Filistin’de esir takası tarihi: Ne ilk, ne tek taraflı
Söz konusu esir takası olduğu zaman, İsrail’in son derece dengesiz oranları dahi kabul ettiğini görüyoruz. Bugüne kadar İsrail hem çevresindeki Arap ülkeleriyle hem de Filistinli direnişçilerle yaptığı onlarca esir takasının rakamsal açıdan hep kendi aleyhine olduğunu söyleyebiliriz.
Gazze’nin sınır ötesinde başlayan Aksa Tufanı Operasyonu, Filistinli örgütlerin kaçırdığı yüzlerce İsrailli rehine ile birlikte dünya çapında büyük ses getirdi. 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik ölçüsüz saldırısı devam ediyor. Bir tarafta rehinelerin ‘ateşkes’ çağrısı yapan aileleri, diğer tarafta “Birincil hedefimiz Hamas’ı yok etmek, ikincil hedefimiz rehineleri kurtarmak” açıklaması yapan İsrail yönetimi.
Başta Hamas olmak üzere İslami Cihat, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) gibi örgütleri de içinde barındıran cephe, son olarak İsrail’in kara harekatına karşı direnişini sürdürüyor. Tabii yaklaşık 1 aydır devam eden yüksek yoğunluklu savaşı takip eden pek çok kimse için ‘rehinelerin’ varlığı yeni bir olgu gibi. Oysa Filistin tarihine baktığımız zaman tüm tarafların sıkça rehine takası yaptığına tanıklık ediyoruz. Bu, çoğunlukla askeri anlamda daha güçsüz Filistinli örgütlerce benimsenen bir yöntem. Bu uygulama ile İsrail’den -başta elindeki Filistinli tutsakları serbest bırakma olmak üzere- çeşitli tavizler bekleniyor. Fakat geçmişte İsrail’in de yer yer diğer ülkelerdeki kendi tutsaklarını serbest bırakmak için insan kaçırdığını görüyoruz.
Bugünkü ‘rehine’ meselesini daha iyi anlayabilmek adına, İsrail Devleti’nin ilan edildiği 1948 tarihinden bu yana eksik olmayan geçmişteki örneklere uzanalım.
DENGESİZ TABLO
Filistin’deki savaşa dair sıkça karşımıza çıkan, tarafların yıllara göre kayıplarını gösteren bir grafik var. Çeşitli kaynaklardan elde edilen verilerle hazırlanan, sivil ve askeri kayıpların gösterildiği grafiklerde korkunç bir uçurum göze çarpıyor. Filistinli sivil kayıpların ulaştığı seviyeye İsrail’in kayıpları hiçbir yıl yaklaşamıyor bile. Elbette her insanın yaşamı değerlidir, cansız bedenleri terazilere yatırıp bir çıkarım yapmayacağız. Ancak İsrail’in uzun yıllardır güttüğü, “Benden dökülen kanın x katı senden dökülene kadar durmak yok” ilkesinin tutarlılığını görme açısından önemli bir farkla karşılaştığımızı söyleyebiliriz.
Ancak söz konusu esir takası olduğu zaman, İsrail’in son derece dengesiz oranları dahi kabul ettiğini görüyoruz. Bugüne kadar İsrail hem çevresindeki Arap ülkeleriyle hem de Filistinli direnişçilerle yaptığı onlarca esir takasının rakamsal açıdan hep kendi aleyhine olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bırakın esirleri, kaybettiği askerlerin cenazelerini almak için bile masadaki eşitsiz anlaşmaları kabul ettiğini gözlemliyoruz.
UÇAK KAÇIRMALARDA REHİNE TAKASLARI
Düzenli orduların çarpıştığı savaşlar için esir değişimi son derece olağan sayılabilir. Bugün İsrail’in kuruluşundan beri çevresindeki diğer ülkelerle girdiği esir değişimi anlaşmalarına istisnalar hariç değinmeyeceğiz. Bunun yerine merceğimizi Filistinli direnişçilerin cezaevlerinden yoldaşlarını çıkartmak için yaptığı eylemlere çevireceğiz ve bu eylemlerin ardından varılan anlaşmaların bazılarına kulak vereceğiz.
İlk önemli olaya 1968 yılında rastlıyoruz. İsrail havayolu El-Al’a ait Roma kalkışlı bir yolcu uçağı üç FHKC eylemcisi tarafından kaçırılır. Cezayir’e iniş yapan uçaktaki yolcuların bir kısmı serbest bırakılır ancak havayolu çalışanları ve yolculardan oluşan 12 kişilik İsrailli grup rehin alınır. Cezayir’in aracılık ettiği görüşmeler, İsrail’in cezaevinde tuttuğu 16 Filistinliyi serbest bırakmasıyla sonlanır. Hüküm giymiş Filistinlilerin tahliyesiyle birlikte İsrailli rehineler de serbest bırakılır.
Bu eylemle birlikte dünya çapında uçak kaçırma eylemleri yaygınlaşır. FHKC de başarıyla sonuçlanan eylemin ardından aynı yöntemi tekrar uygular. ABD havayolu TWA’ya ait Boeing 707 uçağını 1969 yılında silah ve el bombaları ile 112 yolcusu ile Roma Havalimanı’ndan Şam’a kaçıran Leyla Halid, yolcuların inişinden sonra uçağı havaya uçurur. Bu eylemle birlikte Halid, sadece kendi ismini değil; aynı zamanda Filistin mücadelesini bütün dünyaya duyurur. Esir takasına gelince, işin öznesi artık FHKC değildir, Suriye yönetimi yolcuların büyük bir bölümünü serbest bırakır, aralarında İsrail vatandaşları da vardır. Ancak elinde tuttuğu 2 İsrail vatandaşını koz olarak kullanarak Tel Aviv ile masaya oturur, İsrail’de tutuklu 71 Suriyeli ve Mısırlı askerin serbest bırakılmasını sağlar. Eylemin ardından tutuklanan FHKC’liler ise kısa süre içerisinde serbest bırakılır.
Leyla Halid, bir yıl sonra tekrar bir uçak kaçırma eyleminde görev alır. Bir İsrail uçağını kaçırmaya çalışırken başarısızlığa uğrar ve yanındaki bir arkadaşı vurulur. Londra yakınlarında bir hapishanede kalan Halid, Ortadoğu’da yoldaşlarının kaçırdıkları İngilizler karşılığında serbest bırakılır.
KAÇIRMA SIRASI İSRAİL’DE
Yine 1970 yılında başka bir Filistinli örgüt olan El Fetih, Metulla’da İsrail’in bir gece bekçisini kaçırır. Daha sonra yapılan takas anlaşmasında El Fetih’in ilk silahlı saldırısı sırasında İsrail tarafından yaralı olarak ele geçirilen ve idam cezasıyla yargılandıktan sonra 30 yıl hüküm giyen Mahmud Hicazi’nin tahliyesiyle birlikte Rosenwasser de bırakılır.
Tabii rehin almalar her zaman tek taraflı olmuyor. 1972 yılında İsrail’in silahlı kuvvetleri Lübnan sınırında devriye gezen 5 Suriye subayını kaçırır. Bu kaçırma eylemiyle birlikte, Şam yönetiminin elindeki İsrailli 3 pilotun serbest bırakılması amaçlanır, nitekim öyle de olur.
LÜBNAN’DA HEZİMET
İsrail’in 1970’lerdeki kuzeye ilerleyip Lübnan’ı işgal etmesiyle birlikte ülkede sonu gelmeyecek bir esir takası dönemi başlar. Güney Lübnan’daki çatışmalar sırasında İsrail askeri Avraham Amram, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık (FHKC-GK) tarafından 1978’de kaçırılır. FHKC’den ayrılıp Suriye yanlısı bir çizgi izleyen Ahmed Cibril önderliğinde kurulan FHKC-GK’nin ele geçirdiği İsrail askerlerinden 2’si kaçmayı başarır. Ancak tek başına Amram bile, İsrail cezaevlerinde bulunan 76 Filistinli hükümlü tutsağın serbest bırakılmasına yeter. Bu tutsaklar arasında Hafız Dalkamoni gibi FHKC-GK’nin önde gelen bir kadrosu da vardır.
İsrail 1982’de sağcı falanjistlerin yanında Lübnan’da yeni bir işgale kalkışır. Lübnan’daki savaşın başından beri ülkedeki sağcı falanjist kanada gerek askeri gerekse diplomatik anlamda arka çıkan ve türlü savaş suçlarına ortak olan İsrail, bu macerasında pek çok sefer esir pazarlığı masasına eşitsiz koşullar altında oturmak zorunda kalacaktır. Lübnan’ın merkezindeki dağlık Bhamdun’da El Fetih, 4 savaşçısıyla İsrail ordusuna ait bir gözlem noktasına operasyon düzenler. İsrail’in falanjist müttefikleri gibi giyinen savaşçılar, bir engelle karşılaşmadan gözlem noktasına girer. Grubu yöneten İsa Hajjo, alandaki İsrail subayı Reuven Cohen ile Fransızca konuşarak el sıkışır. Hemen ardından silahını suratına doğrultur, teslim olmalarını söyler. Bu sırada Cohen’in askerleri de silahlarını çeker, ancak diğer üç Filistinli savaşçı çoktan onları çevrelemiştir. Cohen askerlerine silahlarını indirmelerini emreder, böylece 8 asker tek kurşun atmadan ele geçirilir. Bu eylem Fetih’in beklediğinden de iyi sonuçlanır, öyle ki operasyona giderken 8 tutsakla dönmeyi hesaplamayan savaşçılar, dönebilecekleri bir taşıt ayarlayamazlar. Dönüş yolunda lojistik destek için FHKC-GK ile anlaşmak zorunda kalırlar. FHKC-GK, destek verir ancak karşılığında tutsaklardan 2’sini alır. Müzakere masasında Fetih’in talepleri neredeyse tamamen yerine getirilir: Lübnan’da tutulan 4 bin 600 tutsak serbest bırakılır, İsrail cezaevlerindense 52’si müebbetlik olmak üzere toplam 65 hükümlü serbest bırakılır. FHKC-GK ise 1985 yılında yaptığı anlaşma ile elindeki askerler(1) karşılığında İsrail cezaevlerinde bulunan 380’i müebbetlik 1,150 Filistinli tutsağın serbest kalmasını sağlar. Aralarından biri Filistin için Tel Aviv Havalimanında bombalı eylem düzenleyen Japon Kızıl Ordusu eylemcisi Kozo Okamoto’dur.
İki elin parmağını geçmeyen askerlere karşılık neredeyse 6 bin tutsağın salıverilmesi İsrail için büyük bir hezimet yaratır. Askerlerin kurşun sıkmadan teslim olmaları nedeniyle, gerek ordudan gerekse siyasetçilerden homurtular yükselir. Yaşları 19 ila 21 arasında değişen bu erlerin ve subayın teslim oluşu ‘korkaklık’ olarak değerlendirilir.
ESİRLER VE CENAZELER
Bu süre içerisinde ‘takas’ edilen sadece esirler değildir, aynı zamanda cenazelerdir. Hatta İsrail, kendi askerlerinin cenazeleri karşılığında da tutsak serbest bırakır. Örneğin 1983 yılında İsrail Ordusu’nun Dürzi askerlerinden Samir Assad, Beyrut’un güneyindeki Sayda kentinde öldürülür ve cenazesi Filistinlilerin elinde kalır. Assad’ın cenazesi ancak 1991 yılında, iki FDHKC tutsağının serbest kalmasına karşılık teslim edilir.
1980’lerden itibaren Lübnan’da güç kazanan Hizbullah da İsrail ile olan savaşında benzeri pazarlıklar yapar. 1996’da iki İsrail askerinin cenazesine karşılık, 123 Lübnanlı direnişçinin cenazesini teslim alır. İki yıl sonra ise bir İsrail askerinin kalıntılarına karşılık İsrail’in elindeki 65 Lübnanlı tutsak serbest bırakılır, 40 Hizbullah ve Lübnan ordusu askeri cenazesi teslim edilir. Hizbullah’ın İsrail’den teslim aldığı cenazelerin arasında, örgütün lideri Hasan Nasrallah’ın oğlu Hadi Nasrallah da vardır. Oğlunun mezarı, Güney Beyrut’ta bulunmaktadır.
NETANYAHU’NUN TAKAS KARNESİ
Buraya kadar anlattıklarımızı yeterince güncel bulmayıp, tarih ile bugün arasında keskin sınırlar çizmeye kalkanlar olacaktır. Gelin bir de yakın bir tarihten örnek verelim. Hatta öyle bir zaman dilimi seçelim ki İsrail’in bugünkü Başbakanı Benyamin Netanyahu da pazarlığın yapıldığı dönemde görevde olsun.
Mekanımız ise yine Gazze. 2006 yılında Hamas, sınır ötesi bir operasyon düzenler. 7 Ekim’de yaşananlara kıyasla çok daha küçük çaplı diyebileceğimiz bu operasyonda İsrailli asker Gilad Şalit’i kaçırır. Başta dönemin Başbakanı Ehud Olmert ‘herhangi bir pazarlığın yapılmayacağını’ dile getirse de olay farklı bir seyir izler. Kayıtsızlık ve çözümsüzlükle geçen yıllar içerisinde Şalit’in babası, ‘varılacak olası anlaşmayı ABD’nin engellediğini’ bile söyleyecektir. Nihayet 5 buçuk yıl sonra Türkiye’nin de aracılık ettiği anlaşma sonucunda Hamas, İsrail’de bulunan 1,207 Filistinli tutuklunun özgürlüğüne karşılık Şalit'i serbest bırakır. Ülke içinde büyük bir kırılmaya yol açan olayın ardından 2011 yılında Şalit’i bizzat Netanyahu karşılar.
NEDEN DENGESİZ?
Bahsettiğimiz örnekler, İsrail yönetiminin geçmişte yaptığı rehine pazarlıklarından öne çıkan örneklerden sadece bazılarıydı. Esir ve cenaze takası, savaş kadar eski bir hikaye. Dolayısıyla üzerine konuşacak pek bir şey yok. Ancak başta soruyu tekrarlayabiliriz: Esir politikasının dengesizliği İsrail açısından nasıl açıklanabilir? Belki geçmişte İsrail’in dünyadan daha fazla Yahudi’yi kurdukları apartheid düzenine çekebilmek için, işgal ettiği Filistin topraklarını ‘güvenli’ gösterme amacının ağır bastığını düşünebiliriz. Ya da bırakın dışarıdan gelecekleri, ‘içerisi’ için de böylesi bir politika benimseniyor olabilir: Etnik temizlik, katliam ve gasp temeli üzerinde kurulan İsrail devletinin bölgedeki suni varlığının çevresine yaydığı saldırganlık hali içerisinde yaratmak istediği ‘güvenli alan’ imajını koruma ihtiyacı bunda etkili olamaz mı?
Daha farklı yorumlar da getirebiliriz. Bunun için İsrail’in kendi iç tartışmalarına odaklanmamız gerekiyor -ki böyle yaparsak bugünkü konumuzu dağıtmış oluruz. Öyle ya da böyle, Tel Aviv’in esir politikası geleneksel olarak “İsrail’in, karşı tarafa düşen esirlerine olan önem verdiği” yorumunun yapılmasına neden oluyordu. Şalit ile birlikte zedelense de uzun yıllardır süregelen bu algı, 7 Ekim’de kaçırılan esirlerle birlikte akıllara farklı soruları getiriyor. Ancak İsrailli siyasetçilerin gözü kara çıkışlarına rağmen savaşın hâlâ devam ettiğini hatırlamalı, erken bir söz söylemeden kaçınmalıyız. Evet, daha önce görmediğimiz bir kana susamışlık hali hakim. Dolayısıyla Tel Aviv’in farklı stratejileri benimsediğini düşünebiliriz. Belki de gerçekten Netanyahu ve kurmayları Gazze yok olana kadar durmayacaklar ve rehinelerin canını önemsemeden hareket edecekler. Fakat yine de geçmiş örnekleri aklımızın bir köşesinde sabitlemeliyiz.
Gelelim meselenin ‘etik’ boyutuna. Bir savaşta tabanca ya da tüfek neyse, esir almak da odur. Savaşa dair hiçbir şey hoş değildir. Ancak savaş unsurları içinde nelerin iyi ya da nelerin kötü olduğunu tercih etmek ne kadar etiktir? Savaşa neden olan kırılmayı yok etmek gerekmez mi? Hele ki söz konusu toprakları işgal edilmiş, kamplarda açlık ve sefalet içerisinde yaşamaya mahkum edilmiş bir halkın ulusal kurtuluş mücadelesi ise? Leyla Halid’in zamanında verdiği bir röportajda söylediklerini hatırlayarak noktalayalım. Kendisine terörist demekte ısrarcı olan gazeteciye şunları söylüyor:
“Düşmanlarımız herhangi bir biçimdeki halk direnişini ‘terörizm’ olarak karakterize ediyor. Terörizmin ne olduğuna kim karar veriyor, onu kim tanımlıyor? Benim için terörizm Filistin’in işgalidir. Benim ve halkımın mücadele etme hakkı var. Diğerlerin nasıl tanımladığı beni ilgilendirmiyor. Ülkesi işgal edilen bir halkın işgalcilere karşı silah da dahil olmak üzere her türlü yolla direnme hakkı BM tarafınca da tanınıyor. Sen, İsveçliler, Avrupalılar, ABD’liler isterlerse Hayfa’ya seyahat edebilir. Ama ben edemem, bana izin verilmiyor. Sırf ben değil, 5 milyon Filistinli kendi Filistin’lerini sırf görmeye bile gidemiyor. İsrail için uluslararası hukuk bir şey ifade etmiyor, o halde neden bunu tolere etmemiz gereksin? Biz bunu hak edecek ne yaptık? Çok acı çektik. Neden bizim yaptığımız yanlış olsun? Direnmek bizim hakkımız değil mi? Uçakları kaçırdığımız zaman dünya alem kim olduğumuzu sordu. Eylem hakkında ne düşündüklerinin önemi yok, ancak en azından dinlendik. Peki biz Filistinliler İsrail hapishanelerinde işkence görürken bizim sesimizi kim dinledi? Dikkati üzerimize çekmek için bunu yapmamız gerekiyordu. Filistin halkı adaletsizlik altında acı çekiyor, aklı başında hiç kimse bunu kabul edemez! Hiç kimse!”
(1) Ellerinde Sultan Yakup muharebesinde ele geçirdikleri bir başka İsrailli asker de vardır. Yani FHKC-GK bu anlaşmayı toplam 3 İsrail askeri karşılığında yapar.
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI