Eylem planını Sözleşme’nin alternatifi gibi yutturmaca
Planın en çok dikkat çeken kısmı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılsa bile şiddetle mücadelenin zaafa uğramayacağı safsatasına ikna etmek için takvimin bir kez daha kurnazlıkla kullanılmasından ibaret.
Ne kurnazlık ama… Aylardır düşünüp kendi kendilerini içine düşürdükleri sıkışmışlık halinden kurtulmanın yolunu takvim oyunlarında bulmuşlardı ama yetmedi. Takiben sembolizme sığındılar. Hem ne sembolizm… Kadınların aklıyla alay etme üzerine kurulu, 1 Temmuz'a hapsolma haliyle Külliye illüzyonundan ibaret. Neymiş efendim, 1 Temmuz'da kadına yönelik şiddetle mücadele için alay-ı vala ile eylem planı açıklanacakmış. Bin kişi davet edilmişmiş de, aman efendim pek önemliymiş de… Yok efendim kadına yönelik şiddetle mücadele alanında boşluk bırakılmayacakmış da… Aile Bakanlığı genelge de yayınlamışmış da… Bir dünya ıvır zıvır… Danıştay yürütmeyi durdurma istemini görüşme işini, İstanbul Sözleşmesi hakkındaki iç hukuka aykırı fesih kararının yürürlüğe gireceği 1 Temmuz sonrası ve en erken 2 Temmuz'da görüşeceği takvim oyunları yapar. Bu oyunları açığa çıkaracak basın açıklamaları engellenir. Anayasal haklar “anayasadan başka kanunlar da var” sözleriyle yasaklanır. Kamu kurumlarının önünden geçmek yasakmış gibi aracımız silah doğrultularak yol ortasında durdurulur.
Külliye gece yarısı telefonlarıyla kadın örgütlerini görüşmeye davet eder. Devlet ciddiyetinden bu denli uzak davetin içeriği bile açıklanmaz. Dindar kadın örgütlerinden sadece bazılarının katıldığı bu toplantıya gitmeme kararı alan pek çok örgütten sadece birisi gitmeyen tek örgüt olarak basına lanse edilir. Bir başkası kendisini en büyük kadın örgütlülüğü olarak sunmaktan hicap etmez. Diğerleri bu gayri ciddi davete icabet etmeyiş nedenlerini bile açıklamaktan mahcubiyet duyar gibi sessiz geçiştirir. Cumhurbaşkanına hitaben “kadına yönelik şiddetle mücadeleyi konuşmak istiyorsan önce İstanbul Sözleşmesi fesih bildirimini geri çekmelisin” çağrısı tek ve gür sesle yankılanmaz bu ülkede. Çünkü davet o kadar ciddiyetsizdir ki gerçek mi değil mi sorusuna cevap bulmaya çalışılırken toplantı olmuş bitmiştir bile. Ve o toplantıda kadınların aklıyla bir kere daha alay edildiğini katılımcıların anlatımıyla bir kez daha görürüz. Kadınlar oraya 1 Temmuz günü eylem planı açıklanacağı müjdesi verilmek için çağırılmıştır.
Eylem planına geçmeden önce bir gerçeği vurgulamakta yarar var. Perşembe günü, bizim basın açıklamasını Danıştay’ın uzağında ve kaçak göçek gerçekleştirişimizden birkaç saat sonra başlayan bu toplantıda ve bir iki gün önceki komisyon oturumlarında söyledikleri gibi pek çok dindar kadın örgütü, İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini vazgeçilmez temel unsur olarak gördüklerini belirttiler. Ancak dindar ve seküler kadın örgütleri arasındaki mesafeyi kapatıp ortak söz üretme ortamına ulaşamadığımız sürece iki ayrı kutuptan yükselen iki benzer sözün iktidar politikasını şekillendirme gücüne ulaşması mümkün değil. Her kesim kendi köşesinden konuşurken benzer içerik üretiyor olmasına rağmen bırakın kelimeleri, kavramları metinlerin noktası virgülü bile aynı olsa aynı ses tonuyla dillendirilmediği gerekçesiyle mesafelerin kapanmasına kimse yanaşmıyor. İktidarın beceriyle kullandığı kutuplaştırma politikasına eşlik eden kurnazlıklarıyla mış gibi yapıyor olduğu gerçeğini perdeleyebilmesi de cabası. Her iki taraftaki örgütsel ve kişisel egoların aşılamazlığı da sorunları aşmanın önündeki en büyük engellerden… Öyle ki EŞİK-Eşitlik için Kadın Platformu gibi bu siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı kadın hareketi ile sınırlı kalsa bile kırmayı amaçlayan, az çok başaran bir yapıyı, iktidar diliyle töhmet altında bırakmaya yönelenler az değil. Demokratik karar alma yöntemleri nedeniyle karar almakta gecikmesine rağmen anti demokratik olmakla suçlanabiliyor. İktidarın elinin uzanmadığı bir yer yok malum ve toplumsal siyasal kutuplaşmanın kırılması, kadın hareketlerinin bu kutuplaşmış ortamdan azade kalarak ortaklaşması en çok iktidara zarar elbet ve muhalefeti bölme işinde kadın örgütlerini ihmal edeceği düşünülemez bile.
Neyse 1 Temmuz'da, İstanbul Sözleşmesi'nin alternatifi imiş gibi topluma yutturulmak istenen eylem planına geleyim artık. Geleyim de söylenecek pek fazla bir şey yok. En çok dikkat çeken kısmı dindar kadın örgütlerini ve seküler olsa da iktidara yakın duran kesimleri İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılsa bile kadına yönelik şiddetle mücadelenin zaafa uğramayacağı safsatasına ikna etmek için takvimin bir kez daha kurnazlıkla kullanılmasından ibaret. Ki katılan örgütler arasında bu aldatmacayı görmeyenlerin çokluğu azap verici. Tarih boyunca hep olduğu gibi kadın örgütleri bir kez daha hükümet politikaları ile eşitlik ilkesinden uzaklaşma yönünde taviz vermeye hazırlar, yazık ki inandıkları için verilen tavizler bunlar. İnanmak gafletiyle bu açıklanacağı muştulanıp dört yana davetiyeler salınan –bu defaki gece yarısı tel emri değil bildiğin davetiye– her beş yılda bir yapılması gereken eylem planı bu. İstanbul Sözleşmesi’ne alternatif değil. Sözleşme ve 6284 gibi yasal mevzuatın uygulanması için gerçekleştirilen rutin işlemi kadın seçmenlerine iş yapıyormuş gibi göstermek üzere kullanıyor. Bir nevi savunma pozisyonu…
İlk bakışta "İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz" sloganlarına karşı idarenin meydan okuması gibi algılanabilir. Ancak Danıştay’a yani hukuka karşı savunma vermeyen, bekleten, davalı idare yani doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı, kadın seçmenlerine karşı savunma ihtiyacı duymuş ki bu tarihi seçiyor rutin işlemi duyurmak için. Üstelik o eylem planı hazırlanırken pek çok katılımcının İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi hakkındaki temel görüşlerini içermeyen metin haline getirilmiş olarak. Ki Adalet Komisyonunda kabul edilmiş olan yeni reform paketinde çocuk istismarı suçu dahil olarak somut delil aramaya karar vermiş bir hükümetin erkek şiddetiyle mücadele edeceği varsayımına inandırıyor da. İnanmayanlarla kuşku duyanların bir araya gelemediği ortamda bir süre daha gemisini yüzdürüyor iktidar. İstismar edilen çocukların, şiddet gören kadınların, onur yürüyüşüne bile izin verilmeyen LGBTİ+ların insan haklarını yok sayma pahasına çıkacağı kıyı neresi olacaktır, hiç düşünmeden.
Böyle tuhaf şekilde yazınca ister istemez aklıma düşen biz istemişiz Allah da vermiş, müstahakmışız sözüyle bitecek bu yazı.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024
Kent uzlaşısına kayyım atandı 01 Kasım 2024
Meclis etki ajanlığı teklifini reddetmeli çünkü… 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI