Fenerbahçe’de yapı değişse de sorunlar devam ediyor
Mourinho’nun maç öncesinde yaptığı “iki maçta iki puan yeter” hesabı matematiksel olarak elbette doğru. Fenerbahçe’nin Midtjylland deplasmanında bir sıkıcı oyun daha oynayıp istediği 1 puanı alması da hiç uzak bir ihtimâl gibi durmuyor. Ama bu kadar pahalı bir kadronun Avrupa Ligi’nde ilk 24’e girebilmesi son maçında bir puan kazanmasına mı bağlı olmalıydı? Bu tabiî ki tartışılır.
Sezona verilen kısa aranın ardından bir yapı değişikliğiyle dönen ve üçlü savunmaya geçen Fenerbahçe, bu şekilde çıktığı dört maçtan da galibiyetle ayrılmıştı. Lyon maçıysa bu yeni yapının ilk ciddi testi anlamına geliyordu. Sarı-lacivertliler özellikle savunmada bu anlamda fena sayılmayacak bir sınav verse de, hücumda birçok sorunun hâlâ devam ettiği görüldü.
Jose Mourinho’nun sahaya sürdüğü ilk 11’de performansı belki de en çok merak edilen ve buna biraz da kuşkuyla bakılan iki oyuncu sol stoper Yusuf Akçiçek ve sol kanat-bek Sebastian Szymanski’ydi. Yusuf’un bu seviyeler için henüz çok deneyimsiz olması, Szymanski’nin de çok alışkın olmadığı bir pozisyonda oynaması, bu iki oyuncunun uyumu konusunda soru işaretleri doğuruyordu. Yine de Fenerbahçe’nin ilk yarıda, özellikle baskılı oynadığı ilk 15 dakikada en etkili ataklarını bu iki oyuncunun tarafından geliştirdiğini gördük.
Fenerbahçe’nin Diego Carlos ve Milan Skriniar transferlerinin ardından artık üçlü savunmadan vazgeçme ihtimâlinin hayli düşük olduğunu düşünürsek, özellikle Szymanski sezonun ikinci yarısında Filip Kostic ile birlikte sol kanat-bek rotasyonunda kullanılmaya devam edilebilir. Hem çalışkanlığıyla kanat savunmasında faydalı olabilecek hem de temposuyla oynadığı kanadı boydan boya kullanabilecek bir oyuncu. Dün akşam da hem Sael Kumbedi ve Said Benrahma’nın hücumlarını çok iyi savunarak hem de hücumda etkili bindirmeler ve ortalar yaparak o pozisyonda kendisine güvenilebileceğini gösterdi.
TOPLU OYUNDAKİ SORUNLAR
Sarı-lacivertlilerin hücumda yaşadığı temel paradoks ise şu: Mourinho bir geçiş takımı istiyor, ama özellikle hücum hattında buna uygun oyuncular yok. Bu takım, geçen sezon İsmail Kartal’ın topa daha hâkim bir futbol talebi doğrultusunda oluşturulmuştu. Nitekim Dusan Tadic ve İrfan Can Kahveci ile hızlı geçişlere dayalı bir futbol oynamak mümkün değil. Mourinho’nun bu talebi için transfer edilen Allan Saint-Maximin ilk 11’de kullanıldığında da bu defa Saint-Maximin’in tercih hataları başka sorunlar doğuruyor. Dolayısıyla Fenerbahçe hücumda ne rakip yarı sahaya yerleşerek (çünkü Mourinho’nun böyle bir talebi yok) ne de hızlı geçişlerle etkili olabiliyor.
Bir diğer sorun ise Fred-Amrabat merkez ikilisi. İki oyuncu da bireysel olarak üst düzey orta saha oyuncuları olsa da birlikte oynadıklarında Fenerbahçe’nin toplu oyununda geriletici bir işlev görüyorlar. Geri üçlünün ayak kalitesi çok üst düzeyde değilken, ki Diego Carlos ve Skriniar geldiğinde de bu kalite çok yükselmeyecek, sarı-lacivertlilerin merkez ikilisinden en az birinin oyun kuruculuk özelliğinin çok gelişmiş olması lâzım. Ama ne Fred ne de Sofyan Amrabat böyle oyuncular. Bu iki oyuncudan birinin yerine oynayabilecek İsmail Yüksek de böyle bir oyuncu değil. 4-2-3-1’de önlerinde yer aldığında Szymanski de böyle bir oyuncu değil. Hâliyle Fenerbahçe’nin toplu oyundaki sorunlarının temelinde merkez oyuncularının özelliklerinin birbirine çok benzer olması yatıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, Galatasaray’da Gabriel Sara’nın verdiği katkıyı verebilecek bir orta saha oyuncusuna ihtiyacı var Fenerbahçe’nin.
Fenerbahçe’nin bu kadar çok transfer yapmasına rağmen hâlâ ve sürekli transfere ihtiyacı olması da sezon başlarında yapılan planlama hatalarına işaret ediyor. Elbette her sezona yeni bir teknik direktörle girilmesi ve her teknik direktörün bir öncekinden bambaşka bir profilde olması da bu kaotik durumu besleyen bir diğer faktör.
Mourinho’nun maç öncesinde yaptığı “iki maçta iki puan yeter” hesabı ise matematiksel olarak elbette doğru. Fenerbahçe’nin Midtjylland deplasmanında bir sıkıcı oyun daha oynayıp istediği 1 puanı alması da hiç uzak bir ihtimâl gibi durmuyor. Ama bu kadar pahalı bir kadronun Avrupa Ligi’nde ilk 24’e girebilmesi son maçında bir puan kazanmasına mı bağlı olmalıydı? Bu tabiî ki tartışılır.