YAZARLAR

Felix Gonzales-Torres ve enstalasyon sanatı

Son haftalarda seyahat halinde iken, otel odamdaki beyaz yatağıma bakınca ve pasaportum elimde oradan oraya koşturunca, Felix’in üzerimde ne büyük izler bıraktığını anımsadım. Onun tüm eserleri, yani her biri birer seri üretim nesnesi olan gündelik eşyaların tümünü, bir sanatçı bakışıyla ve onun derin duygusal dünyası eşliğinde yeniden ve daha derinden anımsamak için kendime ilk fırsatta söz verdim.

Amerika’da 1929 yılında Nabisco firması tarafından inşa edilen ve New York periferisinde bulunan Nabisco binası, günümüzde Dia Beacon ismi ile güncel sanata ev sahipliği yapıyor. Nabisco markası 2000 yılından itibaren Phillip Morris'in Kraft Foods isimli markasına katıldı. OREO gibi pek çok tanıdık atıştırmalık gıda ürünlerini üreten ve tüm dünyaya pazarlayan bir dev.

Dia Art Foundation tarafından çağdaş sanat koleksiyonlarına açılan bu merkez, Dia: Beacon, Amerika’nın en büyük sanat alanı olarak anılıyor.

Bu merkezde geçtiğimiz hafta açılan bir sergi dikkat çekici. İngiltere’nin gözde film yönetmeni ve aynı zamanda yaratıcı kişisi Steve McQueen‘in, yapının bodrum katında oldukça geniş bir mekana yayılan Bass isimli eseri 2024 yılında ilk kez sergilenen bir enstalasyon. Güçlü ve renkli ışık ile senkronize sesin birlikte oluşturduğu bu deneyim; şimdiden sanat çevrelerinde dikkat çekti ve mutlaka gidilip “yaşanması” gerekenler listesine eklendi.

Yapının diğer bir alanında ise, oldukça geniş camlardan salınan uçuk mavi perdeler  karşılıyor izleyicileri. Bu perdeler eserin kendisi. Untitled (Loverboy) isimli bu eser 1989 tarihli ve Felix Gonzales-Torres imzalı.

 

Torres çağımızın ikonik sanatçılarından biri.

1957'de Küba'da doğan Amerikalı sanatçı 1996 yılında, tam onu yeni yeni keşfettiğim yıllarda AIDS yüzünden yaşama veda etmişti. Felix Gonzalez-Torres'in çığır açan sanat eserleri, genellikle her defasında bulunduğu ortama göre konumlanan, anlamlanan gündelik eşyalardan oluşuyor. Sanatçı tarafından tanımlanan belirli kurallara bağlı kalarak düzenlenen bu nesneler, her defasında benzersiz mimari ortamlara uyum sağlıyor; izleyici ile etkileşime geçerek yeni fikirler üretmesine izin veriliyor; böylece Torres’in eserleri bizlere hem tanıdık geliyor hem de sonsuza kadar yenilenen bir eser olarak hayatımızda onun ardından kalmaya devam ediyor.

 

"İsimsiz" (Loverboy) 1989 için çalışmanın kuralları, "göreceli olarak kolaylıkla monte edilen, yere temas eden ve belirlenen sergi alanındaki mevcut tüm pencereleri ideal olarak örten bir çift (veya çift) açık mavi, ortak perde" olarak tanımlanmış. Bu nispeten basit ve kavramsal yönergeler, esere ait önceki tüm yinelemelere ilişkin bilgilerle birlikte şimdi burada, bu devasa koridorda ve endüstriyel alanda hayata geçirildi. Kuşkusuz enstalasyonun mekanla etkileşimi sayesinde yeniden yepyeni bir anlama büründü.

Burada, daha önceden sanatçı Robert Irwin tarafından çeşitli farklı camlarla değiştirilmiş olan bu fabrikanın büyük camlı pencerelerine asılan bu ışık geçirgen perdeler yerde yığılıyor. Perdenin rengi ve geçirgenliği aslında bir bakıma gün ışığını, gök yüzünü, tüm bunlar altında boşlukta asılı kalan mekanı düşünmemizi ve anlamlandırmamızı sağlıyor.

Sanatçıyı ülkemizde de yakından tanıyoruz. 12. İstanbul Bienali’nin ‘İsimsiz’ temasına 1957 - 1996 yılları arasında yaşamış olan sanatçı Felix Gonzalez-Torres’in eserleri esin kaynağı olmuştu.

Gonzales-Torres’in eserlerinde perdeler gibi, sıradan ampul zincirleri, aynalar veya dağınık bir boş yatak görmek mümkün. Evet dağınık bir boş yatak, sanatçının en önemli ve çığır açan eserlerinden biriydi, ve yaşadığı dönemde New York ‘ta sokaklardaki billboardlarda insanlarla buluşmuştu.

Bu bomboş yatakta beyaz buruşuk çarşaflar ve yastıklar, üzerlerinde herhangi bir marka vb. olmadan sokaklardaki insanların gözüne takılmıştı. Sanatçının da irdelediği üzere, bu sahne aslında boş bir yatak değildir. Orada insanın izleri vardır. Ezilmiş yastıkta, buruşmuş kumaştaki yaşanmışlıklar sanatçının asıl düşündürtmek istedikleridir.

Henüz 10 yaşındayken Küba Devrimi sırasında annesi tarafından bir uçağa konularak ülkenin dışına gönderilen sanatçının üzerinde bu yolculuk büyük bir travma yaratmış. Kısa bir süre sonra görüşürüz diyerek onun alnından öpen ve elinde bir anahtar ile yeni bir yaşama daha çocuk yaşında merhaba diyen Torres, annesini bir kez daha 20 yaşında ilk olarak görmüş. Tüm o geçen yıllar boyunca değişen her şey, annesinin bedeni, kendi büyüyen bedeni ve tüm yaşanmamışlıklar bir bakıma sanatçının eserlerinde etkisini gösteriyor. Diğer yandan çağdaşlarının dışında dünyanın siyasi, politik, kültürel ve toplumsal olaylarına kayıtsız kalamayan, ve kalınmaması gerektiğini de savunan sanatçı, eserlerinin tümünde çeşitli insanlık hallerini, yaşadığımız yeri, etkileşime girdiğimiz nesneleri ve onların anlamlarını deyim yerinde ise kanırtıyor. İzleyicinin bu enstalasyonlarında gördüğü söz gelimi, bir odanın köşesine yığılan, ve hatta uzanıp alabildiği renkli şekerler; veya üst üste yığılmış boş beyaz kağıtlar olabiliyor. Zaten işlerdeki üstünlük de burada. Gündelik eşyaları bir anda bu denli yalın, net bir biçimde karşımızda gördüğümüzde, onlarla bir sanat ortamında nadiren rastlandığı üzere etkileşime geçebildiğimizde üzerlerinde düşünmeye başlıyoruz: bir ayna nedir, boş bir beyaz kağıt nedir, içinde hala kokular bulunan bir yatak nedir, tepeden sarkan veya yere dizilmiş bir ampul zinciri bize ne anlatmak ister?

Bu işlere sahip olanlar, nesnenin kendisi yerine işin ruhuna sahip oluyor. Bu nesnelerin pek çoğu seri üretilen, işçilerin emeği ile yaratılan şeyler. Ancak Torres onları bir sanat eseri haline dönüştürdüğünde ve bu sıradan nesneler bir eser olarak satın alındığında bu kez, üretim, mülkiyet gibi konuların tümü birbirine karışıyor.

Enstalasyon sanatı, ister Torres ister başka sanatçılar tarafından sunulmuş olsun, diğer sanat alanlarına göre hep bu bakımdan ince bir çizgiden barınır. Sanatçıların çeşitli malzemeler, nesneler ve teknikler kullanarak etkileşimli, mekâna özgü ortamlar yarattığı çağdaş bir sanat formu olan enstalasyonlar, eserle başka alanlara göre daha fazla iç içe geçmemizi gerektiriyor. Bu tür sanat genellikle eser ile bulunduğu alan arasındaki sınırları bulandırarak izleyici için benzersiz ve etkileşimli bir deneyim ortaya koyuyor.

Enstalasyon sanatının ilgi alanlarından biri Torres’in açtığı yolda, tasarım ve günlük nesnelerle olan ilişkimizdir. Sanatçılar genellikle bulunan nesneleri, mobilyaları, ev eşyalarını ve diğer günlük malzemeleri kurulumlarına dahil eder, onları geleneksel güzellik ve değer anlayışlarını sorgulayan eserlere dönüştürür. Bu nesneleri yeniden amaçlamak ve yeniden bağlamak suretiyle sanatçılar tüketim kültürü, malzeme gerçekliği ve inşa edilmiş çevre gibi temaları veya kendi iç yolculuklarını, anılarını, bazen de protest fikirlerini izleyiciye aktarırlar.

Enstalasyon sanatının tarihindeki önemli anlardan biri 1960'lar ve 1970'lerde atmosferin ortaya çıkmasıydı. Allan Kaprow, Yayoi Kusama ve Robert Smithson gibi sanatçılar, izleyicileri fiziksel olarak eserle etkileşime girmeye davet eden, sürreal ve oryantalist deneyimler yaratan, çok duyusal kurulumlar oluşturdu. Bu atmosferler genellikle mobilya, giysi ve aynalar gibi günlük nesneler ve malzemeler içeriyordu ve alışılmadık şekillerde düzenlenerek sürreal ve kararsız deneyimler yaratıyordu.

Enstalasyon sanatının tarihindeki başka bir önemli gelişme, 1980'ler ve 1990'lardaki "kurumsal eleştiri" hareketinin yükselişiydi. Andrea Fraser, Hans Haacke ve Fred Wilson gibi sanatçılar, eserlerinde doğrudan sanatın üretildiği ve tüketildiği sosyal, siyasi ve ekonomik bağlamlara değindiler. Tasarım unsurlarını ve günlük nesneleri eserlerine dahil ederek, sanat dünyasının geleneklerini sorguladılar. Müzenin kültürel otorite olarak taşıdığı rol de o tarihlerde bu işlerle birlikte sorgulanmaya başlandı.

Günümüzde Do Ho Suh, Tara Donovan ve Olafur Eliasson gibi sanatçılar, olağan malzemeleri olağanüstü eserlere dönüştürerek izleyicileri inşa edilmiş bir atmosfere ve onu dolduran nesnelere ilişkilerini yeniden düşünmeye davet eder. Bu, heyecan verici ve beklenmedik yollarla etkileşime girmek için eşsiz bir fırsat ortaya çıkarıyor.

Torres tarafından ortaya konan bir diğer eser Pasaport, onun çocukluk travmalarını sorguladığı ve bu sorgulamanın hepimize sirayet ettiği başka bir iş.

Birkaç yerde tekrarlanan bu eser, yukarıda sözünü ettiğim beyaz boş bir kağıt yığını. Alabileceğiniz bir yığın. Torres tüm eserlerinde bir izleyiciye ihtiyaç duyuyor ve onlar olmaksızın sanatının da olmayacağını belirtiyor ve bu eseri hakkında şöyle devam ediyor:

“Bu işin var olabilmesi için halka ihtiyacım var. İzleyici olmadan, halk olmadan bu çalışmanın hiçbir anlamı yok. Yerde duran sıkıcı bir heykelden başka bir şey değil ve bu iş bununla ilgili değil. Bu çalışma, büyük bir iş birliği hakkında: halkla bir etkileşimle ilgili. Ama bu pasaport parçası aslında kültürümüzü tanımlama şeklimizin, benliğimizi inşa etme şeklimizin birçok farklı kanaldan geçtiği gerçeğiyle ilgili. Bu kanallardan biri de pasaport denen ve bizi bir tür olarak tanımlayan o küçük şey... bir tür cinsiyetten gelmek, bir tür ülkeden gelmek ve aynı zamanda bir yerde doğmuş olmak ve tarih. Bunu tanımlıyor. Ve hepsinden önemlisi, üzerinde numaralar var. İşte biz buyuz. Bu numara eşsizdir. Amerika'da benden başka hiç kimse bu numaraya sahip değil, sadece tek bir özel numaraya sahip olan kişi. Bu da yine çok soyut bir şekilde kim olduğumuzun bir başka tanımı.”

Son haftalarda seyahat halinde iken, otel odamdaki beyaz yatağıma bakınca ve pasaportum elimde oradan oraya koşturunca, Felix’in üzerimde ne büyük izler bıraktığını anımsadım. Onun tüm eserleri, yani her biri birer seri üretim nesnesi olan gündelik eşyaların tümünü, bir sanatçı bakışıyla ve onun derin duygusal dünyası eşliğinde yeniden ve daha derinden anımsamak için kendime ilk fırsatta söz verdim.


Özlem Yalım Kimdir?

Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.