Evinizin terapistleri, yıldızlı yalanlar ve şarlatanlar
O kadar berbat bir zamanda yaşıyoruz ki hayatta kalmak, günü, haftayı, ayı bitirmek başlı başına bir mesele. Tüm bunlar şarlatanlığa dev bir alan açıyor. Kaybedecek pek bir şeyi kalmamış insanlara süslü sözlerle hayal sat, dönerse yersin. Ne idüğü belirsiz, yarı belirli ya da bir uzmanlığı varsa da onu kötüye kullanan epeyce insan zamanın bu zorluğundan nemalanıyor.
Zamanımızın afyonu (ya da ayfonu) kişisel gelişim ve ilgili tüm zerzevat şöyle bir temel üzerine kurulu: Birileri bundan çok güzel paralar kazanmıyorsa siz kendinizi iyi hissedemezsiniz. Yani oradan aldığınız ilhamla hissedemezsiniz. Yoksa kendini iyi, kötü, orta şekerli hissetmenin bin bir yolu, nedeni var. Hepsi için muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızdaki pozitif kanda olup olmadığıysa tartışmaya açık.
O kadar berbat bir zamanda yaşıyoruz ki hayatta kalmak, günü, haftayı, ayı bitirmek başlı başına bir mesele. Psikolojik, toplumsal, ekonomik her açıdan. Uzun zamandır böyleydi bu, hayatımızın kötüye, daha kötüye gidişinin ön sıradan seyircisiydik. Ama teselliler daha çoktu, mesela insan insana daha çok sığınabiliyordu. Haftanın çoğunu kös kös evinde ya da zor koşullarda, sağlığını riske atarak gidip geldiği işle ev arasında mekik dokuyarak geçiren insanın elinden cumartesi akşamı eşi dostuyla hoşbeş imkânını da alırsan geriye hayatın kocaman sevimsiz yanları kalıyor. Azımsanmayacak miktarda insan zaten hayal kurmayı pratik açıdan imkânsız kılan bir açlık sınırında, korkunç bir geleceksizlik hissi içinde yaşıyor. Hayatın içinde olmayan hayal imkânı için filmlere, kitaplara sığınmak da giderek zorlaşıyor.
Tüm bunlar şarlatanlığa dev bir alan açıyor. Kaybedecek pek bir şeyi kalmamış insanlara süslü sözlerle hayal sat, dönerse yersin. Ne idüğü belirsiz, yarı belirli ya da bir uzmanlığı varsa da onu kötüye kullanan epeyce insan zamanın bu zorluğundan nemalanıyor.
“Hayal ve çare ticareti” sektöründe öne çıkanlar saymakla bitmez. Ama kişisel gelişim ve ilgili yan alanlar, son dönemin “terapi” odaklı dizilerinin bazıları, mesleğini Twitter başında icra ediyormuş gibi görünen bazı sorumsuz psikoterapistler, gerekli eğitim ve donanıma sahip olmadan iki seminere katılıp kendini psikolog ilan edenler ve popüler astrologların büyük çoğunluğu, bu gruplar arasında başı çekiyor.
Tüm eğlence sektörü, kaçınılmaz olarak insanlara hayal satmak üzerine kuruludur. Yaşanamayan aşkları karakterler üzerinden hissetme imkânından, sınıf atlamaya bir dizi “ya çıkarsa” hayalinin dön dolaş servisi, popüler anlatının bel kemiğini oluşturur özünde. Ama kurmacanın en çamur örneklerinin bile bir “alan razı, satan razı” boyutu var. Gerçeklik, bilimsellik, hayatın sırrını fısıldamak değil, sağlam bir kaçış oralarda temel vaat. Yukarıda sözünü ettiğim türden şarlatanlığınsa böyle bir “gerçek çare, reçete” iddiası var ki, tehlikeli.
Bizimki gibi bir toplumda psikoterapiye duyulan ihtiyacın görünür hale gelmesi, geniş kesimlere ulaştırılmasında kuşkusuz iyi bir yan var. Sosyal medyada etkin olan özellikle kadın psikoterapistlerin bir kısmı gayet de güzel şeyler yapıyor. Taciz, tecavüz, şiddet konularına dair bilgi ve donanımı arttırmak için uğraşanlar, bu grupta mesela. Ama bu içten uzman çabasından çıkıp ancak büyük paralar ve zaman ayırmakla aşılabilecek süreçleri üç beş özlü söze ya da üç bölümde iyileşiveren karakterlere sığdıranlar, suya sabuna dokunmayan Twitter aforizmacıları kuyruklu yalan uzmanları. Bir de bilimsel açıdan iler tutar yanı olmayan astrolojinin önlenemez yükselişi var ki, giderek mide bulandırıcı bir hal almaya başladı.
Bu yazıyı yazmaya oturduğumu söylediğimde eşim hemen “ama sen de astrolojiye inanıyorsun” dedi. “Nasıl yani, öyle mi inanıyorum ben, benimki öyle mi ya!” diye bir sıçradım. Değil ama olduğu kadar kadarından da soğumama ramak kaldı. Bence makul ölçülerde burçlar, karakterler ilişkisine prim verdiğimi söyleyebilirim. Biraz da işin eğlencesi. Kader belirleyen astrolojiye hiçbir zaman inan(a)madım.
Dün dehşet içinde almış başını gitmiş birkaç yeni popüler astrolog girdi çerçeveme. Bu yazıda isim anmak istemiyorum çünkü anıp ekmeklere ekstra yaldız sürmek istemiyorum. Biri mesela, mealen diyor ki, kızlarınızı şöyle güçlü olmalısın, böyle ayaklarının üzerinde durmalısın şiarıyla yetiştirmeyin. Dişil enerjisini baskılarsınız, pasif erkekleri kendine çeker. Kadın kısmısı erkeğin gölgesine sığınmak ister, enerjimiz ve seçimlerimiz hayatımızı belirler. Minnoş minnoş güçlü erkeğinizi bekleyin diyor.
Hem kadınlardan geçiniyorsun, varlığını hemcinslerinin gözünde kurduğun sahte iktidara borçlusun, hem de hemcins aşağılayıcı edalarla erke yanlıyorsun. Gerçekten ayıp.
Buradan yola çıkınca tüm bu gruplarda satılan şeyin bir ve aynı olduğunu idrak ettim yeniden. “Kaderinizi kendiniz belirlersiniz. Başınıza gelen her şeyin sorumlusu sizsiniz.” E sizlere ne gerek var, zaten toplum ve sistem de kadın katillerini, şiddet faillerini bu gerekçeyle savunuyor. “Onun da orada ne işi varmış/ Kadının fendi erkeği idare eder, kadının yeri evidir" demenin süslü püslü yolları bunlar. Yalan yanlış iki üç gündemi tutturduktan sonra görünürlük elde edene kadar kadın haklarını da savunuyormuş gibi yapıp sonrasında istisnasız bu türden yancılığı açık eden bir profil bu ve çok yaygın.
Kadınları aşktan ve seçimlerinden yola çıkarak vurmaya çalışıyorlar. Geçen yazımda değindiğim gibi büyük büyük erkek yazar ve yönetmenler naftalin kokulu aşk ve acı edebiyatıyla yapıyor bunu, bu çakma kanaat önderleri de dişil enerji, eril enerji deyip bunca kazanımı pasifize etmeyi öneren uyduruk bir romantizmle.
Elbette ki seçimlerimizin hayatta belirli bir ağırlığı var. Gönül dediğin, kaygılarından aidiyet hislerine karmaşık bir yumak. Seçtiğin, hayatına kondurduğun şeyden, bilinçli ya da bilinçsiz, belli ölçülerde sorumlusun. Ama bu ne kadına yönelik şiddeti ne günümüzün bitmek bilmez erkeklik krizini açıklar. Sebepleri sonuç gibi gösterip tutmamış kehanetlerle krallık, kraliçelik ilan etmek de sıkı bir günümüz şarlatanlığından başka bir şey değil.
Güçlü kadın olmak, günümüzde türlü biçimde çarpıtıldığı gibi bir nevi demirden olmak, kadınlıkla irtibatını kesmek, şefkat, sevgi ihtiyacını yok saymak değildir. Kendi hayatına, hikâyene, önceliklerine sahip çıktıktan sonra hayatına erkekleri, ilişkileri, evliliği buyur edip etmeyeceğinin kararını verebilmektir. Bir erkekle ilişki herhangi türden “muhtaçlık” çerçevesinde kurulursa gölgesine sığındığın kütük üzerine devrilebilir. Eşitiyle ilişki kurmayı beceremeyen, gücünü kötüye kullanan erkekliğin suçunu kadınların dik duruşuna yıkmayın.
Astroloji rahatlatıcı bir burç muhabbetini aşıp hayatları ciddi ciddi yönetmeye kalktığında, bu zor zamanlarda ciddi bir istismar yöntemine dönüşebiliyor. Bu işlerle daha düzgün ilgilenenler kuşkusuz var, onlar da asla bu popülerliğe erişemiyor. İyisi mi yıldızlara bel bağlayacağınıza açın bugün doğum günü olan Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sını okuyun. Yüzyıl öncesinden verdiği tavsiye, salt yazarlık değil, kendini var etmenin her alanında geçerliliğini koruyor:
“Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!”
Hayallerini, “söz”ünü koşullara rağmen gerçekleştirmeye çalışan, hikâyesinin ana cümlesi gölgesine sığınılacak bir erkek olmayan kadının enerjisi, dişil enerjinin şahıdır. Güç de oradan gelir, aşk da, şefkat de, hayat da. Oradan gelmiyorsa bir şeye de benzemez zaten.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI