Eski İstanbul nasıl bir yerdi?
Günümüz tarih çalışmalarında resmî bir kaynak olarak kullanılan 'Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı', Osmanlı’nın son dönemlerine, özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısına dair bir sürü bilgi içeriyor.
Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey’in hayatına dair elimizde çok bilgi olmamakla beraber kendisinin 1842’de doğup 1928’de vefat ettiği çeşitli kaynaklarda yazar. Yaşıtlarına nazaran en büyük şansı ailesidir Ali Rıza Bey’in. Babası Mehmed Ağa bir debbağ, annesi ise II. Mahmud’un kızları Hatice ve Atiye Sultanların başkalfasıdır.
Ali Rıza Bey eğitimini tamamladıktan sonra memuriyet hayatına atılır. Bir sürü yerde görev alsa da içlerinden en uzun ömürlüsü balıkhane nâzırlığı olur. İsmi de zaten buradan gelir.
Onu günümüze taşıyan esas şey 'Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı' adlı eseridir. Şair Mehmed Galib Bey’in desteğiyle tefrika halinde yazılan bu eser, 17 Kasım 1919-25 Nisan 1921 tarihleri arasında Peyâm, Peyâm-ı Sabah, Alemdar gibi gazetelerde yayınlanır.
Eseri yayıma hazırlayan isimse Ali Şükrü Çoruh’tur. Kitabın ilkin yapılan akademik baskısı genel okur için zorlayıcı kabul edildiğinden ilerleyen yıllarda sadeleştirilmiş yeni bir baskısı daha yapılır. Bu baskıya açıklayıcı dipnotlar ve bazı başlıklar ilave edilir ve Ali Rıza Bey’in anlattıkları okurların zihinde daha kolay canlansın diye çeşitli görsellerle desteklenir.
BİR SOKAK REHBERİ
Günümüz tarih çalışmalarında hâlâ resmî bir kaynak olarak kullanılan 'Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı', Osmanlı’nın son dönemlerine, özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısına dair bir sürü bilgi içerir. Bu bilgiler ekseriyetle sokakları, insanları konu edinir; kadınlar, çocuklar nasıl yaşarlar, serseriler, zorbalar nerelerde vakit geçirirler, Ramazan eğlenceleri nasıldır, hangi esnaf nerede iş tutar gibi bir sürü sorunun cevabını kitapta buluruz.
Birbirini besleyen bütün başlıklar bir zaman sonra birleşince ortaya genel bir İstanbul resmi çıkar. Üstelik bu resim bir Osmanlı romantizmi oluşturma kaygısı gütmez, bir sürü eleştiriyi, toplumun kötücül tarafları da rahatça anlatır. Bu yönüyle özgün kalmaya çalıştığı aşikârdır.
Beri yandaysa yazılanlar bir anı niteliği taşır. Ali Rıza Bey’in 86 yıllık hayatında görüp ettiği, konuşup dinlediği şeyleri okuyan bizler hem devrin sokaklarına, halk kültürüne dair bir sürü bilgi edinir hem de karşılaştığımız çeşitli hadiselere gülümserken buluruz kendimizi.
ESRARKEŞLER, DİLENCİLER, MECZUPLAR
Öne çıkan konuları değerlendirmeye, ilk başlık olan Doğum Âdetleri, Loğusa Cemiyetleri ile başlayalım: Ali Rıza Bey evvela ebelere değinir. “Karnı burnunda olursa gebedir, burnu karnında olursa ebedir,” diye yazar ve ebelerin özelliklerinden, doğum öncesi hazırlıklarından ve doğum sonrası hediyelerinden bahseder.
Akabinde çocuk düşürme mevzusuna girer. Bilinçli olarak çocuk düşürmek halkça ayıplandığı gibi 1838’de çıkarılan bazı kanunlarca kontrol altına alınmaya çalışılır. Hatta çok çocuk sahibi olan ailelerdeki çocuk düşürme vakaları özellikle araştırılır. Mahallenin imamları, muhtarları bu tip vakaları ihbara memur edilirler. Tespit edilen kişilerse ağır cezalara çarptırılırlar.
Devam eden başlıklarda mahalle kavgalarına, aile içi tartışmalara ve çocukların sokak oyunlarına geçilir. Mahalleler arası yapılan taş savaşında her yerin zarar gördüğü, insanların çığlık kıyamet ortalığı yıktıkları söylenir.
Bu çığlıkların bir benzeri de akşam gezmelerinde yaşanır. O vakitler sokak aydınlatması yoktur ve asayiş meselesi yüzünden dışarı çıkan herkesin fener taşıması zorunludur. Çocuklar burada da devreye girerler. İnsanların fenerlerini parçalayıp kaçarlar; karakollar, zabıtlar bin türlü tantana başlar sonra.
Kadınların evden çıkamadığı, çoğunlukla evlerde sosyalleşebildiği ve akraba ziyaretlerinin bile ayda yılda bir yapıldığı düşünülünce sosyal hayatın erkeklerin egemenliğinde olduğunu görürüz. Çarşı pazarın durumu, esnafların hali anlatılırken, Ali Rıza Bey serserileri, kopukları, esrarkeşleri, meczupları, dilencileri de es geçmez.
Genelde kenar mahallelerdeki bazı kahvehaneleri mesken tutan bu kişiler bahtsız, isyankâr olarak tariflenir. Ancak birbirlerini kolladıkları, polise, bekçiye karşı beraberce mücadele ettikleri de belirtilir. Kahvehanelerin başköşesine kurulan “kıdemli dede” diye adlandırılan kişiler bu hiyerarşinin üstünde yer alırlar. Paranın tahsili, nargilenin hazırlanışı, esrarın miktarı vs. onlardan sorulur. Esrarkeşlerin kahvehaneleri sonradan yıktırılsa da sistem yeraltında işlemeye devam eder. Genelde Eyüp’te toplaşan dilencilerle meczuplarsa pis kıyafetleri, tuhaf hareketleriyle derhal fark edilirler. İnsanlar onlara hem hayır niyetine hem de başlarından savmak için de para verirler. Ayrıca bu kimselerin zaman zaman keramet gösteren ermişler olduklarına dair de bir inanç vardır. Onlara dokunulmamasının sebeplerinden biri de budur. Meczupların böyle bir yanının bulunduğu inancı Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin İstanbul ciltlerinde de geçer.
Bunların yanı sıra saray âdetlerini, kibar konaklarını da anlatan Ali Rıza Bey, tarikatların İstanbul’a yayılışını, Abdülmecid Dönemi’ne ait kimi olaylarla beraber bir bir yazar.
Kapı Yayınları etiketine sahip olan 'Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı', geçmişle şimdinin ilişkisini kurmak, sokaklarda neler döndüğünü anlamak için okunması gereken önemli eserlerden biridir. Meraklısına duyurulur.