YAZARLAR

Fenerbahçe kazanmaya, Jorge Jesus öğretmeye devam ediyor

Bir kişi eksikken golü bulup ardından geri çekilmeyecek tek bir takım bulunuyor Süper Lig’de; Fenerbahçe. Bu tavırları bir gün onlara kaybettirebilir de. Ama nasıl kazanmak istiyorlarsa, aynı şekilde kaybetmeye razı bir teknik direktörleri var. Ve bu çok saygıdeğer bir tavır.

Süper Lig’in fiziksel açıdan zorlu bir lig olduğu sıkça dile getirilir, ama gerçek bunun tam tersidir. Temponun bir türlü yükselmediği, takımların birbirine nitelikli bir pres uygulayamadığı ve yoğunluktan tamamen uzak maçların oynandığı bir ligde üst düzey bir fiziksellikten nasıl bahsedilebilir ki?

Hâliyle buralarda çok nadiren fiziksel kalitesi yüksek iki takımın çarpışmalarına denk geliriz. Dün akşamki Fenerbahçe-Sivasspor maçı da bunlardan biriydi. İki takımın Avrupa Ligi ve Konferans Ligi’ndeki gruplarını lider olarak bitirmeleri de öncelikle bu fiziksel yeterlilikleri üzerinden pekâlâ okunabilir.

Sezon başından bu yana yerel rakiplerinden çok daha fazla maç oynayan ve son olarak dört gün önce biri Krakow’dan, diğeri Prag’dan seyahat ederek bu maça çıkan iki takımın karşılaşmasının da bu anlamda bir ayakta kalma ve birbirine fiziksel üstünlük kurma mücadelesine dönüşmesi makul bir beklentiydi.

Jorge Jesus’un maç öncesinde yaptığı açıklama da böyle bir beklentiye paraleldi. Çok fazla pozisyon üreten bir takım olduklarını söyleyen Jesus, “Eğer defansif anlamda da iyi olabilirsek bu maçı kazanabileceğimizi düşünüyorum,” demişti. Nitekim tam da öyle oldu. Fenerbahçe sezonun kendisi adına en kısır maçlarından birini oynarken, buna karşın defansif anlamda en güvenilir oyunlarından birini çıkardı.

Fenerbahçe’nin 2019-20’den bu yana, bir başka deyişle Rıza Çalımbay, Sivasspor’un başına geçtikten sonra, Süper Lig’de mağlup edemediği tek rakibi Sivasspor (üç beraberlik, üç mağlubiyet). Rakibine karşı çıktığı son altı maçı kazanamayan sarı-lacivertliler, lig tarihinde sadece üç rakibi karşısında daha uzun galibiyet hasreti yaşamış; onlar da ezelî rakipleri Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor.

ÇALIMBAY DAHA FAZLA SAYGIYI HAK EDİYOR

Bu elbette bir tesadüf değil. Kimileri bunun sebebini Çalımbay’ın takımlarını Fenerbahçe’ye karşı olağanüstü motive etmesi olarak görmeyi tercih etse de gerçekte bu tabiî ki Fenerbahçe’ye has bir durum değil. Çalımbay’ın yıllardır en iyi yaptığı şeylerden biri, diş geçirmesi çok zor takımlar yaratması. Belki hiçbir zaman teknik kalitesiyle, yaratıcılığıyla, seyirliğiyle öne çıkan takımlar olmamıştır Çalımbay’ın takımları, ama her zaman için yenmesi çok güç takımlar olmuştur. Özellikle kendisinden daha güçlü takımlar için.

Dün akşam da Fenerbahçe’ye bilhassa ilk yarıda çok zorluk çıkarmayı başardılar. Öyle ki, bu sezon ligde oynadığı 11 maçta 34 gol atan, 1959-60 sezonundan bu yana lig tarihinde bu aşamalardaki en yüksek sayısını tekrarlayan, aynı zamanda Bayern Münih ile birlikte Avrupa’nın beş büyük ligi ve Süper Lig’de en çok maçta beşten fazla gol atan takım olan sarı-lacivertliler, dün akşam ilk yarı boyunca bu üretkenliklerinin çok uzağında kaldı.

Bunun başlıca nedeni ise Sivasspor’un oyun tarzının Fenerbahçe’ye çok ters gelmesiydi. Jesus’un Fenerbahçe’sinin en güçlü yanı nedir? Elbette ön alan presi. Ama dün akşam bu güçlü yanlarını çok az kullanabildiler, çünkü Sivasspor geriden sürekli uzun toplarla çıktığı için Fenerbahçe’nin presine neredeyse hiç takılmadı.

Peki Fenerbahçe’nin en büyük zaafı nedir? Tıpkı tüm fiziksel yoğunluk takımlarında olduğu gibi alanlar daraldığında yaratıcı çözümler üretememek ya da başka bir deyişle etkili bir set hücumu pratiğine sahip olmamak. Sivasspor zaman zaman orta blokta, zaman zaman da geriye yaslanarak, ama daima dar bir şekilde Fenerbahçe’yi karşılayarak, sarı-lacivertlilerin bu zaafını da çok iyi kullandı.

Fenerbahçe’nin böyle rakiplere karşı yaşadığı en önemli sorunlardan biri de ileri ikilisi oluyor. Michy Batshuayi ve Enner Valencia, geniş alanlar bulabildikleri maçlarda çok etkili olabiliyor, ama dün akşamki gibi alanların neredeyse kaybolduğu maçlarda ise Fenerbahçe’nin rakip yarı alana yerleşip hücum etmesine engel teşkil ediyorlar. Bir süre sonra da her şey birkaç özel yeteneğin ayağına bakmaya başlıyor. Dün akşam o özel yetenekler İrfan Can Kahveci ve Emre Mor’du. Onlar da bir sihir yaratamayınca hâliyle bir şey üretilemedi ve Fenerbahçe ilk yarı boyunca sadece altı defa rakip ceza sahasında topla buluşabildi.

FENERBAHÇE’Yİ DİĞERLERİNDEN AYIRAN ŞEY

İkinci yarının başında Batshuayi’nin çift sarı kartla oyun dışı kalmasından sonraysa tamamen başka bir maç oynandı. Bu kırmızı kart, Fenerbahçe’nin bu defa başka bir güçlü yanını ortaya koyması için bir fırsat oldu.

Geçtiğimiz günlerde MatchStudy, Süper Lig’in ilk 12 haftasına ilişkin çok çarpıcı bir veri paylaştı. Takımların skora göre topa sahip olma oranlarının değişiminin paylaşıldığı tabloya göre Fenerbahçe, ligde galipken olan topa sahip olma oranıyla, yenikken olan topa sahip olma oranı arasındaki farkın en az olduğu takım (-0.2). Buna karşın Galatasaray ise -18.2’yle bu farkın en yüksek olduğu takım konumunda. Aynı şekilde diğer şampiyonluk adaylarından Beşiktaş’ın -14.3’lük, Başakşehir’in -14.1’lik ve Trabzonspor’un -13.9’luk bir farka sahip olduğu da görülüyor.

Bu da şunu gösteriyor ki, Fenerbahçe, skor fark etmeksizin kendi futbolunu oynamaya devam etmek konusunda ligin uzak arayla en mahir takımı. Bu mahirlikleri dün akşam da açıkça görüldü.

Batshuayi’nin kırmızı kartından çok kısa süre sonra bir penaltı golüyle öne geçtiler, ama golden sonra akıllarına geri çekilmek gelmedi. Şurası kesin ki, bir kişi eksikken golü bulup ardından geri çekilmeyecek tek bir takım var şu an ligde; Fenerbahçe. Bu tavırları bir gün onlara kaybettirebilir de. Ama nasıl kazanmak istiyorlarsa, aynı şekilde kaybetmeye de razı Jorge Jesus. Ve bu çok saygıdeğer bir tavır.

Belki top hâkimiyetlerini son yarım saatte sürdüremediler. Ama geriye yaslanıp Sivasspor’a kendi kalelerine yaklaşma şansı da tanımadılar. Elbette bunda konuk ekibin de eksikleri vardı. İlk yarıda topsuz oyundaki performansları nasıl övgüyü hak ediyorsa, ikinci yarıda toplu oyundaki etkisizlikleri de aynı şekilde eleştirilmeye muhtaçtı.

Bilhassa Çalımbay’ın bu anları uzun süre boyunca üç stoperle oynamayı tercih etmesinin Jesus’un ekmeğine yağ sürdüğü söylenebilir. Bu yüzden hem geriden oyun kuramayıp Fenerbahçe’yi geriye püskürtemediler hem de bir kişi fazla olmalarına rağmen rakip yarı sahada net bir sayısal üstünlük elde edemediler.

Ama ne olursa olsun, Fenerbahçe’nin bir kişi eksikken geriye yaslanmayı reddetmesi, hem Jesus’un kendi prensiplerinde ısrarını hem oyuncuların bu prensiplere tamamen ikna olmasını hem de fiziksel olarak ne kadar iyi durumda olduklarını göstermesi açısından çok kıymetliydi.

JESUS’UN BIRAKACAĞI MİRAS

Fenerbahçe sezon başından bu yana sadece iki resmî maçtan yenik ayrılmıştı: Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Dinamo Kiev’e karşı oynadıkları rövanş maçı ve ligdeki Konyaspor maçı. İkisinde de 10 kişi kalmıştı. Ve hatta Dinamo Kiev maçını da normal sürede kaybetmemişti. Dün akşam yine 10 kişi kaldığı maçı ise bu defa kazanmayı başardı. Ama kaybetseydi de, ilkelerinde ısrar ederek kaybetmiş olacaktı ve bu uzun vadede yine galibiyet anlamına gelecekti.

Jesus’un maç sonu demecinde söylediği gibi, Fenerbahçe rakibin kim olduğuna bakmıyor. Kendi değerleriyle sahaya çıkıyor ve ne olursa olsun bunlardan vazgeçmiyor. Çünkü kazanmak için bu değerlere ihtiyacı olduğunu biliyor.

Portekizli teknik direktörün dün gösterdiği başka bir şey daha vardı; Batshuayi’nin son derece tartışmalı bir ikinci sarı kartla oyundan atıldığı pozisyondan sonra pekâlâ hakeme itiraz etmeyi tercih edebilirdi, ama bunu yapmadı. Bunun yerine oyuncusuna, “Daha dikkatli olmalıydın” mesajını verdi.

Maçın ardından da tek bir hakem eleştirisinde bulundu. “Oyuncular her yere düştüğünde faul düdüğü çalınmamalı. Bunu iki takım için de söylüyorum. Hakemler teknik anlamda oyunun biraz daha akmasını sağlayabilirler,” dedi. Yani birçok teknik direktörün yaptığı gibi, kendi takımının aleyhine verilen bir karar için eleştirmedi hakemi, yalnızca oyunun gelişimi için bir eleştiride bulundu.

Nitekim haftanın en iyi iki maçı olması beklenen Galatasaray-Beşiktaş ve Fenerbahçe-Sivasspor maçlarının topun oyunda en az kaldığı iki maç olduğunu düşünürsek, ihtiyacımız olan tam da böyle bir eleştiriydi.

Jorge Jesus, bize sadece takımının saha içinde gösterdikleriyle değil, söylemleri ve eylemleriyle de çok şey öğretiyor. Öyle görünüyor ki, Türkiye’den ayrıldığında arkasında bırakacağı miras yalnızca kupalardan ibaret olmayacak.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda çocuklara yönelik olarak kurgusal biyografi türünde spor kitapları yazıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.