YAZARLAR

Ezilmişlerin ikonografisi

Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı ilk yüzyıllarda kilise Kutsal Kitabı halklara anlatmakta çok zorlanıyordu. Fakat çok etkili bir yol buldular: İnananlara dini belletmenin en iyi yolu görsel temsillerdi. Sanat Tarihi bu görsel külliyata İkon dedi. Ressam İsmail Yıldırım geçmiş çağların bu sanat birikiminin biçim özelliklerini yeniden işliyor. Ve kadınlar başta olmak üzere, ezilenlerin kendilerini ve ezenleri anlayabilmesi için İkon Katalogları yaratıyor.

8 Mart bu yıl da geldi geçti. Gün akşamlıdır.

Fakat işte dönüyor dünya suları, sırları, akşamı, sabahı ve bütün zamanlarıyla; dönüyor şiddeti, şirreti, renkleri ve sesleriyle.

Ve... biz keşke her an yeniden öğrenebilsek: dünya; nesneler, toprak parçaları, sınırlar değildir. Dünya, insanın anlamlı kıldığı ilişkilerin sevgisi, çelişkisi, sonsuzca akışıdır.

***

Kuruyor yalanla, kabalıkla ve çıtkırıldımca sevilen her yüz.

Kurutuyor bizi, uğruna cinayetler işlenen sevgisizlik “sevgisi”.

Bir “özgürlükler” hapishanesi olan kapitalist toplumlarda, bütün kabalıklar bizi kendisine benzetmeyi amaçlayarak işliyor. Örneğin erkeği kadına zulmetmenin kaba, korkak bir parçasına dönüştürerek işliyor dünya.

Demişim, diyorum.

Öldürülmüş kadınların acısı, öldürülme korkusu bu tür saldırganlıkların tehdidi altında yaşamak zorunda kalan kadınların yüzüne, davranışlarına değişik biçimlerde yansımaktadır. Ressam Yıldırım, resimleri bu bakımdan da bir katalog olarak okunabilir.

***

Ve 8 Mart’ların da simgesel başka günlerin de önünü arkasını daha çok düşünmemiz için sanata, bilime, edebiyata olan gereksinme dönüyor içimizde.

Ressam İsmail Yıldırım’ın Paris’in Bellevill semtinde, 1 Ocak 2023’te açtığı sergi, İran’da katledilen “Mahsa Amini: Yaşam, Kadın ve Özgürlük” temasına odaklanıyordu.

Yıldırım, bu eserlerini 7 Mart 2023’te Ankara’ya Sevgi Sanat Galerisi’ne taşıdı. Sergi 25 marta kadar görülebilir.

***

İsmail Yıldırım; kadına uygulanan her türlü şiddeti, her garezi, her iteklemeyi, hâkim sınıf ve cins baskısını on yıllardır tuvaline taşıyor.

Türkiye’nin sokaklarında, evlerinde, Kürt topraklarında öldürülen kadın da, İran’da İslami berduşlukla öldürülenler de, kömür ocağından ya da denizden dönecek erkeği beklemeye mecbur bırakılmış olan da, sevmedeki yücelik ve hüzünlü boşluk da ressamın aklında, tuvalinde dönüyor.

***

Yıldırım’ın resim külliyatına dikkatle bakan her göz, O’nun ikonlar yaratarak ezilmişler için kataloglar yarattığını söyleyecektir.

***

Türkiye kadın cinayetleri ve kadına şiddet bakımından tutulan uluslararası listelerinde en üst sırada yer alıyor. İ. Yıldırım kadına karşı yapılmış ve yapılması olası zalimliklerin karşısında sadece birer gazete haberin olmanın ötesinde, Çığlık’ın bir büyük adım olduğunu düşünerek olup biteni tuvaline taşıyor...

Ressamla sohbetlerimizde, O da buna vurgu yapmaktan geri durmuyor: “İsa'nın çarmıha gerilmesi hikayesi benim için ilginçtir. Ben, 'Mahsa Amini: Yaşam, Kadın ve Özgürlük' sergisine giren resimlerimde de ondan önce mazlum kadınları çalıştığım işlerimde de (Heykel veya resim) onları İsa'nın mazlumluğunun yerine koydum.”

***

Bu hem ikonalara bir gönderme hem ezilenlerin imge dünyası bakımından bir sürekliliktir; dahası “tarih değişiyor” dediğimizin, ezilenler için henüz olamadığı, oluşmadığı düşüncesini birbirine bağlıyor.

***

Bu dediğimi anlatmaya çalışırken işler çatallanacak biliyorum. Ancak önce yakın tarih:

1990’lı yıllar... Faili meçhul cinayetler, beyaz Toros'la kaçırılanlar, domuz bağıyla işkence edilerek öldürülenler, tarikatların işkence ve Mezar Evleri, Kürdistan’da toplu katliamlar, gözaltında 'kaybedilenler ... Ezilenler için 90’lar bunlar demektir...

İsmail Yıldırım; 1990’lı yıllarda “Hizbulkontra” da denen Türkiye Hizbullahı’nın “mezar ev” ya da “ölüm evleri” denen evlerinden birinde ölü bulunan Müslüman feminist yazar Konca Kuriş’ten yola çıkarak bir dizi resim yaptı.

***

Yıldırım, İKONYA (Konya’nın Antik Çağ’daki adı) serisinde, tam bu yılların ve koşulların içindeki bir hikâyeyi çıkış noktası yapıyor.

Unutmuşlar için özet:

“Ben imanlı feministim” diyen, bu düşünüşle gazetelerde, dergilerde yazılar yazan bir kadın. Adı Konca Kuriş. Bu kadın 1987 yılında Nakşibendi tarikatıyla tanışır. Ancak bir süre sonra, “Allah’la kul arasında bu tuhaf elçilere, tarikatlara, şeyhlere, imamlara, hocalar ihtiyaç olmadığına” karar verir. "Sadece Kur'an” der. Rehber odur. Yoluna böyle devam etmek ister.

***

Ne mümkün!

16 Temmuz 1998 günü evinin önünden kaçırılır. Ailesi, bütün çabalarına rağmen Kuriş’e aylarca ulaşamaz. 20 Ocak 1999'da Konca Kuriş'in cansız bedeni bulunduğunda; onun, Türk Hizbullah’ı tarafından, ‘domuz bağı’ denen bir yöntemle bağlandığı ve bir ayı aşkın işkence gördükten sonra öldürüldüğü anlaşılır.

***

Yıldırım’ın doğup büyüdüğü Konya’da olan bu olay sadece sokak ortasında ya da tenhada, kuytuda yakılarak, kesilerek, kurşunlanarak öldürülen bütün kadınları temsil etmiyordu; aynı zamanda, “mazlumlar adına savaştığını” söyleyenlerin zalimleşme biçimlerini ve merhalelerini can yakıcı boyutlarıyla yeniden düşündürüyordu.

***   

İkon bahsine dönelim: Ressam Yıldırım için, Hazreti İsa’ya inanıp inanmamak bir ölçü değil. İsa’nın tarihe geçmiş, geçirilmiş; sanatta yüzyıllarca işlenmiş öyküsü önemlidir.

Taşlanmış, kırbaçlanmış, dikenli taçla işkence edilerek yollarda sürüklenmiş ve çarmıha çivilenerek öldürülmüş bir insanın öyküsü, bütün mazlumların ikon öyküsüdür.

***

Cinsiyet eşitsizliğinin kadın üzerinde yarattığı baskı ev kadını, anne ve benzeri tanımlarla “normal” denen bir sürece sokularak da başlıyor. İ.Yıldırım’ın resim serüveninin toplamı, masum gibi görünen bu tanımların eleştirisini de içeriyor, diyebiliriz.

İşte ressamın yarattığı ikonografinin aklımızı çatallandırdığı nokta da burada başlıyor. İsa’nın acılarıyla bir din dünyasına iman edenler; tarihin geri kalan bütün sayfalarını savaşlar, işkenceler, toplu katliamlarla doldurabiliyor. Bunları istemediğine inanılan İsa, bu işlere ne derdi bilmiyoruz.   

***

Aslında iyi baktığımızda -tarihte ve bugün- mazlumlukla zalimlik arasında bir sınır çizgisi bile yok diyebiliriz. Birbirlerinden doğuyorlar çünkü. Kökendeş, akrabadırlar. (Arapça zlm kökünden gelen mazlūm; “zulmedilen, zulme uğrayan” sözcüğünden türüyor. Arapça zalama, “zulmetti” fiilinin mafˁūl vezninde edilgen fiil sıfatıdır.) Divan edebiyatı bilenler, Maf’ülü, vezni bilmeyenlere anlatır inşallah.

***

Yıldırım, ezilenler için, tarihin henüz değişmediğini, ezilenlerin, ezenler için, onlar adına, onlar gibi zalimleşebildiklerini düşündürmeye çalışıyor, diyebiliriz.

Böyle olunca ortaya bazı sorular çıkıyor.

***

Yıldırım’ın yarattığı ikon kataloglarına mazlum-zalim döngüsü, çemberi, diyalektiği de diyebilir miyiz? Evet, diyebiliriz.

Mazlumun, zalimle bağlarını koparamadığı geçmiş yüzyıllar ve bugün buna ‘evet’ dedirtebilir.

Örneğin ERKEK egemenliği diye adlandırılan zamanlarda kadın çoğunluğu, ezen cinsi, erkeği değişik biçimlerde taklit ediyor, yeniden üretiyor. Ya da... Olanak bulan kadın kendi cinsinden başka kadınları eziyor.

Ötesi var.

Bir kadının öldürüldüğü mekân ister dünyanın en büyük ana caddesi, ister bir kuytu sokak ya da ev içi olsun. Orası, duyabilenlere iki şey söyler: Ölüm ve karanlık.

*** 

Ezilenin zalimlikten (=mazlumluktan) kurtuluşu mücadelesi değil midir bize bunları söyleten?

Mazlumluğun, mağdurluğun, madunun (alttaki) düşünüşü, dili, eylemi değiştikçe, değişen değil midir korkularla, endişelerle yüklü cesaretimizin dayanağı, kaynağı?

***

Sanat tarihçilerinin çoğu ikonografiyi, üç ana devri öne çıkararak inceliyor: Gotik (9.-13. yüzyıllar arası); Rönesans (14.-15. yüzyıllar) ve Barok (16.-17. yüzyıllar). Öncesi yok. Avrupa, dahası Hıristiyanlık dışı inanç kültürleri yok...

O kültürlere mevzu genişlediğinde değiniyorlar.

Öldürülen kadınların acısının yansıdığı bir başka tuval. 

***

Bu tarihlendirmenin mantığında, ikon sözcüğünün köken ve içerik payı elbette var. Ancak bir soru daha var:

Avrupa dışı kültürleri, inançları dışarıda bırakmak var mı yok mu?

Tartışması epey uzun sürer. Kısaca, İkon kavramının sanatta kullanılmaya başlanma mantığıyla; 18. Yüzyılın sonu 19. Yüzyılın başlarında Avrupa egemenlerinin (teori, anlayış, algı belirleyici her şeyiyle) tarihi yeniden yazmaları arasında sıkı bir bağlantı var. Onlara göre “İlkellerin sanatı yoktur, olamaz da.”

***

Örneğin Avrupa’da modern diyalektiği bütünlüklü, büyük bir sisteme oturtan Hegel’in tarih tezinin mealen özeti şöyledir: Bir Avrupa vardır, bir de Avrupalılaşmaya muhtaç olan diğerleri.

Irk kavramının icadının irdelendiği her metinde, bu tarih anlayışı nedeniyle Hegel’in adı da sıklıkla anılıyor.

***

İdol, tapınma nesnelerini,  ifade etmek için türetilmiş kavramlardan biridir "put". İ. Yıldırım’ın kimi heykelleri bu kavramı elbette akla getirir. Ancak, O tapınmanın tersine, sanat nesnelerinin sağladığı olanaklarla başımıza gelenleri daha çok düşünmemizi istiyor. Örneğin yüzlerimizin yok edilmesini.

Fransızcadan yayılan İcone / İkon simge, temsil demek. Fransızca, Yunanca Ortodoks kilisesine özgü kutsal tasviri anlatmak için kullanılan eikōn sözcüğünden yararlanmış / almış. Sözcüğün Eski Yunancadaki işlevi “resim, suret, tasvir.” Daha eski kökleri Hintavrupa Anadillerine kadar gidiyor. Benzemek, benzetmek...

***

İsmail Yıldırım, bu çağda tam bununla uğraşıyor. İkonu gün be gün kazandığı ya da tekrarladığı anlamlarıyla yeniden yaratıyor. Ve... Kadınlar başta olmak üzere, ezilenlerin birlikte düşünebileceği, kendilerini ve ezenleri birlikte yorumlayabilecekleri hafıza katalogları yaratıyor. Acılı, kederli, çelişkilerle yüklü kataloglar...

***

Yıldırım’ın resim evrenine ilişkin çok şey söylenebilir. Ancak lakırdı uzar. Burada ele aldığım bağlam içinde bir noktaya değinerek çekileceğim:

İkonun Gotik devresi bu adlandırmayı Germen Goth kavimlerinden alıyor. Barbar. Bu devirlerin ikonalarının arka planında hiçbir manzara yoktur. Çünkü bütün işlevi okuma-yazma bilmeyen ya da Kutsal Kitabı okumaya zahmet etmeyenlere dinin gereklerini, belli kalıplarla ve çarpıcılıkla göstermektir. Bir insan kiliseye girip çıktığında oradaki ikon dizimleri onu, İncil’i okumuşçasına etkilemelidir.

***

Yıldırım ikonografik resim geleneğini, yaşadığımız zamanlara taşıyan ressamlardan biri. Resimlerinin çoğunda Gotik dönemin tarzına uyarcasına arka planda bir manzara ya da hareket yoktur. Doğa Karşısında tablosu, ressamın bu geleneği bozduğu eserlerinden biri.

Yıldırım sanki Gotik evreden Rönesans’a geçmemek için ısrar ediyor. Onun ‘ikon’ diyebileceğimiz tablolarında da bir arka plan, hareket ya da manzara yoktur. Bu bilinçli bir seçim. Zira, O, Türkiyeli bir Goth, barbar.

Hem zaten Akıl Çağı dediğimiz zamanlarda dünya aslında kör ve rezilken; hem zaten ezilmişliğin, zulmün bataklığında mazlumluk edenin, kopamayanın arkasına hangi manzara konsa, bu çıplaklıktan daha etkili olabilir ki? 


Tevfik Taş Kimdir?

Şair, yazar ve gazetecidir. Halkın Kurtuluşu, Özgürlük, Demokrasi gazetelerinde başladığı gazeteciliği 1980’den sonra Yeni Ülke, Haberde ve Yorumda Gerçek, Evrensel Kültür dergisi, Evrensel gazetesi, Keşif Ve Coğrafya Dergisi Atlas gibi yayın organlarında yazar ve gazeteci olarak sürdürdü. Eskatalogya (Şiir); Bakmak-Görmek (Kavramlar ve kategoriler üzerine deneme); Günün Kapıları (Şiir); Görünüş ve Gerçek (Fotoğraf, resim, heykel, afiş ve bunların politikayla bağıntıları üzerine inceleme); Irak Yakın Acı (şiir); Deprem 7.2 - Irkçılık 77.2 (2011 yılında Van’da meydana gelen depremden sonra, Kürt halkına karşı basın ve yayın organlarında yapılan ırkçılık üzerine inceleme); İstanbul'un Gizemleri; Anadolu'nun Gizemleri; 50 Simgeyle Anadolu’nun Tarihi gibi kitaplarının yanı sıra çocuklara dünya resim tarihinden tablolar anlattığı 12 çocuk kitabı var.