‘TÜRKİYE’DE HER ALANDA AYRIMCILIK YAŞANIYOR’

Ayrımcılığın en fazla yapıldığı alan/kurumlar hangileri? 

Araştırma sonuçlarına göre dini hizmetlerden, yargıya, sağlık hakkından spora ve toplumsal ilişkilere uzanan her alanda ayrımcılık yaşanıyor. Oransal olarak en fazla ayrımcılık çalışma yaşamında görülüyor. Araştırmada çalışma hakkına ilişkin soruyu kamu sektörü ve özel sektör olarak iki ayrı soruyla formüle ettik. Sonuçlara göre kamu sektöründe genellikle ve her zaman ayrımcılık yaşanıyor diyenlerin oranı yüzde 57,8. Bu oran özel sektör için de yüksek: yüzde 56,5.

Devletler ayrımcılığın gündelik hayatta bireyler arasında gerçekleştiğine ilişkin bir algı yaratmaya çalışırlar, Türkiye’de de durum bu. Şüphesiz toplumsal ilişkiler alanı ayrımcılık pratiklerinin yaşandığı bir alan. Ama devletin hem ayrımcılık yapmamak hem de ayrımcılık üreten alanlarda gerekli önlemleri alma sorumluluğu var. 2022 araştırmasının sonuçları devletin bir ayrımcılık faili olduğuna dair sonuçlar ortaya koyuyor. Sadece çalışma yaşamında değil benzer biçimde sağlık hakkı için de hem kamu hem de özel sektör için soru soruldu. Sonuçlara göre devlete bağlı sağlık kuruluşlarında oran yüzde 35,2, özel sektörde ise yüzde 34. Yine devlet kurumları ile ilgili ortaya çıkan sonuçlara göre insanlar valilik ve belediyelerce yürütülen işlerde yüzde 37,7, dini hizmetlerde yüzde 35,6, adli hizmetler ve yargı alanında yüzde 41,9 oranında ayrımcılık yapıldığını düşünüyor. 

‘GÜÇLÜ OLANIN KEYFİLİK ALANI GÜÇLENDİRİLDİ’

Son dört yılda, ayrımcılığa maruz kalma oranı çok yüksek görünüyor. Sizce bunun nedenleri neler?

Araştırmaya katılanların yüzde 43,4’ü son dört yılda ayrımcılık yaşadığını belirtiyor. Bu ayrımcılığın ne zaman gerçekleştiği sorusuna yüzde 25,6’sı dört yıl önce, yüzde 22,6’sı 2 yıl önce, yüzde 17,6’sı geçen yıl, yüzde 34,2’si 2022 yılı içinde ayrımcılık yaşadığı cevabını vermiş.

2022 yılı içinde ayrımcılığa uğradığını belirtenlerin oranının 4 yıl öncesine göre arttığı görülüyor, yani Türkiye’de ayrımcılık azalmıyor aksine artıyor. Bunun tek nedeni pandemi koşullarının bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ayrımcılığı görünür kılması değil tabi ki. Bu tablo bize, pandemi dönemi dahil uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların da üretilen siyasal söylemin de ayrımcılık ürettiğini gösteriyor. Siyasal kutuplaşmanın diyalog zeminini ortadan kaldırması farklı olanı anlama yerine yok saymayı güçlendirdiği de aşikar.

Bizce bu durumum önemli nedenlerinden birisi de hukukun üstünlüğünün ortadan kaldırılması ve yargı bağımsızlığının aşındırılması. Güçlü olanın keyfilik alanını güçlendiren bu durum çalışma yaşamında da sporda da, eğitimde de ayrımcılık üretiyor ve insanlar kendini korumasız ve güçlü olanın keyfiliği ile baş başa kalmış hissediyor. 

‘İNSANLAR HAK ARADIKLARINDA MİSİLLEME İLE KARŞILAŞACAKLARINI DÜŞÜNÜYOR’

'Ayrımcılıkla ilgili girişimde bulunmama nedeni' sorulduğunda; yüzde 73,7 oranında “Bir sonuç alamayacağımızı düşündük” diyorlar. Siz bu yanıtı nasıl yorumlarsınız? 

Araştırmanın bizce asıl kaygı verici sonucu ayrımcılığa son dört yıl içinde ayrımcılık yaşadım diyenlerin yüzde 84,2’sinin bu durumu kabullenmek zorunda kalması, haklarını korumaya yönelik hiçbir girişimde bulunmamış olması. Neden girişimde bulunmadınız sorusuna verilen yanıtlar bu durumu analiz etmemizi kolaylaştırıyor. İlgili sonuçlara baktığımızda yüzde 73,7 oranında sonuç alamayacağımızı düşünenlerden oluşuyor. Sonra sırasıyla hakkımızı bilmiyoruz (yüzde 10,2), başımıza bir şey gelmesinden korktuk yüzde 7) ve aleyhimize sonuçlanacağını düşündük (yüzde 6,1) diyenler geliyor.

Bu sonuçları beraber okuduğumuzda biz şu sonuçlara ulaşıyoruz; Türkiye’de yasal düzenlemeler ayrımcılığa uğrayan insanların haklarını korumada yetersiz kalıyor. Ayrımcılık iddiaları için etkili başvuru yolları ve mekanizmaları yok. İnsanların haklarını bilmemesi yanında hak arama özgürlüğü yeterli düzeyde güvence altında değil. İnsanlar haklarını aradıkları takdirde misilleme ile karşılaşacaklarını düşünüyorlar.

Ulaştığımız bütün sonuçlar bakımından devletin sorumluluğu öne çıkıyor. Zira Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler gereğince ayrımcılık yasağına ilişkin yeterli yasal güvenceleri sağlamak, risk altındaki gruplar içinde hak farkındalığını geliştirmek, yargı ve diğer mekanizmaların ayrımcılık iddialarını etkili biçimde soruşturmasını sağlamak ve nihayet hak arama özgürlüğünü güvence altına alacak yasal düzenlemeleri yapmak devletlerin temel görevi.

* İnsan Hakları Çalışanı