YAZARLAR

Eşkıya hastalığı ya da hükümdarlığı

İki ayı aşkın zamandır aralıklarla taraf kılındığımız Peker’in hikayesi, biliyoruz ki anlatılanlardan çok anlatılmayanlarıyla bizim de hikayemiz. Ne var o hikayede?

Bir kamera, bir tripota yenileceksiniz sloganıyla başlayan yeni medya – yeni siyasal iletişim uygulaması epeydir görüntüsüz olarak Twitter üzerinden devam ediyor.

Mecra değişiminde anlatıcının ses ve görüntüsü olmayınca hikaye çok şey kaybediyor. Ama anlatıcı yer yer perde arkası gazeteciliğinden, yer yer eskilerin cinai roman dediği polisiye tekniğinden yararlanarak ve bunları kendine özgü dille birleştirerek açığı kapatıyor.

Peker, başlı başına cazibesi olan perde arkası ifşaatçılığı yeri geldiğinde konu ettiği kişilere, yeri geldiğinde izleyicilerine doğrudan seslenerek adeta yazı yoluyla konuşmaya çevirerek etkisini sürdürüyor. Öyle ki, bizzat savunma mesleğini seçen avukatlar, baro seçimlerinde kendisine oy vererek onu hak savunucusu olarak tescilliyor, ödüllendiriyorlar.

Ya da buyurun hukukun cenaze namazına, diyorlar.

***

Sedat Peker’in var kalma mücadelesiyle yaşadığı zorunlu dönüşüm ve bu doğrultuda yapıp ettikleri, kimleri ve neleri ifşa ettiğinden daha fazla incelemeyi, tartışmayı gerektiriyor. Devlet – iktidar bloğu için sınır ötesi her tür hizmetten, bu sayede kişi ve kurumlara çıkar amaçlı faaliyetlerin perdelenmesinden yerine göre silahlı siyasal hedeflere yönelik saldırılar örgütlemekten bizzat kendi can ve mal güvenliği için topluma, kamuya sığınma çabası var bu dönüşümde. Devlet – iktidar gücüne yaslanan yeraltı ilişki ve faaliyetlerden dijital medya üzerinden kamusallık ve meşruiyet kazanma arayışı var.

İki ayı aşkın zamandır aralıklarla taraf kılındığımız Peker’in hikayesi, biliyoruz ki anlatılanlardan çok anlatılmayanlarıyla bizim de hikayemiz.

Ne var o hikayede?

Kişisel itiraflarından başlayalım: Sipariş üzere medya kuruluşları ya da kişilere yönelik saldırı, yıldırma, cezalandırma operasyonları düzenleme var. Esamisi okunmaz hale gelmiş eski iktidar partisinin –DYP, DP- yerel teşkilatlarından genel başkanlığa dek yapılanmalarına, kongrelerine, kampanyalarına aktif katılım ve müdahale var. Başka bir ifadeyle en aşağıdan siyasal yatırımcılık. Aynı yatırımcılık, siyasetçilerin, milletvekillerinin kampanyalarına ayni – nakdi desteğe uzanıyor. Yurt içi – yurtdışı paramiliter örgütlenmelerin her türden donatımı… Mevcut ve olası muhalefet çevrelerine yönelik kendi deyişiyle -ya da sipariş verenlerin ifadesiyle- korku iklimi yaratma organizasyonları, etkinlikleri dahil.

Bütün bu hikayenin tamamında resmen yeraltı, fiilen yerüstü, yerine göre suç örgütü liderliği olarak konumlanan, yerine göre ‘derin devlet elemanlığı’, vatan – millet görevleri var.

Bilmediğimiz ve muhtemelen meçhulümüz olarak kalacak nedenlerle Peker, tüm bu konumlarından ihraç edildi, uzaklaştırıldı. Kendisine tahsis edilen korumalar ve bahşedilen güvenlik zırhları geri alındı. Şef, reis, devlet – memleket sevdalısı, delisi, hizmetlisi unvanları silindi. Kendi ifadesine bakılırsa kendine vaat edilen geri dönüş – iadeyi itibar garantisinden rücu edildi… Hanesine tecavüz edildi: Eşine, çocuklarına silah çevrildi.

Hikayeye göre, bu son operasyon üzerine gönüllü hizmetkarlıktan asiliğe geçtiğini söylüyor Peker. Aklını tatile gönderiyor, dünyayı yakarım, diyerek kamera ve tripodu devreye sokuyor.

POLİSİYE YOK, EFSANE ÇOK

Ernst Mandel polisiye romanın toplumsal tarihini, bir yanıyla ekonomi politiğini konu ettiği Hoş Cinayet’te Freud’un da kendisi gibi bu türün tutkunlarından olduğunu anımsatır. Dahası, Freud, psikanalizle polisiye arasında benzeşlik kurar: "Her ikisi de bir sırla, gizlenmiş bir şeyle ilgilenir. Bu sır kriminal dünyada dış dünyadan saklanırken, histerik bir insan bu sırrı kendinden bile gizler." 

Polisiye kapitalist dönemin, burjuva iktidarının ürünüdür.

O nedenle de eski zamanın; kapitalizm öncesinin halk kahramanı, Eric Hobsbawm’ın folklorik anlatımlardan çıkarak literatüre kazandırdığı deyişle soylu eşkıya, artık kahraman – rol model değil, suçludur.

Hırsız, soyguncu, cani, toplum dışı ve karşıtı sapkın… Bildiğiniz pislik.

Ne var ki, kapitalizm buralarda kökleşmediğinden mi nedir, erken –ve büyük ölçüde uyarlama- Server Bedi –namı diğer Peyami Safa’nın Cingöz Recai’sinden öteye gitmedi polisiye edebiyatı. Pek okuyucusu da olmadı. Kapitalizmin uluslararası sermaye hamleleriyle görece hızlanıp egemenlik kazandığı 20. Yüzyıl sonlarında çeviri literatürün de zenginleşmesi eşliğinde ucundan köşesinden yerli polisiye edebiyat da uç vermeye başladı.

Polisiye, yine Mandel’in deyişiyle zekaların çarpışması üzerine kuruludur. Suçluyla dedektif, yazarla okurun zekası çarpışır, yarışır. Bizde türün gelişmemesinin bir nedeni de açık çarpışmadan çok taraflar arası adı konmamış işbirliği olsa gerek. O da sırlara, sır dökümüne dayalı hikayeleri getiriyor. Daha gelişmiş, dramatize edilmiş hali görünür görünmez güçlerin elbirliğini, işbirliğini taşıyan efsaneler olarak çıkıyor karşımıza. Kadim kahraman – soylu eşkıyanın şimdiki zamana taşımış hali.

Peker, kamera – tripot hikayelerine başladığında Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz adlı TV dizisine Peker adında bir karaktere dair sözler üzerinden karizmasının çizilmeye çalışıldığını söylemişti.

Gerek sözü edilen dizi, gerek Deliyürek, Kurtlar Vadisi gibi öncülleri ve türevleriyle 20 yılı aşkın zamandır soylu eşkıyanın günümüzde halktan çok devlet hizmetlisi olarak sahne alabileceğini, var olabileceğini gösteriyor. Zamanlama manidar: Susurluk sonrası başlıyor muhabbet!

Soylu eşkıya kavramının üreticisi Hobsbawm, Batı’da Robin Hood, bizdeki karşılığıyla Köroğlu ve izleyicileri üzerinden inşa edilen haksızlıklara isyan edip hak ve adalet dağıtıcılığına yönelen halkçı eşkıya tipinin efsaneye, imaja dayandığını vurgular.

İmajı biçimlendiren dokuz öğe sıralar. Işık değil!

* Kahramanımız kariyerine haksızlığa uğrayarak ya da halkın değil ama otoritenin –haksızların- suç olarak gördüğü hareketten dolayı zulüm gördüğü için başkaldırarak başlar.
* Devamında her tür haksızlığa karşı çıkar, onları düzeltir.
* Zenginden alıp yoksula verir.
* Kendini savunma ya da hesap sorma, öç alma dışında cana kıymaz.
* Hayatta kalırsa zaten hiç terk etmediği topluma onuruyla döner.
* Halk ona hayrandır, destekçisidir.
* Hiçbir temiz insan ona karşı otoriteyle işbirliği yapmayacağına göre ancak ihanetle ele geçer ya da ölür.
* Efsunludur, görünmezdir, kuşun geçirmezdir.
* Devletin, kralın, başkanın değil ona da zarar veren alt iktidar sahiplerinin; bakan, vali, müdür ve onlarla iş gören zengin – zalim takımının düşmanıdır… Halk gibi kendisi de onların kurbanıdır zaten.
***

Hobsbawm’ı bilip bilmemesi önemli değil Peker’in. Yukarıdaki tüm öğeleri bünyesinde taşıyan İnce Memed’i okuyup okumaması da bir şey değiştirmez. Devletten kaçıp topluma sığınırken meslek değiştirmiyor, eşkıya olarak kalıyor. Yer değiştirerek etrafından – eski meslektaş ve iş ortaklarının bazı sırlarını kamuya ifşa ederek kendine savunma alanı yaratmaya çalışıyor.

O hikayeden bizim payımıza düşen örümcek ağlarını geride bırakan çizimlere konu olan derin mülksüzleştirme ağları – derin yoksulluk ağları, derin yoksunluk gerçekliğidir.

Hikayenin ifşaat faslına baktığımızda, Kemal Tahir’in efsane yıkıcılığı çıkacak karşımıza:

Şimdinin eşkıyaları şehir yerine inmiş, olmuş çerçi, olmuş arzuhalci, olmuş memur

Çerçiyi işadamı diye okuyun, arzuhalciyi medya ya da hukuk simsarı, ötesine devletli deyin. Her yeri kahramanlıkla, soylulukla hiç de işi olmayan şimdiki zaman eşkıyalarının sardığını görürsünüz. Kemal Tahir’in yine Rahmet Yolları Kesti romanındaki sözün bugün her zamankinden fazla geçerli olduğunu da:

Eşkıya devri hükümetin hasta olduğu sıradadır.