Esmahan Devran İnci: Bana göre sanat, yaşamı yansıtan bir ayna

Esmahan Devran İnci ile 11. Türkan Saylan Öykü Ödülü’ne layık görülen öykü kitabı 'Suyun Şarkısı'nı konuştuk. İnci, "Yaşadığım toplum, ortam, etkilendiğim konular genelde metinlerime giriyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Aynur Turan

DUVAR -  1977 yılında Bursa’da doğan Esmahan Devran İnci, öğrenimini Anadolu Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde tamamladı. Ankara’da serbest mimar olarak çalışmaya devam eden İnci'nin NotaBene Yayınları tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı 'Suyun Şarkısı', 11. Türkan Saylan Öykü Ödülü’ne layık görüldü.

İlk öyküsü “Hangi Pazar”, 2016 yılında Varlık Dergisi Mayıs sayısında yayımlanan İnci'nin “Göbek Bağı” isimli öyküsü 2018 yılında, Teoman Öztürk Mekân Öyküleri Yarışması’nda birincilik ödülüne layık görüldü. “Veda” isimli öyküsü ise, 2018 yılında Güncel Sanat Dergisi 8. Kaygusuz Abdal Öykü Yarışması’nda Alanya Kale Ödülü’nü aldı. Öyküleri, 2018 Yılın Yazarı Sevgi Soysal Öykü Ödülü Seçkisi’nde, Hayata Tutunma Öyküleri 2016 Yarışma Seçkisi’nde, ayrıca Varlık, Öykülem, Post Öykü, altZine dergilerinde, Trendeki Yabancı öykü aplikasyonunda ve 'Kirpiğin Düşmesin Yere' isimli kolektif kitapta yayımlandı.

Esmahan Devran İnci ile 11. Türkan Saylan Öykü Ödülü’ne layık görülen ilk öykü kitabı 'Suyun Şarkısı'nı edebiyata ve hayata bakışını konuştuk.

Kitap, “Suyla gelen”, “Yitene” ve “Umuda” başlıklı üç bölümden oluşuyor. Su perisi ile kahramanın söyleştiği kısa mitolojik bir hikâyeyi bölmüş, bölümlere girizgâh yapmışsınız. Kitabın ilk öyküsü “Tanıkşör”de de devam eden Antik Yunan Mitolojisi hikâyelerinden biriyle, “Suyla Gelen” bölümü öykülerindeki su metaforu arasında tematik bir bağlantı kurmuşsunuz sanırım. Bu fikir yazım sürecinin başında var mıydı, yoksa öyküler yazılıp bitirildikten sonra mı bu şekilde bağlandılar? İlk bölüm öykülerinizde suyu, arınma, sığınma, silaha dönüştürme (“Azap”, s.20), temizlenme, yatıştırma (“Suyun Şarkısı”, s.23) anlamında bir tür “kurtarıcı” gibi gördüğünüzü söyleyebilir miyiz?

Suyun Şarkısı öyküm, ilk öykü dosyam bazı yayınevlerinden ret cevabı aldıktan sonra yaşadığım durup düşünme sürecinin doğurduğu ilk hikâyeydi ve kafamda tematik bir kitap hazırlama fikrini doğurmuştu. Tam o sıralar Sevgi Soysal Öykü Ödülü Seçkisi’ne girince fikrimi uygulamaya karar verdim. Böylece önce dosyanın adı, sonra teması ve öyküler oluştu. Bu tema doğrultusunda, belirttiğiniz gibi özellikle ilk bölümde, suyun arındırıcı, kurtarıcı, yatıştırıcı özelliklerine öykülerde vurgu yaptım.

'FARKLI OKUMALARA OLANAK SAĞLADIĞIM İÇİN MEMNUNUM'

“Pişdar”, kitapta en etkileyici bulduğum öykünüz. Kahramanının adıyla özdeşleşen konusu ve sonunda açık bir mesajı olan, çoğunlukla fabllarda rastladığımız teşhis ve intak sanatını da kullandığınız bir dönüşüm/değişim/olgunlaşma öyküsü. Karıncalara ilişkin kolektif bilinçaltımızı tersyüz ediyorsunuz. İlk defa bir karıncada bireyciliği, özgürlük arzusunu görüyoruz. Farklı okumalara açık, alegorik bir öykü olarak da nitelendirebiliriz “Pişdar”ı. Bildiğimiz üzere alegoriler tek hikâye ile birden fazla anlam yaratmayı mümkün kılar. Sizce de makbul olan, bir öykünün farklı okurlarda farklı anlamlar uyandırması mı, vermek istediğiniz anlamı doğrudan sezdirmesi mi?

Karıncalar çocukluğumdan beri hayatımda özel bir yere sahip. Çocukken en sevdiğim kitap da bir karınca ile küçük bir kızın öyküsünü anlatıyordu. Pişdar, yaşadığım bir olayın ardından aklımdan çıkmayan bir karınca ile kafamdaki konuların birleşmesiyle doğdu. Yazarken Pişdar’la o kadar bütünleştim ki bir süre sonra onun bir karınca olduğunu tamamen unuttum. Ne zaman ki kitap çıktı oğlum okuyup, “Fabl yazmışsın” dedi, o zaman uyandım. Alegorik bir öykü olduğunu da aldığım yorumlardan sonra anladım. Bir öykünün herkeste farklı düşünce ve tatlar uyandırması çok güzel bir şey bence. Karınca olması sebebiyle siz onun bireyciliğini ve özgürlük arzusunu öne çıkarmışsınız, aldığım yorumların her birinde farklı alt temalar gündeme geldi. Bu açıdan farklı okumalara olanak sağladığım için memnunum.

Suyun Şarkısı, Esmahan Devran İnci, 96 syf., NotaBene Yayınları, 2020.

“Boşluk” öyküsü, “Ferah Apartmanı’na adını veren kişi tahminimce çok nüktedanmış” cümlesi ile başlayıp aynı cümleye vurgu yaparak bitiyor. Bu şekilde birkaç kişinin iç içe geçmiş hikâyesine, bir çerçeve çizerek dağınıklığını önlemek istemiş olabilir misiniz? Zira her ne kadar öykü karakterlerine aşinalık hissetmiş olsam da öykünün anlamsal derinliğine dalamadığımı, duygusuna giremediğimi söylemek isterim. Betimlemelerinizin ve duygu yoğunluğunu aktarmadaki başarınızın yanı sıra, ayrı ayrı hikâyeleri olan öykü kişilerinin çokluğu ve anlatıcı çeşitliliği ile “Boşluk” diğer öykülerinizden ayrılıyor. Bu anlamda “Boşluk” için deneysel bir çalışma diyebilir miyiz?

Boşluk öyküsü, başta olayları yaşayan-gözlemleyen anlatıcı olmak üzere, pek çok kişinin hayata tutunma çabasına dikkat çekiyor. Öykünün başındaki nüktedanlık cümlesi, olayın geçtiği mekânın adıyla tezatlığına dikkat çekerken; öykünün sonundaysa anlatıcının da dediği gibi o nüktedanlıktan ayakta kalma ilhamı doğuşuna vurgu yapıyor. Boşluk’u diğerlerinden ayıran özelliği bana göre olay örgüsünün bir mekân çerçevesinde anlatılması ve mekânın çok öne çıkmasıdır. Öykülerde tekrara düşmemek, okurun farklı tatlar almasını sağlamak için değişik teknikler denediğim doğrudur. Bu açıdan hepsine deneysel denilebilir.

“Fark etmeden” öykünüzde “fark etmemiştim” ifadesini birkaç yerde tekrarlıyorsunuz. Bu vurgu sizce ironi mi, yoksa leitmotif mi? Ayrıca bu öyküde “başına şal örtme ve dua etme” eylemi tekrar edilerek metne ritim kazandırılmış. Yazarken metne estetik veya simetrik değer katma kaygısı duyuyor musunuz?

Her iki tekrarı da leitmotif olarak değerlendirebiliriz. Mimar olmamdan kaynaklı bazı alışkanlıkları yazarken de devam ettiriyorum. Yazıyı matematiksel parçalar bölerek çalışmak, bütünün estetiğine odaklanmak o alışkanlıklardan bazıları. Bu öyküdeki “Fark etmemiştim” tekrarı kafamdaki parçaları bağlayan-ayırandır aynı zamanda.

'HAYATI BİR HARİTA GİBİ GÖRÜYORUM'

Kitabın genel olarak hemen tüm öykülerinde bazen açık, bazen de örtülü olarak, çoğu yerde “yazgı”, kimi yerde de “kader” vurgusu yaptığınızı fark ettim. Öykülerinizden bağımsız, “yazgı” konusunda Esmahan Devran İnci ne düşünüyor?”

Hayatı bir harita gibi görüyorum. Önümüzde çok fazla yol var ve önceden belli bu yollardan hangisine gireceğimize ise seçimlerimizle biz karar veriyoruz. Haritanın bütününü yukarıdan göremediğimiz için genelde kayboluyoruz. O harita yazgı bence.

Ulrich Broich’e göre ideal okur yalnızca yazarın işaret ettiği ikincil metni anlayan değil, aynı zamanda yazarın bu metni metnine neden dâhil ettiğini kavrayandır. Öykülerinizin birkaçında ressam Van Gogh ve Salvador Dali’ye gönderme var, Yunan mitolojisinden ve Mehmet Eroğlu’dan da alıntı yapıyorsunuz. Kitaplarda epigraflar, göndermeler, alıntılar yapılması kimilerince pek hoş karşılanmıyor, bazılarıysa bu tercihi yazarın selam göndermesi gibi algılıyor. Metinlerarasılık ya da sanatlar arasındaki bağ hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Yazar bu bağı açık etmeli mi, metnine mi saklamalı?

Sanat dallarının birbirinden etkilenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Ben de sanattan, mitolojiden çok besleniyorum. Bu etkileşimin yazdıklarıma sızması planlayarak yaptığım bir şey değil. Kafamda çaktırdıkları şimşeklerle metinlere kendiliğinden giriyorlar diyebiliriz.

Öykülerinizin hemen her birinde, gözlemci/tanık anlatıcı, tanrısal anlatıcı, birinci şahıs anlatıcı, çoklu anlatıcı gibi anlatıcılar kullanıyorsunuz. Bu kadar çok ve farklı anlatıcı kullanımını yani bu ses çeşitliliğini özellikle mi tercih ettiniz?

Daha önce de söylediğim gibi okurun öykülerden farklı tatlar almasını önemsiyorum. İlaveten, yolun başında biri olarak yeni teknikler kullanıp hangisiyle nasıl bir sonuç çıktığını keşfetmeyi, değişik anlatım yollarıyla sınırlarımı genişletmeyi de seviyorum.

'YAŞADIĞIM TOPLUM, ORTAM, ETKİLENDİĞİM KONULAR METİNLERİME GİRİYOR'

Öyküleriniz, sosyal baskı, cinsel yönelim, kadına şiddet, ihanet, KHK mağdurluğu, çocuk işçi sorunu, gezi olayları, bireycilik-toplumculuk sorgusu üzerinden düzeni eleştiriyor sanki. Tam burada sormak isterim, yaşadığımız toplumsal olaylarla öykü türü/edebiyat arasındaki bağı nasıl yorumluyorsunuz? Edebiyat sizce yaşamdan sorumlu mu?

Edebiyat yaşamdan sorumlu ya da değil diyemem, bunlar büyük laflar olur. Kendi adıma yaşadığım toplum, ortam, etkilendiğim konular genelde metinlerime giriyor. Bu açıdan bakarsak, sanat yaşamı yansıtan bir ayna bana göre.

Öyküleriniz, farklı atmosferleri, okuru içine alması, merakla ve rahatlıkla okunması özellikleriyle kıymetli metinler. Farkındalığı besleyen cümlelerin altını çizerek okudum. Yazarken belli bir ritüeliniz ya da alışkanlığınız var mı?

Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. En önemli ritüelim sessizlik. Sesler benim için çok uyarıcı, o sebeple bir süredir saat 6’da kalkıp yazıyorum. Sessizlik ile sabahın enerjisi birleşince yazma hızım artıyor.

 “Su gibi daim olunmalı. Yiteni geride bırakmayı bilmeli. Umudu hep canlı tutmalı” diyorsunuz bize kısaca. Gerçekte de öykülerinizin çağırdığı gibi umutvar mısınız?

Kendimi umutvar yerine öykü karakterlerim gibi mücadeleci olarak tanımlamayı yeğlerim.