YAZARLAR

Fıkıh ehlinin ruhbanlığına ve fetvalara dair

Bin küsur yıl önce dondurulmuş ve inanç esaslarına değil şekil şartlarına ait hükümlerle bugünün insanına cevap üretilemiyor. Dini taşınamaz bir yük haline getirip, insanları dinden çıkarıyor bugünkü fıkıh ehli ve usulü. Ya fıkıh usulünde reform yapılmalı ya da tümden yok sayılmalı.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığınca, vatandaşların sorularına cevap olarak üretilen fetvaların toplandığı kitabın 2015 tarihli üçüncü baskısında yer alan “baldızla zina nikahın düşmesine sebep olur mu?” sorusuna karşılık verilen fetva tartışmasına, önceki yazıda kaldığımız yerden devam edelim. Fetva baldızla zinanın nikahı düşürmeyeceği yönündeydi. Köklü metodolojiden söz etmişti Diyanet de kamuoyu tartışmalarına cevaben. Biz cahillerin bilemeyeceğimiz(!) gizem bulutuna sarmalanmış, fıkıh usulüne değinmiş ama her zamanki gibi asla konuya cevap içermeyen “yorum yapma yanlışlığı” üzerinde durmuştu. Fıkıh, hukuk demek ve hukuk yorum ilmi demekse, günümüz hukuk metinleri gibi fıkıh usulü içerisinde sorulara verilen cevap, yani hukuki hüküm anlamındaki fetvalar da yoruma açıktır. Nokta. Yorumun yanlış olma ihtimali fetvayı sırf bu nedenle doğru kılmaz. Tekrar nokta.

İslam evlilik yasağı olan kişileri hem kadın hem erkek için teker teker sayar. Baldız ve kayınbirader bu yasaklara dahildir. Nikahsız birliktelik, yani zina zaten baştan günah olarak açıkça belirtilmiştir. Bu durumda evlilik yasağı olan kişiyle zina için iki kat yaptırım düşünülmesi gerekirken, nikahın düşmeyeceğine hükmetmek fıkıh usulüne uygunsa eğer, o fıkıh Kur’an’dan başka bir kitabın fıkhı mıdır diye sorarlar. Sorulmalı. Sıhri bağ, yani evlilik yoluyla edinilmiş akrabalık için konulmuş evlenme yasağı geçicidir evet. Mevcut evlilik biterse sıhri akrabalarla olan evlenme yasağı da biter evet. Peki bu olayda bitmiş bir evlilikten mi söz ediliyor, hayır. Tersine, devam eden bir evliliğin akıbetini baldızla zina etme fiili bitirir mi diye soruluyor ve fakih, Din İşleri Yüksek Kurulunun yüce alimleri, şu an devam eden bir evliliğin gelecekte şu veya bu şekilde sona erebileceği ve böylece yasağın kalkma ihtimali olacağı varsayımıyla hüküm kurmuş. Bugünkü yargı kararlarını, evrensel hukuk normları çerçevesinde nasıl eleştirebiliyor, yorumlayabiliyor ve karşı çıkabiliyorsak fetva da aynı şeklide eleştiriye, itiraza, reddiyeye açıktır, ki usul-ü fıkıh denilen sistem reddiyeyi de içerir bu nedenle. Diyanet açıklamasında cevap vermek yerine, izahat getirmek yerine algı operasyonu iddialarıyla cehalet suçlaması yaptığı zaman o usul-ü fıkıh insanüstü bir yere konumlandırılmış olur. Tartışılmaz kılınır. Tabu haline gelir. Ki bin yıldır yapılan budur. Böylece fıkıh ilmini ve elbette fakihler kendi kendilerini insanüstü hüküm kurucu ilan edip Müslüman toplumlara dayatmışlardır. Müslüman toplumlara ve dindarların din bilincine verilen en büyük zarar da budur. Kimse dışarıdan düşman aramasın, kendi kendimize din bilincimizi yaralayan, yarılayan bir fıkıh usulü dokunulmazlığı, fıkıh usulü adı altında fıkıh ehli tarafından ihdas edilmesindendir bilim ve fikirde, sanatta geriliğimiz. Bu fıkıh usulü ve bu fakihlerdir ki, İslam Medeniyeti denilebilecek bilgiyi ve sanatı üreten, hep birlikte övünmeyi adet edindiğimiz alimlerin her birini ve dinin farklı yorumlarını suçlu ilan edip, felsefeyi yasaklamış, eğitim hükümdarın politikasına göre şekillendirmiş ve medeniyetin ocağına incir ağacı dikmiştir.

Fıkıh ehlinin kendi kendisini ruhbanlık makamına taşıması, fıkıh ilmini tabu kılmış, dokunulmaz saymış ve adeta fıkıh ilminin yorumlarına yapılan itirazları din düşmanlığı olarak değerlendirmiştir. Ki bu durum fıkhın din sayılması, şeriatın din sayılması gibi sonuçlar ortaya çıkardı. Bugün yaşanan tartışma ve çatışmaların birçoğunun temelinde fıkhın din zannedilmesi yatar. Fıkhı din yerine ikame eden sonuçlar doğuran bu yaklaşımlar aynı zamanda fakihleri peygamberlikten geçin, yarı tanrı haline getirdiği için tüm İslam dünyası yüzlerce yıldır belini doğrultamıyor. Üstelik fıkıh ehli denilen bu ruhban sınıfı, tarihin en eski önyargısıyla malul: Mizojini. Tüm tek tanrılı dinler gibi kadın nefretiyle yüklü. Ve bu tek tanrılı dinlerin hiçbirisi vahiy yoluyla kadın düşmanı olmadı. İlahî mesaj kadınları ikincil saymadı hiçbir dinde. Din otoriteleri zaman içinde o dinleri tahrif ederek kadın düşmanlığını inanç esasıymış gibi sundular dindarlara. Bizdeki fıkıh ehlinin ruhbanlaşmasıyla paralel olarak, İslam’ın ilk yüzyılından sonra giderek artan oranda girdi dindar algıya kadın düşmanlığı. Denilebilir ki, tek tanrılı dinlerin zaman içinde muharref din haline dönüşmesiyle kadın erkek eşitliğine karşı çıkış arasında doğrusal ilişki vardır.

Anılan fetvada kadın erkek eşitliğine karşı çıkış nerede diye sorarsanız 'görünmezlikte' derim. Bu fetvada kadın görünmüyor. Soru iki kadınla ilgili olduğu halde fetvada hiç kadın olmayışı, benim gözümde açıkça kadın karşıtlığı. Her zaman ne söylendiğini anlamaya çalışmak önemlidir ancak kadınlar açısından söylenmeyeni de görmek gerekir. Bilim, sanat, felsefe, tarih gibi alanlarda da dini hüküm ve yorumlarda da kadının görünmez kılınışı, metinleri bu yönden de incelemeyi gerekli kılıyor. Bu fetvada biri eş biri baldız olan iki kadın olayın doğrudan etkilediği iki insan olduğu halde fetva hiç kadınların varlığını görmemiş. Baldız kaç yaşındaydı, beraberlik gönüllü mü yoksa tecavüz mü bilinmez, sorulmaz. Gerçi diyanet metinlerinde tecavüz suçu da hiç geçmez, sadece zina derler. Bir kere bile cinsel saldırı suçunun zinadan ayrıca suç olarak anıldığını görmedim bugüne kadar. Fetvayı veren soruyu sorana bu soruları yöneltse, alacağı cevaba göre şiddeti, kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele etmekle görevli ilgili kurumlara ihbar etmekle yükümlü olacak. Hem kardeş olan iki kadının birbiriyle kopmaz akrabalık bağını zedeleyen hem şiddet ihtimali barındıran somut olayda fakih, vakanın yarattığı mevcut ve muhtemel sonuçlara görülen zarara odaklanmıyor. Çünkü zarar görenler kadın. Örneğin bir para meselesi borç alacak konusu olsa soru tüm tarafların içinde bulunduğu durum ve olayın sonuçları değerlendirilerek verilir fetva. Söz konusu kadınlar olunca muhtemel şiddet gibi onurları da gördükleri zarar da fail erkeğin adının lekelenmesinden veya nikahının düşmesinden çok daha önemsiz sayılır ki, hiç esamisi anılmaz.

12-13’üncü yüzyıllarda dondurulmuş katı kalıplara dönüşmüş fıkıh usulünün bugünün sorularına cevap üretmesi imkansız. Düşünelim ki 7’inci yüzyıldan 12’ci yüzyıla kadar ne çok hüküm değişmiş, farklı içtihatlar geliştirilmiş, beş yüz yıllık toplumsal dönüşüme ayak uydurmaya çalışmış fıkıh. Ancak 12’inci yüzyıldan 21’inci yüzyıla yeni içtihatlar oluşturulamamıştır. Temel kaynaklara dayanılarak verilen şimdiki fetvalar bin yıllık hükümlerin orasından burasından çekiştirilerek, sündürülerek veya ters yüz edilerek günümüze dair cevap oluşturulması gerçeğini ortaya koyar.

Dinde reform olmaz, nas tartışılmaz, değiştirilemez denir ve ‘batı medeniyetinin’ yükselişindeki kurucu etkisi bilinen reform hareketleri için ‘o kilisede reform’ denir. Doğrudur. Bir de eklenir ‘İslam’da ruhbanlık olmadığı, kilise gibi bir mekanizma olmadığı için Müslüman toplumlarda’ reform olmaz derler. Hem doğru hem yanlıştır. Zira İslam’da ruhban yok ama Müslüman toplumlarda kilise yerine ihdas edilmiş fıkıh sistemi buz gibi ruhban sınıfı ve kilise teşkilatı gibi işlemektedir. Hatta bir de “engizisyon zulmü bizde yaşanmadığı için reform ihtiyacı da doğmaz’ hükmü verilir yaygın olarak. Bu da yanlıştır. Abbasiler döneminde çok net şekilde engizisyon mahkemeleri, cezaları, bilim alanında çalışanları ve pek çok kelam alimi ve müçtehidi tövbeye davet eden suçlamalar, kabul etmeyenlerin yıllarca zindanlarda süründüğü, pek çoğunun öldürüldüğü, hayatta kalanların uzak diyarlara, özellikle de Horasan civarına, Maveraünnehir’e kaçarak gizlendikleri herkes tarafından bilinir.

Diyeceğim o ki, bin küsur yıl önce dondurulmuş ve inanç esaslarına değil şekil şartlarına ait hükümlerle bugünün insanına cevap üretilemiyor. Dini taşınamaz bir yük haline getirip, insanları dinden çıkarıyor bugünkü fıkıh ehli ve usulü. Ya fıkıh usulünde reform yapılmalı ya da tümden yok sayılmalı. Kaldı ki İslam buna uygun bir din. Çağ ise bilgiye erişimi mümkün kılan özelliklerle dolu bilişim çağı. Artık kimse şunlara fetva sormasa, istemese… Çünkü fıkıh usulünün kendisi, soran kişinin verilen fetvaya uymakla yükümlü olmadığını da belirtir. Nitekim bu nedenle çağlar boyu fakihler sorulan sorunun tonuna, tınısına, soranın kimliğine, neyliğine bakarak fetva üretmişlerdir. Halen de öyle olduğuna şüphem yok. Tekrar edeyim bize Kur’an yeter, ruhbana ihtiyacımız yok. Hele aile hukukunda İslam, Kur’an örfe geniş yer ayırmıştır. Örf, yani yerel hukuk, usul veya kültür… Bugün bizim örfümüz Medeni Kanun, ve Medeni Kanun’da aile hukukuna dair Kur’an’da belirtilen temel prensiplere aykırılık da yok.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.