YAZARLAR

Evim evim güzel evim

Güvenli ve bize ait olan şey, o pek kıymetli mahremiyetimizin mekânı ise evimiz. İnşaat tutkumuzun bir sebebi de bu. Fakat evi uzun zamandır hiç bu kadar yoğun ve çok amaçlı kullanmamıştık.

Arkadaşım mutfağını yenileyecekmiş. Kapıda durup hepimiz parlak fikirlerimizi sıralamaya başladık. Biz Türkiye insanlarının küçücük bir inşaat karşısında bile kapıldığımız heyecanın bir anlık dışavurumuydu yaşadığımız. Şu derin toplumsal fay hattına rağmen sanıyorum hâlâ hepimizi birleştiren en temel şey inşaat.

Pandemide ofisleri terk edip evlere kapanmamızın birinci yılı dolmak üzere. Bizi kurtaracak aşı kampanyaları başladı ama şunu anladık ki eski hayatımıza dönmemize daha var. En azından 2022’den önce bu düzen fazla değişmeyecek.

İnsanlık bundan önce daha da büyük badireler atlattı. Dolayısıyla bu salgın nedeniyle her şeyin geri dönülmez bir şekilde değişeceğini düşünmüyorum. Fakat mutlaka kalıcı etkiler bırakacak. Özellikle çalışma hayatı ve kamusal-özel mekanlarla ilişkimiz bakımından böyle olacak.

Evin anlamı ve kıymeti daha da arttı. Ofis ise büyük bir sorgulamaya tabi tutuluyor. Aslında bizde ev hep en önemli şey. Kamusal alan, yani sokak, kirli ve tekinsiz olan. Güvenli ve bize ait olan şey, o pek kıymetli mahremiyetimizin mekânı ise evimiz. İnşaat tutkumuzun bir sebebi de bu. Fakat evi uzun zamandır hiç bu kadar yoğun ve çok amaçlı kullanmamıştık. Tüm hane halkının her daim birlikte bulunduğu bir yere dönüştü evlerimiz. Kamusal alanlardan çok evlerin salonlarında toplanma, misafir ağırlama alışkanlığı azaldı. O salonlar şimdi ev halkından birilerinin çalışma ve yaşam alanına dönüştü. Tıpkı mutfaklar, oturma odaları hatta yatak odaları gibi… Bazen bir Zoom toplantısına, mesela kerli ferli bir profesörün yatak odasından bağlandığını görmek mümkün. Ya da çok ciddi bir görüşme sırasında çocuğunuzun ekrana atlaması, hane halkından bir başkasının ev haliyle arkanızdan geçivermesi gibi durumlar sıradan sayılıyor. Hatta evde ya da ofiste özel bir alan kalmadığı için otomobilin içinden canlı bağlantıya katılmak pek çoğumuzun başına gelen bir durum. Yani aslında evler bu haliyle bize yetmez oldu…

Yapı Dergisi bir dosya hazırlamış, ‘Bundan sonra kentler nasıl olacak, mekanlar nasıl biçimlenecek?’ diye mimarlara sormuşlar. Temmuz ayında yayınlanan dosyada mimarlar öyle çok büyük değişimlerden söz etmiyor. Ofislerin tekrar eskisi gibi odalara bölüneceği, kamusal mekanların önemini yitireceği gibi görüşler pek itibar görmüyor. Çünkü önemli olan sosyal kültür ve üretim ilişkileri; bunlar temel olarak aynı kaldığı sürece yapılar da ona ayak uyduracak. Pek çok şey aynı kalacak belki fakat son yıllarda birtakım akımlara kapılıp vazgeçtiğimiz ihtiyaçlar, şimdi bir tür zorunluluk gibi kendini gösterecek. Açık ofislerin sıkışıklığını mecburen azaltacağız, toplantı odalarını yeni mesafe kurallarına göre düzenleyeceğiz, kent merkezindeki sıkışık ve pahalı binalar yerine daha sade ve tenha olanı tercih edeceğiz, verimlilik, hijyen ve buna bağlı teknoloji kullanımı daha fazla işin içine girecek…

Yapı Dergisi’nin soruşturmasına yanıt veren mimar Evren Başbuğ, ofis tasarımlarının yeniden ele alınacağını, çalışan merkezli cazip alanlar oluşturulacağını öngörüyor. Tabii bir yandan sadeleşme akımı daha da güçlenecek gibi... İnsanlar sıkışık kent merkezlerinden uzaklaşacak, eski tüketim alışkanlıkları yerini daha güvenli bir hayata dönük harcamalara bırakacak ve bu mekân tercihlerimizi de etkileyecek. Mimar Can Boyacıoğlu da böyle düşünüyor: “Olası sağlık harcamaları için para biriktiren insanlar, lüks tüketimden ve bu lüks tüketimin mimari mekanları kocaman stadyumlardan, devasa alışveriş merkezlerinden ve artık gereksizlikleri tamamen kanıtlanmış gökdelen ofis binalarından kaçacaklar.” Nevzat Sayın da benzer bir şey söylüyor, yaşadığımız alanları ‘dünyanın en büyük yatakhaneleri’ olarak tanımlıyor ve yapı-insan yoğunluğunun yeniden düşünülmesi gerektiğine işaret ediyor. Mimar Ahmet Turan Köksal ise bazı yeni gerekliliklere dikkat çekiyor: ‘İç mekanlarda, hastalar için ve hasta olmaması gerekenlerin bir arada yaşayacağı karantinaya uygun tasarımlar yapmak, uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma için iç mekanlarda özel görüşme mobilyalarının ve mekanları tasarlamak’ gibi. Alkan artık “3+1 ev yerine 3+1 ve 5 kişilik uzaktan çalışma ve eğitime uygun konut demek gerektiğini” söylüyor Yapı Dergisi’ne…Son derece haklı görünüyor.

Galiba pandemi bize en çok açık havaya olan ihtiyacımızı hatırlattı. Açık alanlar, teraslar, avlular, balkonlar bir süre belli ki her zamankinden çok daha popüler olacak. Bu eğlence yerleri için de böyle, işyerleri ve evler için de… Bu nedenle pandemi sürecinin mimarlık anlamında en büyük kahramanı da mağduru da balkon. Uğur Tanyeli’ye göre balkon ‘Türkiye’de küçük bir sahtekarlık’tan ibaret. Mahremiyete uygun bulunmadığı için kullanılmayan, sırf metrekare açlığı ile yaptırılıp sonra kapatılarak eve dahil edilen bir yapı unsuru. Ama eve kapanmalar sırasında ne kadar gerekli bir şey olduğu da ortaya çıktı, kıymeti arttı.
Evlerde boş duran salonları, âtıl yemek masalarını, kullanılmayan çalışma odalarını yeniden keşfettik. Her odada bir canlı yayın bağlantısı gerçekleşirken, her bireyin kendine ait bir alana ihtiyacı olabileceğini gördük. Mutfaklar evin en popüler yerine dönüşünce sadece kahve yapılsın diye tasarlanmış rezidans mutfakçıklarının işlevsizliğini anladık, daha geniş ve fonksiyonel mutfakları arar olduk.

Hükümet faizleri düşürebilirse yakında yeni bir ev alma kampanyası başlatır. Devasa inşaatlar yeniden canlanır mı ve bu yeni ihtiyaçları ne kadar kaale alırlar? Bilmiyorum. Ama bir süredir herkesin eviyle fazla alakalı olduğu Türkiye’de bu yaz bir tadilat kampanyası başlar, bunu görebiliyorum…