Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali 7 Temmuz'da başlıyor

Sponsorsuz, starsız, çok mekânlı, emekten yana, özgürlükçü ve kültürel çoğulcu bir arayışla düzenlenen Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali, Hatay'ın farklı bölgelerinde 7 Temmuz'da başlıyor.

Google Haberlere Abone ol

Ece İdil Ceylan

DUVAR - Söyleşi, atölye, film gösterimi ve konserler dahil olmak üzere farklı bir dizi etkinliğe ev sahipliği yapacak olan Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali, 7-23 Temmuz tarihlerinde Hatay’da düzenlenecek.

Samandağ (7-10 Temmuz) programı ile başlayacak olan festival, Arsuz-Karaağaç (12-14 Temmuz), Defne (17-19 Temmuz) ve Serinyol’da (21-23 Temmuz) düzenlenecek etkinlikler ile devam edecek. Sponsorsuz, starsız, çok mekânlı, emekten yana, özgürlükçü ve kültürel çoğulcu bir arayışla düzenlenme iddiasını taşıyan festival hakkında konuşmak, Evvel Temmuz’un dün ve yarın arasında nasıl bir köprü kurduğunu öğrenmek için festival düzenleme komitesinden Hasan Özgün’le bir araya geldik.

Eski zamanlardan beri insanların üretimle kurduğu ilişkiyi cisimleştiren hasat şenliklerinin tüm dünyada kutlandığını görüyoruz. Almanya’da kutlanan Erntedankfest’ten Hindistan’daki Makar Sankranti’ye kadar pek çok örnek sayabilmek mümkün. Bizim yaşadığımız coğrafyada da, farklı tarihlerde kutlanan pek çok hasat şenliğine rastlayabiliyoruz. Tarımın çözülüşü, kır-kent dengesinin kent lehine dönüşmesi, kapitalist birikim dinamikleri derken bu gibi geleneklerin ya yaşatılamadığını ya da yaşatıldıysa da mevcut anlamını yitirdiğini söyleyebiliriz. Bu gibi koşullar içerisinde Evvel Temmuz nasıl bir tarihselliğe yaslanıyor? Bu festival geleneğinin bugüne kadar taşınabilmesini sağlayan dinamiklerden bahsedebilir misiniz?

Evvel Temmuz, çok derin bir tarihselliğe sahip ve gücünü o tarihselliğin içerisindeki komünal değerlerden alıyor. Çok tanrılı dinlere kadar giden, yaklaşık 4 bin yıllık bir tarihsel geçmişten söz ediyoruz. Mitolojide Temmuz bereket tanrısıdır biliyorsunuz. Geçmişte Temmuz ayında bereket tanrısına o senenin hasadına dair teşekkürleri sunmak ve bir sonraki yılın bereketli geçmesi için dilekte bulunmak için adaklar adanıyor, çeşitli ritüeller gerçekleştiriliyormuş. Binlerce yıl boyunca bu topraklarda, bu coğrafyada yaşayan halklar tarafından bu gelenekler sürdürülmüş. Dini bir ritüelden ziyade, halkın bağrında ürettiği bir komünal gelenek olması sebebiyle bu gelenek coğrafyamızda yaşayan değişik inançlardan, toplumsal yapılardan ve etnik kimliklerden olan halklar tarafından hep devralınmış. Böylelikle emeğin kolektif bir şekilde ortaklaştırıldığı ve ürünlerin paylaşıldığı bir ritüel, bir hasat bayramı olarak Evvel Temmuz günümüze değin gelebilmiş.

Bugün bu coğrafyadaki birçok halkın kültüründe bu geleneğin derin izleri olsa da en diri, en canlı bir biçimde bunu yaşatmaya devam eden halk burada yaşayan Arap Aleviler diyebiliriz. Arap Aleviler, Evvel Temmuz’da ürünlerini toplamış olmanın mutluluğuyla en yakındaki su kaynaklarına gider ve orada geleneklerini sürdürürler. Samandağ’da Hızır Türbesi'nin olduğu kumsala, sahile gider insanlar. Harbiye-Defne civarındaki insanlar köylerden çıkıp meşhur Harbiye-Defne şelalelerine giderler. İskenderun’da, Karaağaç’ta ve Arsuz’da sahillere doğru giderler. Bir yanıyla da halklar için suyla buluşmanın, denize girmenin bir ritüele dönüştüğü bir etkinliktir Evvel Temmuz.

İnsanların farklı zeminlerde bir araya gelmesinin her türlü biçiminin tehlikeli görüldüğü 12 Eylül döneminde Evvel Temmuz şenlikleri de hedef alınmış ve yasaklanmış. Peki yıllar süren baskı koşullarına rağmen bu gelenek nasıl canlanabilmiş? Bu canlanma, Evvel Temmuz’a başka bir anlam yüklenmesini de sağlamış diyebilir miyiz?

Elbette ki. Bir kere yasaklamanın gerekçelerine bakmak gerekiyor. Evvel Temmuz neden egemenleri o dönemde rahatsız etmiş diye baktığımızda az önce tam da bahsettiğimiz gibi bir kolektif etkinlik, komünal değer olması rahatsız edici olması için yeterli olmuş. 12 Eylül Faşist Askeri Darbesi toplumsal olan, halka ait olan, kolektif olan ne varsa silindir gibi ezmek, yok etmek üzerinden hareket ederken elbette ki Evvel Temmuz’un yasaklanması şaşırtıcı değil.

Ama engellemeyi başarabilmişler mi? Tabii ki, hayır! Ağır baskılara, yasaklamalara karşı halk bu geleneklerinden, kültüründen vazgeçmek yerine bu geleneklerini ve kültürünü korumaya alıyor. Geleneklerini, evlerinde, daha kapalı alanlarda, daha gizli bir biçimde saklayarak yaşamaya devam ediyorlar bir süre. Ta ki bu halkın devrimcileri halkın bu komünal geleneklerini, değerlerini yeniden ayağa kaldırıp kamusal alana taşımaya başlayıncaya kadar. Önceleri derneklerde, kurumlarda gerçekleştirilen etkinlikler sonraları piknik alanlarına taşıyor ve ardından bu etkinlikler daha geniş alanlara, salonlara taşınarak en son festival biçimini alıyor.

Burada tabii ki bir ismi zikretmek gerekiyor: Arap Alevi halkının çok önemli bir simgesi, kimlik mücadelesinin de çok önemli bir ismi olan Mehmet Latifeci. Asimilasyona karşı hem Arap Alevi halkının kimlik-kültürel varoluş mücadelesini yürüten hem de bunu halkların kardeşliği zemininde diğer halklarla ve emekçilerle buluşturmaya çalışan bir isim Latifeci. 30 Mart 1995’te dönemin derin devlet çeteleri ve onun yerli işbirlikçileri tarafından katlediliyor. Ama onun tohumlarını attığı, yeniden diriltmeye çalıştığı Evvel Temmuz bugün çok kitlesel bir şekilde halk tarafından kutlanıyor, yaşatılıyor. Bu çok önemli, bu boyutuyla yasaklamalara, engellemelere karşı gerçekten bir isyan, bir duruş anlamı da kazanıyor bu gelenek.

Zaman çizgisinde bugünlere gelelim biraz da. Son yıllarda yaşanan kültürel, siyasal değişimleri göz önüne aldığımızda, festivalin yolu yükselen toplumsal mücadele dinamikleriyle kesişebiliyor mu? Festival programını hazırlarken bu konuda nelere dikkat ettiniz?

Evet, tabii ki. Tam da bu dinamikler üzerinden festivalimizi kurmaya çalışıyoruz. Evet tarihsel, komünal değerler var, bu vurguyu çok yapıyoruz. Ama biz bu tarihsel, komünal değerleri bugün halkların özgürlük eylemleriyle, sosyalist değerleriyle buluşturarak yürütmeye çalışıyoruz.  Bugün kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizme karşı en büyük direniş hatlarından biri olan kadın hareketinin biriktirdiği deneyimleri ve tartışma zeminlerini festivale taşıyoruz. Her yerelde kadın etkinlikleri gerçekleştiriyoruz ve bu etkinlikleri sadece kadın arkadaşların oluşturduğu birimimiz hayata geçiriyor. Bütün etkinliklerde toplumsal cinsiyet kotasına özellikle dikkat etmeye çalıştık. Festivalin kadınlarla, kadınların festivalle buluşma kanallarını keşfetmek için de özel çaba sarf ettik. 

'ÇOK KÜLTÜRLÜ VE HALKÇI BİR FESTİVAL'

Benzer bir şekilde gençlik de festivalimizin çok önemli bir dinamiği. Ali İsmail Korkmaz’ın, Abdullah Cömert’in, Ahmet Atakan’ın memleketinde, onların mücadele ettikleri sokaklardayız biz. Haliyle gençliğin o sokaklarda inşa edilen ruhla buluşması büyük bir önem taşıyor. Gençlik güncel tartışmalar üzerinde kendi etkinliklerini organize ediyor. Kapitalizmin, sermayenin çocukluğu bir sömürü alanına dönüştürdüğü, aslında çocukluğu ortadan kaldırmaya çalıştığı bir ortamda çocuk etkinliklerini çok önemsiyoruz. Etkinliklerin gerçekleşeceği her yerelde çocuk şenlikleri ve atölyeleri olacak.

Elbette ki emekten, işçi sınıfından, ezilenlerden yana bir bakış açımız var ve tüm festival programı bu zemin üzerine kurulu. Söyleşilerde güncel tartışmalar üzerinden emek mücadelelerine dair de konuşacağız. Her geçen gün daha yakıcı bir şekilde hissettiğimiz doğa sömürüsüne karşı, şu anda sermayenin yaşattığı ekolojik yıkıma karşı doğayı ve yaşamı savunma gibi bir derdimiz de var. Bu konuda da etkinliklerimiz olacak. Aslında farklı hatları tek tek saymanın ötesinde bir bütün olarak çok kimlikli, çok kültürlü, özgürlükçü, halkçı bir festivali bugünün güncel ve toplumsal dinamiklerine yaslanarak ve dahası buluşarak gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Festivalin Hatay’ın beş farklı yerinde düzenleneceğini duyurdunuz. Çok sayıda büyük sponsora sahip festivallerin bile başa çıkamayacağı bu yoğunluğu, sponsorsuz bir festival nasıl yapacak? Bu zorlu sürecin hazırlıkları nasıl geçiyor biraz bahsedebilir misiniz?

Herkesin merak ettiği bir konu bu. Tabii ki zor ama pratik zorluğundan daha önce karşılaştığımız şey bilinçlerin bu zorluğu kabul etmiş olması. Çünkü sermaye öyle bir bilinç, öyle bir algı yaratmış ki kendisinden bağımsız bir şey yapmak imkânsız gibi görünüyor herkese. Biz ise tam da bu algıyı yıkmaya çalışıyoruz. Evvel Temmuz’un tarihselliği de bizler için yol gösterici oluyor. Binlerce yıldır sermayenin güdümünde düzenlenmeyen bu geleneğe, komünal değerlere yaslanıyoruz. Karşılaştığımız zorlukları da halkın ve sanatçıların özgücüyle buluşarak aşıyoruz.

Halkın her kesiminin bu festivale kendi olanakları ölçüsünde katkı sunabileceği bir zemin yaratmaya çalışıyoruz. Herkes emeğini katıyor farklı şekillerde. İnsanlar, teknik ihtiyaçlar için elinde olanı ortaya koyuyor. Ekonomik katkı sunmak isteyenler için de dayanışma biletleri hazırladık. Bütün etkinliklerimiz biletsiz ve ücretsiz olacak ama destek olmak isteyen kişiler de karşılığında herhangi bir etkinliğe giriş vizesi sağlamayan, sadece bu kolektif değere bireysel katkıların sağlanmasının önünü açan bu biletleri alabilecekler.

'BAŞKA BİR SİNERJİ'

Festivalin başlamasına sayılı gün kala bayağı yol kat ettik diyebiliriz. Yükselen heyecanı rahatlıkla görebiliyoruz. Bu, sadece bir dizi etkinliğin yapılıyor olmasından ziyade, bu biçimiyle, ortak bir biçimde yapılıyor olmasından geliyor diye düşünüyoruz. Mesela dışarıdan gelen bütün misafirlerimizi burada halkın evlerinde ağırlayacağız. Etkinlik yapacakları mahalle ya da köy neresiyse oradaki insanların evlerinde kalacak dostlarımız. Orada insanlarla kalkıp birlikte kahvaltı yapacaklar, etkinlik alanına birlikte gidecekler. Biz burada başka bir şeyin oluşacağını, burada oluşacak sinerjinin başka şeylere ışık tutacağına inanıyoruz.

Festivali hem halkın hem de sanatçıların özgücü ile yapacağınızı belirttiniz. Peki içinde olduğumuz bu ekonomik kriz koşulları içerisinde ekonomik olarak oldukça zor günlerden geçen sanatçılar için bu ekstra bir zorluk yaratmıyor mu?

Mevcut üretim ilişkileri içerisinde sanatçıların bırakın üretim yapmayı hayatta kalabilmesi bile oldukça güçken pandemi zorlukları iyice katmerlendirdi. Maalesef sanatçı intiharlarını gördük, görmeye devam ediyoruz. Biz aslında sanatçıların var olabilmesinin, üretimlerini sürdürebilmesinin koşullarının ortaya koymaya çalıştığımız bu değerler zemininde yattığını düşünüyoruz. Yani bu sistemin sanatçılara reva gördüğü bu ortamdan, bu koşullardan kurtulmanın yolu, sermayeyi merkezine alan, onu kutsayan ve kendini ona endeksleyen bir tarzdan kopmakta yatıyor. Biz tüm sanatçı dostlara da bu koşullardan kurtulmanın yolunun dayanışmadan ve mücadeleden geçtiğini ısrarla söylüyoruz. Burada sermayeden bağımsız, dayanışmacı, kolektif bir tarzı büyütmek için çabalıyoruz. Biz bu çağrıyı yaptığımız andan itibaren çok sayıda geri dönüş aldık. Pek çok sanatçı dostumuz, tiyatro grubu, müzisyen, farklı alanlarda performanslar üreten sanatçı dostlar bu çabaya destek olmak istediklerini belirttiler. Öyle ki bu destek taleplerinin tamamına cevap üretemedik. Teknik, zamansal kısıtlardan ötürü hepsine en azından bu senelik yer veremedik. Ama önümüzdeki sene bunu daha da genişletebileceğimizi ümit ediyoruz.

Bu çabamız ve aldığımız dönüşler sermayenin hegemonyasını aşan bir yerden de kültür sanat üretiminin yapılabileceğini göstermiş oldu. Böyle bir dayanışmayla ve kolektivizmle sahne sorununun nasıl ortadan kalkabileceğini, sanatımızı icra ederken karşılaşılan halkla buluşturma sorunsalının dayanışma ile nasıl aşılabileceğini ve tüm bunları yaparken de en temel ihtiyaçlarımızı nasıl birlikte karşılayabileceğimizi önümüzdeki günlerde daha yoğun bir şekilde deneyimleyeceğiz.

Hâlihazırda Hatay’da 20’den fazla yıldır düzenlenen bir Evvel Temmuz festivali var. Neden bir festival daha diye sorsak…

Bu soruyla sıklıkla karşılaşıyoruz. En sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim. Biz var olan festivale karşı bir festival daha ekleyelim derdiyle yol çıkmadık. Kendimizi mevcut festivalin karşısında konumlandırmıyoruz. Öyle bir derdimiz, tartışmamız yok. Şimdiye dek düzenlenen ve bu yıl da Samandağ’da düzenlenecek festival de hepimizin festivalidir. Kaldı ki hâlihazırda 20 yılı aşkın bir süredir süren bu festivalin de yaratıcıları arasındayız. Şu anda bizim organize ettiğimiz festivalde koşturan pek çok arkadaş, o festival için de uzun yıllar emek verdi. Biz o festivalin karşısında miras tartışması yürüten ya da rekabetçi bir mantıkla bir etkinlik yapmıyoruz. Biz bugünün farklılaşan ihtiyacı üzerinden yeni bir paradigmayı keşfetme ve buna uygun bir festival üretme derdimiz var.

Bugünün kolektif, sermayeden bağımsız festival tarzı nasıl olabilir sorusunu cevaplandırmaya, pratikte bunu halkla birlikte inşa etmeye çalışıyoruz. Halkın ve sanatçıların özgücüne dayanan bir etkinliği inşa etmek için çabalıyoruz. Büyük sahnelere sıkışmış etkinliklerden sıyrılarak festivali sokaklara, mahallelere, yaşam alanlarına taşıma gayreti içerisindeyiz. Halkın sadece dinleyicisi ya da seyircisi olduğu edilgen konumdan çıktığı, tıpkı eski Evvel Temmuz ritüellerinde olduğu gibi bizatihi festivalin yaratıcısı, bizatihi festivalin organik bir katılımcısına dönüştüğü bir tarzı inşa etmeye çalışıyoruz.

Bu arayışıyla çıktığımız yolda ilk önceliğimiz mevcut festival komitesiyle bu arayışı ortaklaştırmak, onlarla tartışmaktı. Festivali kendi özüne, temsil ettiği değerlere döndürelim ve öyle yürüyelim istedik. Ama açıkçası bu konuda en azından bu yıl çok başarılı olduğumuzu söyleyemem. Yine de bu süreci çok olumsuz görmüyoruz. Bugünün siyasal konjonktüründe daha fazla festivalin, daha fazla etkinliğin, bu noktada çeşitliliğin artmış olması daha faydalı olacak, daha çok nefes alma alanı yaratacaktır diye düşünüyoruz. Belki bu sene yaratılan bu ayrı ayrı deneyimler önümüzdeki yıllarda ortak bir mecrada buluşup daha büyük sinerjiler de yaratabilecektir.

'BU FESTİVAL GELECEKTEN GELEN ŞİİRDİR'

Festival geçmiş ile bugünü bağlamak gayesinde belli ki. Çağrı metninde bir de Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde geçen “On dokuzuncu yüzyılın toplumsal devrimi, şiirini geçmişten değil, yalnızca gelecekten çıkarabilir" tümcesine göndermeyle “gelecekten gelen şiir”e vurgu yapılmış. Peki bu festival gelecekten neyi çağırıyor bugünlere? Ya da soruyu şöyle soralım, festivalin gelecekle kurmaya çalıştığı ilişkiyi nasıl tanımlayabiliriz?

Evet, festivalimizin en önemli metaforlarından biri bu. Bu festival gelecekten gelen bir şiirdir. Peki gelecekten ne anlıyoruz? Sınıfsız, sömürüsüz, kimsenin aç yatmadığı, kimsenin dilinden, kültüründen, kimliğinden, inancından ötürü ötekileştirilmediği bir gelecekten bahsediyoruz. Eşitliğin, özgürlüğün, adaletin olduğu bir gelecekten bahsediyoruz. Bu festivalin özü, büyüsü budur. Biz bu geleceği bugüne taşımaya çalışıyoruz. Tabiri caizse geleceği bugüne ışınlamaya çalışıyoruz.

Gelecek tahayyülümüze benzer bir şekilde festivalimizin tüm sahneleri, etkinlikleri performansları, panelleri, söyleşileri cinsiyetçiliğe, türcülüğe ve ırkçılığa kapalıdır. Bizim festivalimizin sahnesi sömürüye ya da emek sömürüsü üzerinden yaratılan sermaye birikimlerine ve bunların meşrulaştırılmasına kapalıdır. Şöyle düşünün, emekten yana bir festival yapacağız ama kapılarında maaşlarını alamadıkları için direnen işçilerin sürüklendikleri firmaların, şirketlerin büyük sponsorlukları olacak! Tabii ki yapamayız! Ya da savaş karşıtı, barıştan yana bir festival yapacağız ama savaş politikalarını destekleyen, körükleyen, o işin aracısı olan siyasetçileri festivalde sahneye çıkaracağız! Mümkün değil!

Gelecekten gelen şiiri, halkın geçmişten biriktirerek bugüne getirdiği komünal değerlere yaslanarak, bugün halkın ihtiyaçlarını temel alan bir duruşla birleştirerek inşa etmenin peşindeyiz. İzninle bu festivale katkı sunanlara da bu röportaj vesilesiyle teşekkür etmek istiyorum. Genelde sponsorlara teşekkür edilir ya, aksine varlığımızı güçlendiren, bize yol gösteren isimlere teşekkür etmek istiyorum. Sokrates’e teşekkür etmek istiyorum. Marx’a teşekkür etmek istiyorum. Büyük köle ayaklanmalarıyla tarihin gidişatına yön vermiş olan Spartaküs’e teşekkür etmek istiyorum. Ernesto Che Guevara’ya, Rosa Luxemburg’a, Yılmaz Güney’e, Cemil Hayek’e, Leyla Halid’e, bu ülkede ya da dünyanın dört bir yanında yüreği özgürlük için atan halkların eşit, özgür, kardeş yaşayabileceği bir dünya yaratmak için mücadele eden bütün dostlarımıza festivale katkıları nedeniyle teşekkür etmek istiyorum. Bu festivale Türkiye’nin dört bir yanından hiçbir ekonomik karşılık beklemeden hatta kendileri özel emekler vererek gelip katılacak olan bütün sanatçı dostlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Teşekkürün en büyüğü, birlikte bir değer yaratacağımız ve bu festivalin her aşamasını ilmek ilmek büyük bir heyecanla ören halkımıza gitmeli. Bütün halkımızı 7 Temmuz’da Samandağ’da başlayıp 23 Temmuz’da Serinyol’da sonlandıracağımız etkinliklerimize bekliyoruz. Gelin gelecekten gelen bu şiiri birlikte okuyalım.