Fasulye ayıklamak ciddi bir iştir
Wiesław Myśliwski'nin romanı 'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez', Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. 'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez', geçmiş ve şimdinin çatışması üzerine kurulu bir hatırlama/unutma/becerememe romanı; tam da bu yüzden adsız anlatıcı, gizemli ziyaretçiye, savaşı bir çizgi kabul ederek, savaşın öncesini ve sonrasını anlatır.
1932’de Sandomierz-Dwikozy’de doğan Wiesław Myśliwski, Polonya edebiyatının öne çıkan yazarlarından biri. Layık görüldüğü ödüller bir yana, Myśliwski’yi okurlarınca bu denli önemli kılan şey, onun Polonya’yı, özellikle de II. Dünya Savaşı sonrasındaki Polonya’yı, politik eleştirilerle ve trajikomik insan halleriyle harmanlayarak anlatmasında yatar sanıyorum.
Myśliwski’nin dilimize çevrilen ilk kitabı 'Taş Taş Üstünde', 2016’da Aylak Adam etiketiyle karşımıza çıktı. Geçtiğimiz günlerdeyse 'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez' isimli romanı YKY etiketiyle yayımlandı. Her iki kitabın çevirmeni de Neşe Talay Yüce. Neşe Hanım, Lehçeden yaptığı çevirilerle Polonya tarafından iki kez ödüllendirilmiş, bunu da belirtmekte fayda var.
ÖLÜLER VE ÖLECEK OLANLAR
“Eskiden beri fasulye ekilen bir yerde ne değişir ki diye düşünür insan tabii. Fakat bunun gibi zamansız yerler olduğu fikrine bağlı kalmayı nasıl becerebildiniz? İşte bunu anlamıyorum. Bilir misiniz ki, yerler bizi kandırmayı severler. Gerçi her şey bizi kandırır, o da doğru. Ama en çok yerler yapar bunu. Şu mezar taşları olmasa, burada bir yer olduğunu bilmezdim, mesela.”
'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez', aslında bir monolog olarak özetlenebilir. Romanın adsız anlatıcısı, her zamanki gibi boş köyde bekçilik yaparken, bir gün gizemli bir ziyaretçi gelir. O da gayriihtiyari şekilde, “Fasulye almaya mı geldiniz? Bana, öyle mi?” diye başlar konuşmaya ve sonra gerisi gelir.
Adsız anlatıcı kendinden, köyün durumundan bahseder öncelikle. Köy boştur; o ve mezardaki ölüler dışında kimse yoktur. Diğer mülk sahipleri yılın belli günleri kısa sürelerle gelirler sadece, o kadar. Adsız anlatıcı da bekçilik yaptığı yetmezmiş gibi onların arkalarını toplar, tek tek bütün evlere girer; prizde unutulan ütü, fırlatılıp atılmış bir prezervatif, dağınık odalar… her şeyi derler düzenler. Köy ondan sorulur yani.
Bir diğer rutiniyse her sene mezar taşlarını toplayıp, taşların silinen boyalarını özenle yenilemektir, böylelikle ölülerin unutulmasına izin vermez. Diğer taraftansa, mülk sahiplerinin çocuklarını köyde, ormanda gezdirir ancak mezarlığa götürmez. Mezarların, dahası ölülerin hikâyesini asla anlatmaz onlara. “Sonra çocuk olmayı bırakabilirler,” diye düşünür, “çünkü çocuk olmak yaşa bağlı bir şey değildir.”
ESKİDEKİLER VE ESKİYECEK OLANLAR
“İyi de ben kimim ki, hafızama rastlantısal olarak düşmüş bu insanların yaşamlarını, benim yaşamımmış gibi düşünmeyi hak görüyorum kendimde? Bu yüzler içime damgalanmış gibi hissediyorum. Boşuna unutmaya çalışıyorum onları. Hatta bazen onların da, kendilerini unutmamı istediklerine dair bir izlenim ediniyorum. Yok, haklarında hiçbir şey bilmeden bunca yüzle birlikte yaşamak hiç kolay değil.”
'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez', geçmiş ve şimdinin çatışması üzerine kurulu bir hatırlama/unutma/becerememe romanı aslında. Tam da bu yüzden adsız anlatıcı, gizemli ziyaretçiye, savaşı bir çizgi kabul ederek, savaşın öncesini ve sonrasını anlatır. Hatta savaş sırasında şehirde kıtlık yaşandığından fasulye almak için bir sürü arabanın geldiğinden bahseder. Bu da bizi anlatıcının çocukluğuna götürür. Biz de fasulye ayıklamanın hafızayla olan ilişkisi üzerine düşünmeye başlarız.
O yıllarda ailesiyle beraber yaşayan adsız anlatıcı, zamanı savaş tarihlerine göre kavrayan bir dede, sürekli dışarıya dalıp giden bir baba, tutumlu ve çekingen anneyle nine, sürekli su içen ve kendini asmak isteyen bir amca ve sanki görünmeyen kız çocukları ile beraberdir. Bu ailenin neredeyse beraberce yaptığı tek şey fasulye ayıklamaktır. Sadece onlar da değil, dedenin dedesinin ailesi de, hatta onların ailesi de fasulye ayıklayarak yaşamışlardır. Bir arada olmaları buna bağlıymış gibi.
KONUŞULANLAR VE KONUŞULACAK OLANLAR
“Babam pencerenin önündeki sıraya oturur, arka arkaya sigara tüttürerek birini beklercesine cama bakardı. Karanlığa baktığını düşünmek mümkündü. Birinin nereye baktığını bilmem mümkün müdür? İnsan, buna veya şuna baktığını düşünür, oysa o içine bakıyordur belki de. İnsanın içinde de görüntüler var elbette. Ama belki de o, havanın karanlığı nasıl da yoğunlaşıyor diye bakıyordu. Söylesenize, karanlıkta bu kadar merak edilecek ne olabilir ki? İsterseniz ben size söyleyeyim, ben de zaman zaman hava kararırken bakarım, acaba babamın baktığı karanlık bu karanlık mı diye merak ederim.”
'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez'in monolog şeklinde yazıldığını söylemiştik. Böylelikle romanın üslubunun, bir konuşmada olabilecek akışkanlık ve samimiyette kurulduğunu görüyoruz. Ancak adsız anlatıcı için gizemli ziyaretçi giderek nesneleşir, dahası o gizemli ziyaretçi bir birey olarak okurun kendisi olur. Anlatıcı sanki okura direkt hitap eder gibidir.
Romandan böyle bir his almamım en temel sebeplerinden biri, gizemli ziyaretçinin söylediklerine yer verilmemesi sanırım. Myśliwski, adsız anlatıcıyı, “Siz kaynamış otu sever misiniz? Ya, işte ben de aynen öyle. Ama sanırım balı seversiniz? Size bir kavanoz vereyim o zaman...” şeklinde konuşturmayı tercih etmesi ve böylelikle cümleler arasında hissedilen boşluklar ister istemez bizim zihnimizde canlanır. Bir yerden sonra adsız anlatıcıyla biz konuşmaya başlarız, boşlukları doldururken buluruz kendimizi.
Romanın bir diğer öne çıkan özelliğiyse kurgusunda saklı. Myśliwski düz bir akış, giriş-gelişme-sonuç şeklinde bir hikâye matematiği kurmaz. Tıpkı bir konuşmada yaşanacağı gibi, olaydan olaya atlar, bazen kendi geçmişinden, ailesinden, iş hayatından, müzikle kurduğu ilişkiden bahseder, bazen de savaştan, katliamlardan, mezarlardan… Yine de kurgu, büyük zaman atlamalarına rağmen derli topludur, sarkmaz, duygular da bölümler kadar kontrollüdür. Myśliwski’yi Myśliwski yapan şey de sanıyorum budur.
'Fasulye Ayıklama Sanatı Üzerine Bir Tez'i, 2020’nin son hediyelerinden biri olarak kabul ediyorum.