Faiz artışlarının neresindeyiz?
Karşımızda işlemeyen iki model var. Sermaye girişlerine dayalı model, Türkiye’nin dünya iş bölümündeki yerini değiştirmeyi hedeflemeyen bir bağımlı finansallaşma modelidir. İkinci işlemeyen model ise, faiz indirimleriyle bu döngünün tersine döneceğine dayanan 2021-2023 arasındaki para politikası deneyidir. Bu iki modelin ötesine geçecek alternatifler ciddiyetle tartışılmadıkça, bu kısırdöngünün süreceğini belirtmek kahinlik olmayacaktır.
Ekonomi gündemi 2023 seçimleri sonrasında sıklıkla kamuoyunda tartışıldı. Seçim sonrasında ekonomi yönetiminde yapılan değişikliklerle para politikasında yeni bir ‘U-dönüşü’ beklentileri yoğunlaştı. Özellikle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) faiz artışlarına başlaması, bu beklentilerin somutlaşması açısından önemliydi. Bu değişimin üzerinden yaklaşık beş ay geçmişken bir ara değerlendirme yaparak, faiz artışlarının neresinde olduğumuzu tartışabiliriz.
KARŞILIKSIZ KALAN ‘ŞOK TERAPİSİ’ BEKLENTİSİ
Yeni ekonomi yönetiminin iş başına gelmesi sonrasında en önemli merak konusu, takip edilecek yolun nasıl olacağıydı. Uluslararası yatırımcılar ve yurt içinde onlarla benzer dalga boyunda hareket eden yorumcular sert faiz artışlarıyla gelecek bir ‘şok terapisi’ programı eşliğinde ‘nedamet getiren’ bir ekonomi yönetimi bekliyordu. Önden yüklemeli bir faiz artışı ve önceki dönemde yapılan hataların kamuoyu önünde açıklanması talebi, esasında önümüzdeki dönemde bu politikalara yeniden dönülmeyeceğinin bir garantisini almak amacıyla istenmekteydi.
Ekonomi yönetiminin bu ‘U dönüşünde’ ne kadar ısrarcı olacağı konusu halen netleşmiş değil. Zira geçtiğimiz haftalarda IMF tarafından yapılan değerlendirmede ‘Ağbal sendromu’ olarak adlandırılabilecek endişeler bütünü sıralanmıştı. Yani faiz artışları sürerken birden ters yöne sapma riski. Benzer endişelerin geçtiğimiz haftalarda Mehmet Şimşek’in uluslararası yatırımcılarla yaptığı toplantılarda da sürdüğünü gördük. Dolayısıyla geçtiğimiz beş ayın ilk sonucu şu: ‘Şok terapisi’ beklentileri karşılıksız kaldı.
Bunun en önemli nedeni, 2018 krizi sonrasında oluşturulan finansal mimarinin kısa sürede ve sert adımlarla yıkılmasının büyük bir krizle sonuçlanacağının neredeyse kesin olmasıdır. Önümüzdeki yıl yapılacak olan yerel seçimler öncesinde bu tür bir krizin ortaya çıkması siyasi açıdan istenilir bir sonuç olmadığından, liberal yorumcuların şok terapisi beklentisi sonuçsuz kalmıştır.
MUTEDİL YOL
Ağustos ayında TCMB başkanı Hafize Gaye Erkan’ın sunduğu Enflasyon Raporu sonrasında yapılan basın toplantısına işaret ettiği ‘mutedil yol’, dinamik optimizasyon olarak adlandırılmıştı. Erkan’a göre ılımlı faiz artışı, miktarsal sıkılaştırma ve makro ihtiyati düzenlemelerdeki sadeleştirmelerden oluşan adımların sonuçlarının görülmesi ve yeni adımların bu sonuçlara göre tasarlanması, bu yolu tanımlayan özelliklerdi. Elbette bu yol, şok terapisi seçeneğinin yaratacağı ekonomi-politik açmazlar nedeniyle ortaya çıktı.
Faiz artışlarının kademeli olarak sürmesi ve politika faizinin yüzde 30 seviyesine gelmesi, henüz yıkıcı etkiler doğurmadı. Ancak 2023’ün ikinci yarısında, ilk yarısına göre ekonomik yavaşlama yaşanacak. Kredi faizlerinde artış yeni yatırımları zorlaştırırken, TL’nin reel olarak değerlenmesi ihracatla büyümenin desteklenmesi beklentilerini giderek daha da zorlaştırıyor. Bu gelişmeler eşliğinde sanayi üretiminin yavaşlaması ve iç talebin durgunlaşmaya başlaması, büyümenin yavaşlayacağını söylüyor.
YA SONRASI?
Buraya kadar özetlediklerimde bir sürpriz yok. Zira Türkiye ekonomisinin son on yılını takip edenler, faiz artışı döngüsünün nasıl sonuçlar yarattığını az çok tahmin edebilir. Burada kritik olan konu faiz artışlarının pozitif reel faiz verecek düzeye çıkıp çıkmayacağı. Tabii burada da bir karışıklık var. Eğer pozitif reel faizi gerçekleşen enflasyona göre hesaplarsak faiz artışlarının epey artacak yolu olduğunu görebiliriz. Ancak ekonomi yönetimi reel faizin beklenen enflasyona göre hesaplanması gerektiğini öneriyor. Bu durumda önümüzdeki yıl enflasyonun temel olarak yaz aylarında baz etkisi nedeniyle düşmesi sonrasında yüzde 30’lar civarında olacağı beklentisi dikkate alındığında, faiz artışlarının sonuna yaklaştığımızı söyleyebiliriz.
Peki faiz artışlarının sonuna gelinmesi ne anlama geliyor? Bu süreçten geriye ne kalacak? Bu süreçten geriye, ücretleri enflasyon karşısında erimiş ve artacak işsizlik nedeniyle daha da yoksullaşmış geniş toplum kesimleri kalacak. Buna ek olarak, enflasyon döneminde fiyat belirleme gücü olan firmaların bu hareket alanlarını cömertçe kullanması sonrasında elde ettikleri süper kârlar sonucunda gelir dağılımı adaletsizliğinin daha da bozulması kalacak. Örneğin barınma krizi ya da gıda krizi çözülmüş olmayacak. Uzun çalışma saatleri sürecek, iş güvenliği önlemlerinden kısan firmalar nedeniyle oluşan iş cinayetleri devam edecek. Kısacası, ekonominin herhangi bir köklü sorunu çözülmüş olmayacak ve enflasyonun kontrol altına alınmasının maliyeti de çalışanların sırtına yüklenmiş olacak.
İŞLEMEYEN İKİ MODEL
Peki bunları da sineye çektik diyelim! Sonrasında ‘nurlu ufuklara yolculuk’ başlıyor diyebilir miyiz? Maalesef hayır. Kısacası karşımızda işlemeyen iki model var.
İktidarın 2002-2013 arasında uyguladığı ve şimdilerde geri dönmek için adımlar attığı sermaye girişlerine dayalı model, Türkiye’nin dünya iş bölümündeki yerini değiştirmeyi hedeflemeyen bir bağımlı finansallaşma modelidir. Bu modelde büyüme sermaye girişlerine dayalıdır, yani sizin kontrol edemediğiniz gelişmeler, ülkenizin geleceğini şekillendirir. Mehmet Şimşek bu ‘oyun planını’ önceki gün CNBC sunucusunun sorduğu soruya verdiği yanıtta açıkça ifade etti: Faiz artışları uluslararası yatırımcılara güven verdiğinde kısa ve uzun vadeli yatırımlar Türkiye’ye yönelecek, bu TL’yi reel olarak değerli hale getirecek, bu ise enflasyonun daha hızlı kontrol edilmesini sağlayacak. Şimşek sonrasını söylememiş ama ben ekleyeyim. Daha sonra, bu döngünün ileriki aşamasında dışa bağımlılığın artması, cari açığın yükselmesi ve yeni döviz krizleri var.
İkinci işlemeyen model ise, faiz indirimleriyle bu döngünün tersine döneceğine dayanan 2021-2023 arasındaki para politikası deneyidir. Piyasaya olan kör inancın değişmeden sürdüğü ve para politikası yoluyla ‘sanayi devrimi’ yapılacağı gibi ‘naif’ bir inanca dayanan bu model de, gerisinde Türkiye’nin dünya iş bölümündeki yerini daha da perçinleyerek ve büyük bir hayat pahalılığı krizi bırakarak sonlandı.
Sonuç olarak, işlemeyen bu iki modelin ötesine geçecek alternatifler ciddiyetle tartışılmadıkça, bu alternatiflerin siyasi sahipleri oluşmadıkça, bu kısırdöngünün süreceğini belirtmek kahinlik olmayacaktır.