Ey sendikacılar, mücadeleden kaçamazsınız!
Üç işçi konfederasyonu başkanı, emekçilerin yaşadığı sorunları ve taleplerini dile getirdi. Türk-İş Başkanı Atalay, sorunların çözümlenmemesi halinde durumu değerlendireceklerini söyledi. Hak-İş Başkanı Arslan da, mücadele konusuna hiç girmedi. DİSK Başkanı Çerkezoğlu ise, ortak sınıfsal mücadeleye vurgu yaptı. Türk-İş ve Hak-İş, mücadeleden “yan çizmiş” gibi gözüküyor…
İşçi kesiminde örgütlü üç konfederasyonun başkanı önceki gün Ankara’daki Türk-İş Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi. Türk-İş, DİSK ve Hak-İş başkanlarının düzenlediği ortak toplantıda, çalışanların yaşadığı sorunlar ve talepleri dile getirildi.
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, yaşanan ekonomik krizin geçmiş krizlere hiç benzemediğini belirterek çalışan ve emeklilerin artık dayanma gücü kalmadığını ifade etti ve “Bizi köle, maraba zannediyorlar” dedi.
Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan da, emekçilerin milli gelirden aldığı payın azaldığını, Türkiye’nin gelir adaletsizliğinde en ön sıralarda yer aldığını kaydetti.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da, içinde yaşanılan koşulların siyasal iktidarın uygulamalarından kaynaklandığını belirterek üç konfederasyonun 10 maddelik taleplerini sıraladı.
Bu talepler, özellikle vergide adalet, asgari ücretin artırılması, en düşük emekli aylığının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi, sendikal örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması yönündeydi.
AKTİF MÜCADELEDEN, MİTİNGTEN SÖZ YOK
Gazeteciler, bu taleplerin yerine getirilmemesi halinde sendikaların ne yapacaklarını sordular. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, üç konfederasyon olarak durumu değerlendireceklerini, çeşitli illerde, bölgesel düzeyde basın açıklaması yapacaklarını ve nihayetinde Ankara’da büyük bir açıklama yapabileceklerini ifade etti.
Türk-İş Başkanı Atalay, daha somut bir biçimde AKP iktidarını zorlayacak eylemlerden, miting yapılmasından söz etmedi.
Hak-İş Başkanı Mahmut Arslan da, özellikle muhalif belediyelerdeki işten çıkarmaları dile getirdi, mücadele konusunda somut bir öneri yapmadı.
DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu ise, ortak bir sınıfsal ve siyasal mücadelenin önemine değindi.
Sonuç itibariyle basın açıklamasından yansıyan izlenim, Türk-İş ve Hak-İş’in AKP Hükümeti’ne karşı ciddi, aktif bir mücadeleden kaçındığı, amiyane tabirle “yan çizdiği” şeklinde özetlenebilir.
DİSK ise böyle bir mücadeleden yana, ancak gücünün sınırlı olması nedeniyle tek başına yapacağı mücadele yeterli olmayabilir.
GEÇMİŞTEKİ 'SATIŞLAR'
AKP dönemindeki bu üç konfederasyonun ve diğer emek örgütlerinin tavırlarına bakmakta yarar var.
AKP Hükümeti, 2008 yılında sosyal güvenlik haklarını büyük ölçüde gasp eden bir yasayı gündeme getirdi. Üç işçi konfederasyonu, yasaya karşı ancak 13-14 Mart 2008’de iki saatlik uyarı eylemi yaptı. Bu uyarı eylemi bile hükümete geri adım attırdı. AKP Hükümeti, sendikalarla görüşmeyi kabul etti. Üç işçi konfederasyonunun da içinde bulunduğu Emek Platformu’nun yasayla ilgili “5 kırmızı çizgisi” vardı.
Bunlar, emekli aylığı bağlama oranlarının düşürülmemesi, refah payının indirilmemesi, sağlıkta katkı payının kaldırılması gibi konulardı.
Türk-İş ve Hak-İş, daha sonra hükümetle özel bir görüşme yaptı. Bu iki konfederasyon kırmızı çizgilere uymadı, hükümetle anlaştı. Sonuçta Emek Platformu bölündü, hak kayıpları gerçekleşti.
TEKEL DİRENİŞİ VE DİĞERLERİ
Tekel işçisi, güvencesiz bir istihdam biçimi olan 4/C statüsüne karşı Ankara’da 78 gün direndi. Mücadeleci bir sendikal anlayışın gerekliliğini ortaya koydu. Ancak başta Türk-İş olmak üzere işçi konfederasyonları, 26 Mayıs 2010 Genel Eylemi’ni gerçekleştirmeyip geri adım attı. Sendikal bürokrasi, işçi mücadelesi önünde ciddi bir engel oluşturdu.
Öte yandan AKP Hükümeti, 2011 yılında Torba Yasa denilen bir kanunla güvencesiz çalışmaya olanak sağlayan, düşük ücreti öngören ve sermayeye kaynak aktaran bir kanunu TBMM’den geçirdi.
2.5 aylık yasalaşma sürecinde sendikalar yeterli derecede etkili olamadı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB etkin bir tavır almaya çalıştı. Ancak Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen ve Memur-Sen aktif mücadeleye katılmadı. Türk-İş üst yönetimi, mücadele yerine kulisi tercih etti.
Sendikalar, 2016 yılındaki Kiralık İşçilik Yasası’na karşı da imza kampanyaları, basın açıklamaları ya da sınırlı bir kitlenin katıldığı eylemler yaptılar. Etkin bir muhalefet göstermediler.
Oysa daha önce 3 işçi konfederasyonun etkili tavrı, 2009 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından yasanın veto edilmesine neden olmuştu. Mayıs 2016’da yeniden gündeme gelen kanuna karşı sendikalar ciddi bir tepki göstermediğinden Kiralık İşçilik Yasası rahatlıkla TBMM’den geçti.
SENDİKAL VE SİYASAL MÜCADELE
Hak-İş yönetiminin büyük ölçüde AKP yanlısı olduğu, Türk-İş yönetiminin de iktidarla iyi geçindiği bilinen gerçeklerdir. Ancak koşullar, bu “yandaş” iki konfederasyon yönetimini bile zorlar hale getiriyor.
Tabii ki gerçek zorlamayı, bu konfederasyonların tabanlarının yapması gerekir. Yerel düzeyde de ilerici, emekten yana sendika şube yönetimleri ve işyeri temsilcilerinin böyle bir baskıyla üst yönetimleri aktif bir mücadeleye zorlamaları gerekli gözüküyor.
Sonbahardan itibaren geçim koşullarının daha ağırlaşması karşısında toplumsal muhalefetin hareketlenmesi, sendikaları bir ölçüde harekete geçirmesi ve özellikle de siyasal mücadelenin, emekten yana parti ve kuruluşların daha etkin tavrıyla erken seçimi de gündeme alan bir mücadelenin yürütülmesi mümkün olabilir…