‘Eski Türkiye’ye bakarken…
“Demir Kırat”, “12 Mart” ve “12 Eylül” yapımları, “Özallı Yıllar” ve “28 Şubat” belgeselleriyle birlikte AKP öncesi Türkiye’yi anlamak isteyen gençler için hala en iyi kaynaklar arasında.
Birkaç haftadır belgeseller üzerine yazıyoruz madem, oradan devam edelim. Ama bu kez uluslararası boyutta, büyük ödüllere aday filmler yerine ‘yerli ve milli’ televizyon belgesellerine dair birkaç kelam edelim. Geçen hafta sonu Mehmet Ali Birand’ın Bülent Çaplı ve Can Dündar ile birlikte hazırladığı “Demir Kırat” belgeseline yeniden şöyle bir bakayım diye oturduğum ekranın başından, 4-5 günlük bir maratonla “12 Mart” ve “12 Eylül” belgesellerini de bitirmiş olarak kalktım.
İlk ikisi onar, sonuncusu dokuz bölüm olarak hazırlanan bu üç haber belgeseli Türkiye siyasal tarihindeki çok önemli bir boşluğu dolduruyor gerçekten de. Bu üç belgesel, İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinden 12 Eylül rejimine uzanan yaklaşık 40 yıllık bir süreçte Türkiye’nin geçtiği kritik eşikleri, daha çok devlet içindeki güç merkezlerinin birbirleriyle ilişkisi ekseninde ele alıyor. Bugün 40’lı yaşlarını geride bırakmış olanlar için “Demir Kırat” belgeseli televizyonlarda gördüğümüz en iyi işlerden birisi olarak yer etmişti akıllarda. Belgeselin yaratıcıları, Türkiye’nin siyasal hayatının görsel tanıklığını kayıt altına almaya devam etmişti “12 Mart” ve “12 Eylül” belgeselleriyle. Bu seri “Özallı Yıllar” ve “28 Şubat” ile devam ederek 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin siyasal hayatının özetini çıkardı adeta.
Şimdi, aradan 30 yıl geçtikten sonra “Demir Kırat” belgeselini yeniden izleyince, ilk akla düşen şeylerden birisi televizyon haberciliğinin ne kadar kan kaybettiği oluyor. Bu kadar özen, emek ve birikim çok uzun süredir televizyon ekranlarından uzak çünkü. Öte yandan, “Demir Kırat”, “12 Mart” ve “12 Eylül” belgeselleri “eski Türkiye'deki iktidar ilişkilerini anlamak ve bu ilişkilerin bugün aldığı form üzerine düşünmek için sayısız veri sunuyor hiç kuşku yok ki. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çok partili düzene geçişin sancıları, devletin kurucu unsuru ordunun, siyasetin ve devletin sivilleşmesi talepleri karşısındaki gerilimi, 60 darbesi ve Menderes’in idamına uzanan bu süreç, bugün değme dizilere taş çıkaracak bir dramatik kurgu ile anlatılıyor öte yandan. Mehmet Ali Birand ve ekibinin alametifarikalarından birisi de tarihi gelişmeleri, birbirine bağlanan, etkileyen dramatik kurgular içinde seyirciyle buluşturması. Bunda öylesine ustalaşıyorlar ki, her bölüm kritik bir noktada bitiyor ve bir sonraki gelişmeyi görmek için yeni bölümün başlama tuşuna basılıyor.
Her üç belgeselde de temel yaklaşım, toplumsal gelişim, dönüşüm ve gerilimleri tamamıyla devlet unsurların güç yarışı olarak ele alması. Genellikle de ordu (bazen emir komuta zinciri içerisinden yukarıdan aşağıya, bazen ise alt kademelerdeki ‘rahatsız genç subaylar’ ile temsil ediliyor) ve siyasiler arasındaki gerilimleri üzerinden inşa edilen bir tarih anlayışı bu. Yukarıda da değindiğim gibi, Birand ve ekibi titiz araştırma, doğru tanıklıklar ve akışkan bir kurgu ile aradan bunca yıl geçtikten sonra bile ikinci izleyişte yepyeni yorumlara açık bir tarih anlatısı çıkarmayı başarmışlar gerçekten. Her üç belgeseli de (Demir Kırat 1991, 12 Mart 1994, 12 Eylül ise 1998’de yayınlanmıştı) bunca yıl sonra yeniden izleyince bambaşka bir gözle Türkiye tarihini yorumlamak mümkün oluyor. İşin bu kısmını, tavsiyemize uyup bu belgesellere yeniden göz atanların tarihe bakışına bırakalım.
Ancak, bütünlüklü bir seyrin ardından bu üç çalışmaya dair kimi yöntemsel yaklaşımların, bazı eksikliklerin varlığı da dikkat çekiyor. Biraz önce kısaca değindiğim gibi her üç belgesel de bütün tarihi, devlet içi güçlerin çatışması üzerinden okumayı tercih ediyor. Hal böyle olunca sivil siyasetin, sokak hareketlerinin tarihin oluşumundaki rolü görünmez oluyor. Örneğin 27 Mayıs 1960 darbesinden önce yaşanan huzursuzluğunun yalnızca asker içinde olduğunun ifade edilmesi gibi. Toplumdaki huzursuzluk, Demokrat Parti’ye karşı her gün büyük gösterilerin yapılması kısaca geçiştiriliyor.
12 Mart ve 12 Eylül belgesellerinde de toplumun teyakkuz hali, kitlelerin mobilize olması, büyük grevler, toplumsal hoşnutsuzluk pek gündem yapılmıyor. Kamera sokağa döndüğünde ise sivil kalkışma yerine çatışma alanlarına odaklanmayı seçiyor. Özellikle 12 Eylül belgeselinde darbeyi yapan egemenlerin ‘anarşi ve terör’ ortamı diye belirttikleri resmi dil fazlaca hakim oluyor belgeselin duygusuna. Bunda hem dönemin aktörlerinin hala hayatta olmasının payı var kuşkusuz. Ama asıl olarak 12 Eylül rejiminin varlığını sürdürüyor olması etkili belli ki. Bir de tabii henüz bir yıl önce 28 Şubat muhtırası verilmiş bir ülkede, asker aleyhine söz söyleyememenin etkileri de hissediliyor.
Belgesellerin bir diğer sıkıntısı özellikle 12 Mart ve 12 Eylül’e bakarken Türkiye dışı unsurları neredeyse yok sayması. NATO’nun bu müdahalelerdeki olası payının, ABD’nin o dönem birçok ülkede yaptığı gibi bu darbelerdeki parmağının izleri pek sürülmüyor. 12 Eylül’den bir gün önce Hava Kuvvetleri Komutanı’nın ABD’den dönmesi, ABD başkanına “bizim çocuklar başardı” denilmesi gibi bilgiler hızla geçiştiriliyor. 12 Eylül’e giden taşlarını döşeyen kanlı saldırıların büyük bir kısmının “özel harp dairesi/ kontgerilla” operasyonu olduğu bugün artık bilinen bir gerçek. Aslında, bunlar belgesellerin yapıldığı 90’lı yıllarda da biliniyordu. Ama işte özel harp dairesinin 12 Eylül’den sonra en yoğun mesai yaptığı dönemin 90’lar olduğu düşünüldüğünde belgesel ekibinin böyle bir ortamda meseleyi fazla kurcalamak istemediği düşünülebilir.
“Demir Kırat”, “12 Mart”, “12 Eylül” ve devamında gelen belgeseller bütün eksik gediklerine rağmen Türkiye tarihine dair yapılmış en nitelikli işlerden birisi olarak hala belleklerdeki yerini koruyor. 32. Gün programının YouTube kanalında bulunan bu yapımlar özellikle genç kuşak için keşfedilmeyi bekleyen birer cevher. Bugünün siyasetine yön veren aktörlerin tarihsel gelişiminin izini sürmek heyecan verici bir keşif olacaktır. Türkiye’nin AKP öncesi döneminin kilometre taşlarına yeniden bakmak da, bu belgeselleri daha önce izlemiş olanlar için farklı kapılar açıyor.