Ferit Edgü’nün görünmeyen mesaisi
"Diyebilirim ki bizler tam anlamıyla bir yalnızlıkta yazdık. Bireyselliğe yer olmayan bir toplumda, birer aykırı olarak, birer horlanmış olarak yazdık. Kendi benzerlerimizi bulmak için yazdık. Hiçbir zaman hiçbir iktidarın yanında olmadık. Birçoklarına soyut da gelse, 'mutlak' özgürlükten yanaydık. Yirmi yaşındaki bir genç elbette özgürlükte de 'mutlak'ı arar."
Pirkanis ve devamında Keskin’deki yedeksubay öğretmenlik sonrasındaki üç yıl, Ferit Edgü portresinde, biyografisinde bugüne dek neredeyse hiç üstünde durulmayan önemli bir mesaiye sahne olur: Şimdiki dünyaya doğru koşma mesaisi diyebiliriz buna. İlk adımda Sorbonne’da derslerini izlediği Jean Wahl’dan Bugünün Dünyasında Felsefe kitabını çevirir (1965). Ardından Marksizm yorumuna yeni boyutlar getiren, o sıralar Batı dünyasında da henüz keşfedilmekte olan Antonio Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nden bir seçki hazırlar: Aydınlar ve Toplum (1967).(1)
1967’de yine Paris’tedir Edgü. Bu kez orada bir tür zorunlu göçmen Abidin Dino, Güzin Dino ve Pertev Naili Boratav’ı bir araya getirerek dönemin güncel konusunu, “kültür emperyalizmi”ni tartışmaya açar. İlk soru:
Kültürde emperyalizm nerede başlıyor, bitiyor? Basını, milli eğitimi, sanat kollarını nasıl etkiler? Bu etkilere karşı -Batı düşmanlığı şeklinde yozlaşmadan- nasıl direnebiliriz? Geçmişten devraldığımız kültür mirasının nitelikleri nelerdir? Türk kültürü nelere karşı direnmeli, neleri benimsemelidir?
Dönemin özgün sol/sosyalist dergilerinden Ant’ta 8 bölüm olarak yayımlanan söyleşilerin son bölümünde yine Paris’te yaşayan Mısırlı akademisyen, düşünür Enver Abdülmelik (Anouar Abdel-malek) de konuk edilir (Ant sayı 17 – 25 / 25 Nisan - 20 Haziran 1967). Siyasal - kültürel tarihimiz için önemli belge niteliğindeki tartışma aynı yıl kitap olarak da yayımlanır.
Sol çevrelere egemen olan anti emperyalizmin milliyetçiliğe, “üçüncü dünyacılığa” dönüşen yaklaşımından bilinçli bir tavırla uzak durulması dikkat çekicidir. Daha başta “Batı düşmanlığı şeklinde yozlaşmadan” ifadesiyle sınır çizen Edgü, bugünden bakılınca adeta erken bir uyarıda bulunur: Özellikle bağımsızlığını yeni kazanan eski sömürgelerde yerel kültür savunusunun milliyetçi, Batı karşıtı “monolitik kültür özlemi”ni, “emperyalist Batı”ya karşı bir tür “cihat açma” eğilimi getirdiğini belirtir.
Öte yandan, bugün dilimizden düşürmediğimiz ulusalcılık terimini Mısırlı E. Abdülmelik’in söyleşide kullandığı Fransızca “nationalitarisme” teriminin çevirisi olarak Ferit Edgü’nün Türkçeye kazandırdığını da belirtelim.
Son olarak yazınsal ve düşünsel yönden izini sürdüğü Jean Paul Sartre’dan bir seçki hazırlar: Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar.
"Sartre'ın bu elinizdeki gibi bir kitabı yoktur. Bu konuşmaları son on yıldır, çeşitli dergi ve gazetelerden derledim. Bu konuşmaların bir çoğu, yayınlandıklarından kısa bir süre sonra dilimize çevrilip (bazıları birden fazla) dergilerimizde yayınlanmıştır.
Sartre düşüncesinin bu konuşmalarda çok açık bir biçimde gerek sanat gerek felsefe, gerekse politika yönünden yansıdığına inandığım için, bu kitapçıkta toplamanın yararlı olacağını düşündüm. (Çan Yayınları, 1968)."
REKLAMCI, GALERİCİ, YAYINCI, KOLEKSİYONCU
Marx, 1871 komünü için “Paris proletaryası gökyüzünü fethe çıktı” der. 1968’de bu kez başta Paris olmak üzere dünya gençliği ayaktadır, “gerçekçi ol, imkânsızı iste” sloganıyla. Türkiye dahil.
Kaçkınlar’ın 30. yıl basımında kendisini ve kuşağını şöyle nitelendirir Ferit Edgü:
"Diyebilirim ki bizler tam anlamıyla bir yalnızlıkta yazdık. Bireyselliğe yer olmayan bir toplumda, birer aykırı olarak, birer horlanmış olarak yazdık. Kendi benzerlerimizi bulmak için yazdık. Hiçbir zaman hiçbir iktidarın yanında olmadık. Birçoklarına soyut da gelse, 'mutlak' özgürlükten yanaydık. Yirmi yaşındaki bir genç elbette özgürlükte de 'mutlak'ı arar."
Onlardan on yıl sonra dünyaya gelen, sokağa – sahneye çıktıkları yılla adlandırılan 68 Kuşağı ise benzerlerini, özgürlüğü dışarıda arıyor, diğerleriyle, toplumla birlikte değişimi arıyordu. O arayış Türkiye’de son derece kanlı seyretti. 12 Mart 1971 darbesiyle devlet güçlerinin sürek avına, kuşak kırımına dönüştü. 12 Mart sonrası toplumsal devinimle genişleyip yükselerek süren sokak hareketi 12 Eylül 1980 darbesiyle nihai gençlik ve muhalefet kırımına uğradı.
1950 kuşağından 68 sürecine eklemlenenler, değişime eşlik etmeye çalışanlar oldu. Ferit Edgü ise Hakkari Pirkanis sonrası çeviriler, soruşturmalar, söyleşiler üzerinden yöneldiği düşünsel - siyasal çabaya 1968’le birlikte son vermiş gibidir. O yıl, hayatının sonraki on yılını doğrudan hasredeceği yeni bir alana, reklamcılığa yönelir.
Türkiye’de kapitalizme koşut olarak gelişen reklamcılık, o döneme dek basın – yayın dünyası ve memuriyet dışında geçim kapısı bulamayan entelektüel, yazar, sanatçı çevrenin yeni ve gözde istihdam alanı olacaktır 1970’li – 80’li yıllarda. Edgü bu değişimi ilk görenlerdendir. 1968’de Manajans’ta metin yazarlığına birlikte başladığı tiyatro, şiir kökenli Ege Ernart’la birlikte 1971’de Ajans Maya’yı kurarlar. 1974 sonrası Edgü oradan da ayrılıp kendi şirketi Data Reklamcılık’ı kuracaktır.
1976’da bir kez daha yeni uğraşlar edinir. İlhan Berk’in kendisine teslim ettiği şiir dosyası tetikleyici olacaktır. Yıllardır çekmecesinde beklettiği yine Doğu’daki doğumuna ilişkin iç söyleşilerle oluşturduğu roman denemesi Kimse’yi de Berk’in şiirleriyle (Atlas) birlikte yayına hazırlayıp matbaaya göndererek Ada Yayınları serüvenine başlar.
Yayınevi, galeriyi beraberinde getirir. Mekân, D Grubu’nun ilk sergisine (1933), sanatçı atölyelerine (Aliye Berger, Bedri Rahmi), yazarlara (Ahmet Hamdi Tanpınar) ev sahipliği yapan Narmanlı Han. Ferit Edgü’nün kurup yöneteceği Bedri Rahmi Sanat Galerisi’ndeki sergilerin, yapıtlarına yer verilen sanatçıların kitapları da Edgü tarafından hazırlanır, profesyonel özel tasarımlarla yine Ada Yayınları’nca basılır. Böylece Türkiye’de sanat kitapları yayıncılığına adım atılmaktadır.
Bedri Rahmi, Yüksel Arslan, Fikret Mualla, Abidin Dino, Avni Arbaş, Aliye Berger, Mustafa Pilevneli, Nedim Günsür, Turan Erol, Eren Eyüboğlu katalog kitapları, monografileri bunlar arasındadır.
Özel tasarım, döneme göre “lüks” kâğıt (beyaz, kalın 1. Hamur), özenli, her nüshası numaralandırılmış baskı, edebiyat kitapları için de geçerlidir.
Farklı evrelerden geçen Ada Yayıncılık serüveni 1990’ların başına dek 15 yıl sürecektir, galeri ise çok daha kısa ömürlü. Ama oradan gelen ve 1970 – 1980’lerde henüz adı konulmamış küratörlük, 2000’lerde de devam edecektir Edgü’nün yaşamında. Sanat koleksiyonculuğu ise daimi… Osman Hamdi, Abidin Dino, Füreya, Bedri Rahmi, Komet, Tülay Türe Börtecene, Avni Arbaş, Aliye Berger, Avni Lifij gibi isimlere odaklanan, yer yer tanıklıklara dayanan değerlendirme yazılarını içeren Görsel Yolculuklar (2003) bu kapsamda anılmaya değer.
DİLİN HALLERİ YA DA 'SAF - SALT EDEBİYAT'?!
Ferit Edgü’nün asıl verimini 1970’lerin ikinci yarısında gerçekleştirdiği görülür. Kimse’yi izleyen asıl Pirkanis anlatısı O 1977’de yayımlanır, 1982’de Onat Kutlar’ın senaryosuyla filme alınır. Filmin adı romanı aşacaktır: Hakkari’de Bir Mevsim. Başından beri yerleşik edebiyat dünyasının ve çevresinin dışında duran yazar 1979’da iki ödülle onurlandırılır: Bir Gemide’yle Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, Ders Notları ile Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü’nü kazanır. Şiirlerini yine aynı dönemde kitaplaştırır: Ah Min El Aşk (1978).
Tüm bu sürece yoğun bir profesyonel iş mesaisinin, üç ayrı dalda (reklamcılık, yayıncılık, galericilik) işletmeciliğinin eşlik ettiğini unutmamak gerekir. Başka bir deyişle başından itibaren “saf” edebiyatın, sanatın temsilcisinin hiçbir zaman “salt edebiyatçı” ve “sanatçı” olmadığı görülüyor.
“Bir roman, bir şiir, bir öykü, bir oyun
önünde sonunda
bir dil yapıtıdır” Edgü’ye göre, “Ve yalnız bir dil yapıtıdır” diye de vurgular.
Doğru. Mevcut dilin içinde kendi dilini yaratmaya çabaladığı ilk öykülerini kaleme aldığı Akademi yıllarında bir yandan da Vatan Gazetesi için sanatçılarla (Maya Sanat çevresi) söyleşiler, soruşturmalar yaptığını, doğrudan iletişim – haber dilinin içinde de kulaç attığını göz ardı etmemek gerekir. Aynı şekilde, 1960’larda Fransızcadan, varoluşçu düşünce çevresinden çeviriler yaparken aynı zamanda Yön ve Ant dergilerinde dönemin siyasal diline, tartışmalarına dahildir.
Son olarak tüm bu farklı kaynaklarla beslenen dilin, düşünce ve deneyimlerin ticaret – pazarlama – satış iletişimine, reklamcılığa taşındığını, oradan da ivme alarak dönüşüme uğradığını unutmamak gerekir.
Başından itibaren görsel disiplinle de beslenen Edgü’nün dili ve anlatısı tüm bunlarla birlikte kuşakdaşlarından farklı bir mimari, kendine göre bir alaşım kazanmıştır.
VEFA - VEDA
Hakkari’de Bir Mevsim adını alan O romanında “Ne kadar kısa yaşıyoruz, ne kadar uzun ölüyoruz” der anlatıcı.
Öyle olmuştur. Yol arkadaşlarını tek tek kaybeden Ferit Edgü onlara hep sahip çıkmış, onlarla söyleşmeyi yokluklarında da sürdürmüştür. Yüksel Arslan başta gelir. Orhan Duru’nun arşivinden düzenlenen Ferit Edgü - Yüksel Arslan’a Gençlik Mektupları (1957-72) bu yöndeki bir başka anı/anma kitabıdır. Edgü’nün “O öldü. Bense onu düşlüyorum” diyerek ortaklaşa mektuplarından hazırladığı Orhan Duru Ölmeden Önce – Ölmeden Sonra başlıklı kitap ve Özyurdunda Yabancı Olmak (Demir Özlü – Ferit Edgü mektuplaşmaları) dostluğun sürekliliğini gösterir.
Bu bağlamda kişisel iki tanıklıkla noktalayalım Edgü’yle yolculuğumuzu.
Aralık 2011'de Vedat Günyol için bir sempozyum düzenlemiştim Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde. Katılacağına pek ihtimal vermesem de Ferit Edgü’yü de davet ettim. Hiç tereddüt etmedi, diğer katılımcıların kimler olduğunu bile sormadı. “Biliyorsunuz bu tür etkinliklere katılmıyorum. Sağlığım da uygun değil. Ama Vedat Abi için konuşmak benim için görevdir” dedi. Teşekkür ettim.
Kürsüde hiç beklenmeyecek bir şey oldu: Konuşması sırasında gözyaşlarını tutamadı. İçtendi. O ilişkiyi, o dostluğu özlüyordu. Kaybolan, yitirilen bir şeyleri…
***
Danışmanı olduğum bir öğrencim tez konusu olarak Yüksel Arslan üzerine çalışıyordu. (O güne dek Arslan için hemen hiçbir akademik çalışmanın olmadığını görmüş, şaşırmıştık.) Ferit Edgü’yü aradım, öğrenci arkadaşımla görüşüp görüşemeyeceğini sordum. Yine şaşırttı, her türlü desteğe hazır olduğunu söyledi, öğrencinin Fransızca bilip bilmediğini sordu. Maalesef, dedim. Biraz süre istedi. Birkaç gün sonra kendisinden aşağıdaki e-postayı aldım:
Kardeşim Zeki Coşkun,
Yüksel Arslan’la ilgili bilgiler:
Genç arkadaşınız kuşkusuz Ada, YKY, Sel, Ankara Nev’den çıkan kitapları biliyordur. Bilgi Üniversitesi sergisi kataloğu hem bilgi hem resim açısından bir hayli zengin. Ölümünün hemen ardından LİLE’de düzenlenen serginin yayını da Zürich Viana sergisi kataloğu kadar zengin değilse de ilginç.
Zürich sergisi kataloğu Fransızca ve Almanca. Bir hayli ayrıntılı. Aslanın sağlığında yayınladığı tabii Fransızca 8 kitap albümü var. Kızı İngilizce biliyor, yardımcı olacaktır.
Baki selam
***
Baktım, tarih 1 Mayıs 2019. Mesajın altında Seli Arslan’ın adresi, telefon ve diğer iletişim bilgileri, ekte ise kitap kapakları, dergiler ve daha bir dizi görsel malzeme yer alıyordu. O arkadaşımız tezini başarıyla tamamladı, şimdi Fransa’da sürdürüyor çalışmalarını.
Güle güle Ferit Bey. “Minimalist edebiyat” dahil Türkçeye, bizlere kazandırdığınız her şey için teşekkür. Dostluklarınız için, artık dil, düşünce, davranış dağarımızdan kaybolan “vefa” için ne söylense azdır. Güle güle.
(1) Edgü’nün yanı sıra Vedat Günyol ve Bertan Onaran’la ortaklaşa yapılan çeviri, Fransızca metin, İtalyanca aslıyla karşılaştırılarak gerçekleştirilmiştir.
Ferit Edgü: Kaçkınlar, Bozgun(cular) kuşağından bir başka Kimse 24 Temmuz 2024
Kanunların ruhu, katil kahraman ve eşlikçileri 19 Kasım 2023
Sanat dünyasının Filistin sınavı 05 Kasım 2023
Devlet Cumhuriyet’e mesafeli, iş dünyası sevdalı 29 Ekim 2023 YAZARIN TÜM YAZILARI