Evrim Rızvanoğlu: Enternasyonalizm bayrağını bu kez kapitalist ülkeler dalgalandırıyor

Donald Trump’ın seçimleri kaybetmesi, parlamento binasının basılması, sosyalist Bernie Sanders’in yükselişi… Amerika'daki gelişmeleri yakından takip eden iş insanı ve DEVA Partisi kurucu üyesi Evrim Rızvanoğlu, dünyada yeni bir tür enternasyonalizm dalgası estiğini, fakat enternasyonalizm bayrağını bu kez sosyalist ya da komünist ülkelerin değil, kapitalist ülkelerin dalgalandırdığını söyledi.

Google Haberlere Abone ol

Burcu Özkaya Günaydın

DUVAR - Kamuoyu Evrim Rızvanoğlu ismini, Ali Babacan başkanlığında kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) kurucu üyesi olmasıyla tanıdı. Partinin Genel Merkez Yürütme Kurulu’nda (GMYK) yer alan Rızvanoğlu, aynı zamanda bir iş insanı. Eğitimini California State Üniversitesi’nde iletişim alanında tamamlayan Rızvanoğlu, ardından Florida International Üniversitesi’nde İşletme Yönetimi alanında eğitim aldı. Amerika’nın atmosferini, siyasetini yakından tanıyan, takip eden Rızvanoğlu ile ABD seçimlerini, meclis binasının basılmasını, korona virüsü salgınıyla birlikte yeniden şekilleneceği tartışılan dünya düzenini, ABD’de Bernie Sanders’a artan ilgiyi konuştuk.

'SİSTEMATİK YALANLARIN ÜLKEYİ NEREYE GETİREBİLECEĞİNİN GÖSTERGESİ'

Twitter'da da sürekli değindiğiniz için güncel bir gelişmeyle başlayalım. Amerika'da meclis binasının basılması ve Trump'ın yargılanma süreci ABD ve dünya için ne ifade ediyor?

 Evrim Rızvanoğlu

Amerika'da parlamento binasının basılması yerleşik bir demokrasiye sahip bir ülkede dahi sistematik yalanların o ülkeyi nereye getirebileceğinin önemli bir göstergesi aslında. Yalan, bir ülkeyi felakete sürükleyebilir, özellikle de bu yalanlar iktidarın desteğiyle yayılırsa… Bu nedenle biz siyasetçilerin belki de ilerideki en önemli gündem maddelerinden biri de yalan enformasyon olacak. Çünkü günümüzde Trump gibi popülist ve otoriter eğilimli ihtiraslı liderler, toplumu doğrulardan ve gerçeklerden uzaklaştırarak yabancı düşmanlığına, dini ve milliyetçi bağnazlık üzerine kurulu birtakım mitlere inandırmaya çalışıyor. Böylece toplumu aldatarak onların seçim alanını daraltıyor ve onları kolay ikna ediyorlar. Tıpkı dünyanın pek çok bölgesinde, politikasızlaşan diktatörlerin klişe ve sloganlarla peynir gemisini yürütmesi gibi.

'TRUMP'IN TEK KATKISI, BÜYÜK ŞİRKETLERE SAĞLADIĞI KOLAYLIKLARDI'

Biraz açar mısınız?

Trump başkanlığı kazandığından bu yana kendi taraftarlarını yalanlarla ince ince işlemeye başladı. Meksikalılar tecavüzcü, Müslüman göçmenler terörist… Hatta pek çok Müslüman ülkeye seyahat yasağı bile getirdi. ''Amerika'yı yeniden muhteşem yapacağız'' diyordu ama bunun için bilimsel ve vizyoner adımlar attığı yoktu. "Ekonomi iyi" diyordu ama o alanda da Obama döneminde yapılanların ekmeğini yiyordu. Yani rasyonel olarak Amerika'ya tek katkısı büyük şirketlere sağladığı kolaylıklardı. Pandemi döneminde çok kötü bir sınav verdi. Çok kritik bir konuda bilimdışı açıklamalarda bulundu. Ülkede çok saygın bir bilim adamı olan Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanlığını yapan Anthony Fauci ile çatıştı. Maskenin yararlarını son ana kadar ısrarla reddetti ve yakın zamana kadar takmadı da. Nitekim Bernie Sanders'in patolojik yalancı dediği Trump, kurgusal yalanlar sayesinde taraftarlarının desteğini alıyordu. Çünkü bu yalanlar sayesinde doğru yönetme ve çözme becerisi gösteremediği gerçek sorunlara değil, bir mitolojiye inandırıyordu onları. Din, bayrak, kuru bir vatanseverlik söylemi, yabancı düşmanlığı ve sözde başkanı devirmeye çalışmak isteyen iç düşmanlar üzerine kurulu, komplo teorileriyle harmanlanmış bir kurguydu bu.

'AYAKLANMA BİR GECEDE OLMADI, BİR SÜREÇTİ'

Dünyanın pek çok ülkesindeki otoriter yöneticilerin kullandığı türden standart bir hikayeydi bu. Amerikan halkının sağlık sigortası, düşük asgari ücret derdi varken, tonca para döküp bir duvara yatırım yaptı. Güney Amerikalı göçmenlerin ülkeye girmemesi için uzun ve aslında işlevsiz bir duvar örmeye kalktı. Dolayısıyla ayaklanma bir gecede ortaya çıkan bir şey değil, bir süreçti. II. Dünya Savaşı gibi bir felakete ve Hitler faşizmine tanıklık etmiş olan Hannah Arendt şunu der: Diktatörlük bir gecede meydana gelmez. Yalanlar, propaganda, biz ve onlar şeklinde bilinçli bir bölünmeyi gerektirir. Dolayısıyla otoriter liderler, kutuplaşma yaratarak, hukuksuz davranış ve uygulamalarını hasıraltı ederler. Trump da bunu yaptı ve toplumu kışkırttı. Seçimlerde yolsuzluk yapıldığını iddia etti. Üstelik anayasa mahkemesi dahil pek çok mahkemeye gitti. En sonunda taraftarlarını Washington’a, Meclis önüne davet etti. Hatta onlarla birlikte yürüyeceğini söyledi. Bunun neredeyse bir savaş olduğunu vurguladı ve mücadele edilmesi çağrısında bulundu. Partisinde milletvekillerini yanına toplayarak bir grup bile oluşturdu. Delicesine inşa edilmiş bir çeşit sivil darbe kalkışmasıydı bu.

Şimdi Trump'ın yargılanma süreci başladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Trump kişisel ihtirasları uğruna kendi partisinden vekillerin de canını tehlikeye attı aslında. Göstericilerden bazıları Pence'i (Başkan yardımcısı) asın diye bağırdılar. Ayrıca göstericiler Amerikan Meclisi'ne ırkçılığı ve köleliği simgeleyen konfederasyon bayrağı soktular. Trump'dan nefret eden Meclis Başkanı Nancy Pelosi'nin odası dağıtıldı. Kapılara ''Medyaya ölüm'' yazıldı. Çünkü Trump da medyadan nefret ediyordu. Tabii ki meclis bütün bunları Trump'ın yanına bırakacak değildi.  Demokratlar Trump'ın vatana ihanet ettiğini dile getirdiler. 244 yıllık eski bir demokrasi olan Amerikan demokrasisinin sembolü olan parlamentoyu basmaya halkı açıkça davet etti. Tüm konuşmalarının videoları mevcut. Şimdi Temsilciler Meclisi'nde oylama yapıldı. Kendi partisinden vekiller de Trump aleyhinde oy kullandı ve salt çoğunluk elde edilerek “impeachment” (görevden alınmaya sebebiyet olan suç) süreci başlatıldı. Trump senatoda yargılanacak.

Bu yargılanma dünyaya nasıl bir mesaj veriyor?

Amerikan demokrasisi dünyanın gözü önünde küçük düşürüldü. Ancak bu yargılanma ile şu mesaj verilmiş oluyor: Kendi otoritesini arttırmak için demokratik sistemi ve kurumları taciz eden, zayıflatmaya çalışan, yetki ve kural dışı hareket eden politik liderlerin serüveni mutlu sonla bitmiyor.

Peki sosyal medyanın etkisi nedir bu ayaklanmada?

Tartışmanın bir başka ayağı da o. Bu anlamda Facebook hedefte. Trump yanlısı Nationwide Recound & Audit 2020, Stop the Steal ve benzeri grupların yalan ve komplo teorilerini Facebook gruplarında paylaşıp büyüttüler. Bu anlamda Facebook, bu tür yalan ve nefret üreten gruplara karşı yeterli önlemi almadığı gibi mevcut algoritmalarıyla bu tür grupları kullanıcılara önerdiği için bu grupların hızla büyüyerek etkinliklerini arttırmalarına bile sebep oldu. Öyle ki ayaklanma sonrasında hepimizin bildiği gibi Trump, sosyal medya hesaplarından bu grupları besleyen yalan ve kışkırtıcı paylaşımlarına devam etti. Bu nedenle Twitter hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve bu kez sadece Trump'ın tweetlerine uyarı vermekle yetinmedi aynı zamanda o tweetlere erişimi de engelledi. Sonrasında ise Trump'ın kullandığı hesapların kullanımını süresiz kısıtladı, yani Trump artık Twitter kullanamayacaktı. Aynı şeyi Facebook da yaptı. Bu arada Twitter, Trump yanlısı radikal grupların hesaplarında büyük bir temizlik gerçekleştirdi. Bu kez radikal Trump taraftarları yeni mecralar aradılar. Bunlardan en dikkat çekeni de Parler'di. Hatta bu grupların silahlı eylemler planladıkları bilgileri gelmeye başladı. Ve endişe verici olan şey Parler'de komplo teorileriyle hareket eden bu ırkçı gruplara hiçbir kısıtlamanın olmamasıydı. Nitekim Amerikan kamuoyunun ciddi baskısıyla Parler, hem Google Play Store'dan hem de Apple Store'dan silindi. Hosting şirketi Amazon, aynı platformun web sayfasına erişimi sonlandırdı.

'SANSÜR OLUP OLMADIĞI KAMUOYUNDA TARTIŞILIYOR'

Peki burada bir çelişki yok mu? Amerikan Anayasası'nın 1. maddesi fikir özgürlüğünü güvence altına alıyor. Bu anlamda sosyal medya kurumlarının uyguladığı bu sansürü Amerikan kamuoyu nasıl içselleştiriyor peki?

Bana göre Trump'ın sansürlenmesi konusunda geç bile kalındı.  Çünkü toplumu kışkırtıyor ve bir eyleme sürüklüyor. Seçimde hile yapıldı diyor ki bu doğru bir bilgi değil. Devletin yasal kurumları tarafından onaylanmış seçim sonuçlarına bizzat devletin başındaki isim itiraz ediyor ve taraftarlarını kullanarak kaba kuvvetle sonucu değiştirmeye çalışıyor. Ancak, tabii dediğiniz nokta şu an Amerikan kamuoyunda tartışılıyor. "Bu bir sansür mü, eğer sansürse fikir özgürlüğünü ihlal etmiş olmuyor muyuz" diye soruluyor. Burada şunu netleştirmekte yarar var.  Gerçeği dile getirmek ve o gerçek üzerinden yorum yapmak çok temel bir insan hakkı ve sadece Amerikan Anayasası değil, dünyanın tüm anayasalarının bu hakkı güvence altına alması lazım.

Örneğin baskıcı otoriter rejimlerde, gerçek bir gelişmeyi eleştirdi diye ya da paylaştı diye veya o gelişme hakkında iktidar aleyhinde yorum yaptı diye insanlar hatta gazeteciler cezalandırılıyor. Oysa eleştiri ve yorum yapmak o insanların vatandaşlık hakkı. Çünkü fikir özgürlüğü, en temel insan haklarından biri. Ancak sistematik biçimde belli bir maksat için yalan ve yanlış olduğu ispatlanmış, gerçek dışı ve bilim dışı bir bilgiyi yani bir yalanı yaymak, başka bir şey. "Bunu, fikir özgürlüğü kapsamına almamalıyız" deniyor. Örneğin otoriter rejimlerce desteklenen sosyal medya trollerinin ve o hükümetlere bağlı hareket eden konvansiyonel medya kuruluşlarının manipülasyon yapmaya yönelik ya da itibar suikastı gerçekleştirmeye yönelik olarak yaydığı yalan bilgileri fikir özgürlüğü kapsamına alabilir misiniz? Gerçeği dile getirmenin bir cezası ve sınırı olamaz ama yalanın bir cezası olmalı mı? Bu tartışılıyor şimdi.

'BİDEN, KENDİ ÇİZGİSİ İLE SENDERS ÇİZGİSİ ARASINDA MELEZ BİR YAKLAŞIM SERGİLEMELİYDİ'

Joe Biden yönetimi Amerika'ya ve Dünya’ya neler getirecek, neler değiştirecek?

Joe Biden'ın liderliğindeki demokratlar, aslında açıkça dillendirilmeyen bir koalisyon. Tabii bu koalisyon başka partilerle yapılan bir koalisyon değil, aksine parti içindeki ''establishment'' denilen gelenekselci ve ''progressive''+''demokratik sosyalist'' denilen yenilikçi iki farklı kanadın koalisyonu. Başkanlık aday adaylığı sırasında demokratik sosyalistlerin temsilcisi ve gelenekselci karşıtı olan Bernie Sanders çok güçlüydü. Ancak Demokrat Parti'nin eski gelenekselci yapısı, partinin diğer adaylarını Biden'in yanında bir araya getirip hepsini birden Sanders'ın karşısına çıkardı. Dolayısıyla başkanlık aday adaylığı yarışında Biden, öne geçerek başkan adayı oldu ve Trump'ın rakibi olarak başkanlık yarışına devam etti. Ancak Biden'in ve arkasındaki kitlenin Trump'la rekabet etme gücü yoktu. Bernie Sanders'ın arkasında ise milyonlarca kişiden oluşan genç, dinamik, inançlı ve devletten değişim bekleyen bir kitle vardı. Demokrat Parti'nin yerleşik gelenekselci yapısı, kazanmak için bu kitleyi arkalarına almalıydılar. Bu da Sanders'ın desteğini alarak ilerlemekle mümkündü. Bu nedenle Biden kendi çizgisi ile Sanders çizgisi arasında melez bir yaklaşım sergilemeliydi. Dolayısıyla söylemlerini biraz daha keskinleştirmeliydi. Sanders'ın sürekli dillendirdiği ulusal çapta saatlik 15 dolarlık asgari ücret önerisini ve farklı birkaç projesini hayata geçireceğini açıkladı. Biden 20 Ocak’ta göreve başlayacak ve daha neler olacak hep birlikte göreceğiz.

10 YIL İÇİNDE PETROL KULLANIMININ SONLANDIRILMASI PLANLANIYOR

Benim beklentim, Amerika içinde de dışında da önemli değişimlerin olacağı yönünde. Bir kere Biden, küresel ısınma konusunda Avrupa Birliği ve diğer dünya ülkeleriyle iş birliğine geri dönecek. İkincisi ise Türkiye'de çok dillendirilmeyen ve “Yeşil Yeni Anlaşma” (The Green New Deal) denilen yaklaşık 100 trilyon dolarlık proje. Bu proje küresel ısınma ile de ilintili. Yapılacak radikal yatırımlarla 10 yıl içinde katı atık (petrol, kömür, vs) kullanımını tümüyle sonlandırılması planlanıyor. Bu proje biraz da parti içinde Alexandria Ocasio Cortez'in öncülüğünü yaptığı ilerici kanadın bastırdığı bir proje. Ancak Biden, kendi web sayfasında yer alan bir içerikte, projeyi sahiplenmiş gibi görünüyor. Bu projenin sadece Amerikan ekonomisini değil tüm dünya ekonomisini de dönüşüme uğratması bekleniyor. Petrolün ortadan kalkması ne demek. Bir hayal edin. Otomobillerin tümüyle elektrikli olması ne demek bir düşünün. Dünya sistemi belki de çok yeni bir döneme girecek.  

'DÜNYADA YENİ BİR TÜR ENTERNASYONALİZM DALGASI ESİYOR'

Korona virüsü salgını ile yeni bir dünya düzeni tartışılıyor. Bu düzen Dünya’ya ne getirecek? Kapitalizmin hikayesi ne olacak?  

Ünlü Kanadalı iletişim bilimci Marshall McLuhan 1960'larda dünyayı global bir köye benzetmişti. Global köy kavramı, ülkelerin birbiriyle ne kadar bağlantılı olduklarını vurgulamak için harika bir kavramdı. Bu nedenle çok çabuk yayıldı ve benimsendi. Ancak şimdi dünyada yeni bir tür enternasyonalizm dalgası esiyor. Fakat enternasyonalizm bayrağını bu kez sosyalistler ya da komünistler değil, kapitalist ülkeler dalgalandırıyor. Küresel ısınma ve ardından gelen korona virüsü salgınından sonra dünyada gelişen bir bilinç var artık. Bu bilince göre ayrı ayrı bağımsız ülkeler olsak da hepimiz kesinlikle aynı gemideyiz. O halde bunun verdiği sorumlulukla davranalım. İş birliği yapmamız lazım. Ortak davranmamız lazım ki karşılaştığımız sorunları çözebilelim. Bunun için de çatışmaların artık bir kenara bırakılması gerekiyor. Mesela salgının tekrar yükselişe geçtiği bir dönemdeyiz ve Sudan'da hastane sayısı çok az. Her 10 bin kişiye yaklaşık 6 (5,6) doktor düşüyor. Siz Türkiye olarak, Çin olarak, Almanya olarak bundan bana ne diyemezsiniz. Çünkü kendi evinizin içini süpürmeniz yetmiyor. Eğer Sudan'a yardım etmezseniz orada yayılan virüs gelip size ulaşacak. Çünkü dünya sahiden global bir köy.

Tam da bu bağlamda Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas'ın 2. Marshall Planı önerisini sormak istiyorum.

Evet tam yeri aslında. Eskiden olsa fantezi diye karşılanacak ilginç gelişmeler oluyor dünyada. Amerikan Meclisi'nin basılması gibi olaylar yerleşik demokrasileri kaygılandırıyor. "Bizim başımıza da otoriter-popülist eğilimli bir lider gelirse ne yapacağız" diye kara kara düşünüyorlar. Düşünmek zorundalar da. Amerika'da görüldü ki bu tür liderler her anlamda gelişmiş bir ülkeyi rahatlıkla felakete sürükleyebilirler. Nitekim Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Amerika'ya ilginç bir iş birliği çağrısında bulundu. Amerika’nın 2. Dünya Savaşı sonrası yıkıma uğrayan Avrupa ekonomisini yeniden ayağa kaldırmak için Marshall Planı'nı uygulaması ve bu planın çok başarılı olması gibi. Gelin benzeri bir planı demokrasiyi ayağa kaldırmak için yapalım dedi. Bence olağanüstü yaratıcı bir öneri. Sadece Amerika ve Avrupa değil tüm dünya devletlerinin demokrasiyi koruması ve güçlendirmesi için katılımcı bir Marshall Planı devreye sokması gerekiyor.

'BERNİE AMCA AMERİKAN HALKININ SORUNLARINA İYİ TESPİTLER YAPTI'

Kapitalizmin beşiği ABD'de Bernie Sanders gibi sosyalist bir adamın kitlesel bir karşılığını gördük. Orada sosyalistlerin tekrar sahaya çıkışını nasıl görüyorsunuz? Sosyalizme olan ilgi nasıl yükseldi?

Şimdi dünyada şöyle bir manzara var: Bir yandan Amerika ve AB ülkelerinin başını çektiği zengin ve kökleşmiş demokrasiler öte yandan da zengin, orta halli ya da yoksul otoriter rejimler. Dünyanın eski Batılı demokrasileri, otoriter rejimlerle kıyaslandığında, hayat standartları, insan hakları, özgürlükler, ifade hürriyeti, kişisel güvenlik gibi konularda çok ileri bir noktadalar. Ancak onlarda da halkı sokağa çıkaran sebepler var. Onlarda da hala ekonomik anlamda makul bir hayat tarzını yakalayamayan kitleler var. Amerika'da milyonlarca insanın sağlık güvencesi yok. 2019 yılında 28,9 milyon Amerikalının sağlık sigortası yoktu. 2020 yılında işini kaybeden 5,4 milyon insan sağlık sigortasını da kaybetti. Korona virüsü nedeniyle işini kaybeden evini boşaltmak zorunda kalan, yiyecek almakta zorlanan milyonlarca insan varken, Trump yönetimi 2 bin dolarlık yardım çekini bir türlü Meclis'ten çıkarıp halka yollamadı. Ama öte yandan ordunun bütçesi 686 milyar dolardan 740 milyon dolara çıkarıldı. Yine şirketlere salgın dönemini rahat geçirmeleri için büyük paralar akıtıldı. Büyük sermayedar ailelere vergi indirimi yapıldı. Örneğin Super PAC gibi büyük şirketlerden milyon dolarlarca yardım alan bir kurum, siyasette istediği adayı desteklemek ya da istemediği adayı düşürmek için para yakıyordu. Nitekim bu organizasyon, Sanders’ı  yıpratmak için de kampanyalar yaptı.

Dolayısıyla zor geçinen ve gelecek kaygısıyla bunalan halkın sorunlarına lobicilerin etkisindeki siyasetçiler sahip çıkmayınca Bernie Sanders gibi kendini demokratik sosyalist olarak tanımlayan bir politikacı sahip çıktı ve büyük ilgi gördü. Sonuçta Sanders, büyük bir akım yaratarak sosyalizmi Amerika gibi bir memlekette ana akım bir ideoloji haline getirdi. Üstelik “Taban Hareketi” (Grassroots Movement) denilen bir akım yarattı. Yani kampanyaları için zenginlerden yardım almayı kabul etmedi.  Finansmanını halktan aldığı birer dolarlık beşer dolarlık yardımlarla yürüttü. Hatta bu yardımlarla diğer yenilikçi ilerici adayları da destekledi. Demokratik sosyalizm denilen bu akımın neden tuttuğunu görmek için Sanders’ın söylemlerine bakmak lazım. "Bernie Amca" Amerikan halkının giderek büyüyen kronik sorunlarını çok iyi tespit etti ve hiç bıkmadan ana akım çizgiye göre radikal görünse de bu sorunlar için önerdiği çözümleri dillendirmekten şaşmadı.

SANDERS KLİŞELEŞEN İLİŞKİ KURMA TARZINI BOŞA ÇIKARDI

Amerika'daki ırkçılığa karşı, Amazon gibi dev şirketlerin tek kuruş vergi vermemesine karşı, kredi borcu batağındaki öğrencilerin sorunlarına karşı, sağlık sigortası ve çok yüksek fiyatlarla ilaç satan şirketlere karşı dik durdu. Dolayısıyla insanlar Bernie Sanders'ın etrafında toplandı. Ona güvendiler çünkü adamın hayatı başından beri hep böyle. Birden değişen ve şeytanlaşan bir politikacı olmayacağı kesin. Hayat böyle bir şey; olması gereken olur. Olması gerekeni biri yapmazsa diğeri yapar.  Yani Sanders, yerleşik siyasetçilerin artık klişeleşen halkla ilişki kurma hikayesini ve tarzını boşa çıkardı. Ve dilerim tüm ülkelerde de halk yeni liderler, klasik siyasi söylemler etrafında dönmek değil gerçek sorunların çözümü etrafında dönerler.