Filistin’i anlattı, dünya dinledi
Martha Gellhorn 1961’de Filistin’e gittiğinde köy köy gezip Türk kahvesiyle ağırlandığı evlerde sorular sordu, yanıtları raporlaştırıp yayımladı… O günlerde Birleşmiş Milletleri suçluyor, çağrıda bulunuyor, bu insanlık hasarını onarmasını istiyor ve “Mültecilerin durumu onurlu insanların vicdanını sızlatıyor…” diyordu…
Martha Gellhorn İspanya iç savaşına Amerika’da tanıştığı Ernest Hemingway ile birlikte katılacak, ilk kadın savaş muhabiri olma fırsatını yakalayacaktır. Sonraki yıllar Ortadoğu’daki çatışmalarda ilgi odağıdır, Filistinli Mülteci Sorununu dünya gündemine taşır. Yaşanan acı ve karmaşayı yerinde görmek, yazmak için 1961 yılında Filistin’e gider…
“Filistin Arap halkı savaşı kaybetti. Katliamlarla, tehdit yayınlarıyla, sivri uçlu süngülerle ve kanlı şehir kuşatmalarıyla Yahudiler yüzbinlerce Filistinliyi anayurtlarından kovdu. On üç yıldır bu mülteciler İsrail sınırları çevresinde sefalet içinde çürüyorlar.” saptamasını 1961’de The Atlantic dergisinde yayımlanan yazısında yapar…
7 Ekim 2023’ten Kasım 2023’e dek 35 Filistinli gazeteci hayatını kaybetti. Son 30 yılda en çok gazetecinin öldüğü savaş olarak bilinecektir…
Acı ötesi… Filistin Medya Birliği Kadın Gazeteciler Komitesi Başkanı Salam Mima’nın üç çocuğu ile tüm ailesi, küçük yaştaki oğlu ile Doaa Sharaf, yine kadın gazeteci Salma Mkhaimer çocuğu, babası, annesi ve birkaç aile üyesiyle birlikte öldürüldü… Belki başka kadın gazeteciler de vardır… Sosyal ağda öldürülenlerden bir gazetecinin fotoğrafını paylaşan arkadaşı “Elveda dostum… Arkadaşlarından hangi birinin yasını tutacağımızı bilemiyoruz” diyecektir.
TÜRK KAHVESİYLE AĞIRLANDI
Martha Gellhorn 1961’de Filistin’e gittiğinde köy köy gezip Türk kahvesiyle ağırlandığı evlerde sorular sordu, yanıtları raporlaştırıp yayımladı… O günlerde Birleşmiş Milletleri suçluyor, çağrıda bulunuyor, bu insanlık hasarını onarmasını istiyor ve “Mültecilerin durumu onurlu insanların vicdanını sızlatıyor. İsrail hükümeti, sayıları bir milyonu aşan mültecileri anavatanlarına geri kabul etmeyi red ediyor. Bu red, yalnızca masum insanları sürgüne göndermekle kalmayıp aynı zamanda onların mallarını da çalan anormal-uzaydan inme bir ülke görünümündeki İsrail'in vahşetini ve sahtekarlığını gösteriyor. Dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük adaletsizliğe, Filistin'deki tüm Filistinli mültecilerin ülkelerine geri gönderilmesi dışında hiçbir çözüm yok.” eleştirisini getiriyor.
SAVAŞIN YÜZÜ
Tüm yaşantısında kamerası ve kalemiyle tanık olduğu haberlerinden derleyip yayınladığı (1986) kitabının başlığı gibi “Savaşın Yüzü”nü yazan Gelhord’u eğer daha yakından tanımak isterseniz, Philip Kaufman’ın yönettiği Hemingway & Gellhorn (2012) filminin yardımcı olabileceğini düşünüyorum.
Hemingway & Gellhorn birlikteliklerini, İspanya iç savaş günlerini de içeren film ilk kez 2012’de HBO’da yayımlanmış. Martha Gellhorn’un gözünden İspanya iç savaşını anlatıyor, diğer ülkelerdeki gözlemleriye tarih içinde yolculuğa davet ediyor. Öyle görünüyor ki, İspanya savaş tanıklığından sonra Gelhorn kendine güvenli bir savaş muhabiri olacak, sonraki yıllarda Çekoslovakya’dan, Vietnam ve Filistin’e çatışma, işgal, savaş haberlerini yerinde izleyerek verecektir.
Gelhorn, av, balık avı tutkunu Hemingway ile Key West’de Sloppy Joe's Bar’da karşılaştığında “onunla tanışmam şanstı” diyecektir.
İspanya onları çağırmıştır, orada birbirine yakınlaşacak, Hemingway Gelhorn uğruna eşinden ayrılacak, Küba’ya taşıncaklar, 1940’ta evlenecek, 1945’te Gelhorn’un isteğiyle boşanacaklar ve bu süreçte Hemingway Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanını yazacaktır. Roman, 1943 yılında Sam Wood tarafından Gary Cooper, Ingrid Bergman, Akim Tamiroff gibi yıldız ve Akademi Ödülü'ne aday gösterilen oyuncularla filmleştirilecektir. Kitabın ilginç adı, şair John Donne’ın bir katedralde başrahip olduğu dönemdeki vaazlarından birinden alıntıdır:
“İnsanoğlu yalnız değildir. Bir ada gibi bağımsız ve kendi başına değildir. Dünyanın herhangi bir parçası bütünün bir bölümüdür. Küçük bir toprak parçası denize aksa koca bir kıta küçülür. Bütün bir ülke yok olsa, arkadaşların ölse senin evin ve yaşadığın ülke yok olmuş gibi üzülmelisin. Çünkü ben de o büyük bütünün bir parçasıyım. İşte bu yüzden; asla, Çanlar Kimin İçin Çalıyor? Diye sorma. Çanlar Senin İçin Çalıyor.”
GÖRDÜĞÜ DERTLERİ YAZDI
Martha Gellhorn Paris’te uluslararası bir ajans için muhabir olarak çalıştığı günlerde ‘Führer’in varlığının tehlikesini ilk gören aydınlardan biri olacaktır.
“Yoksulluğumuz ve tutkumuz ortak noktamızdı. Hayattaki amacımız bizi açıkça başka bir savaşa sürükleyen kötü ihtiyarı kovmaktı. Fransa-Almanya yakınlaşması olmadan Avrupa’da barışın olamayacağına inanıyorduk. Doğru fikre sahiptik ama Naziler geldi.”
1934’te, Büyük Buhran’ın ABD vatandaşları üzerine etkilerini yazmış, dahası Fransa gözlemlerini üç Amerikalı öğrencinin hayatını anlatarak kitaplaştırmıştır. Tarihsel gözlem, tanıklıklar ona Gördüğüm Dertler adlı bir kitap daha yazdırır, ki Hemingway önsözünü kaleme alır, yayınlanmasını sağlar…
Martha Gellhorn’un beş yıl sonra hayatının ‘büyük’ olayı gerçekleşir… Collier’s dergisi savaşı sonlandıracak Normandiya Çıkarması haberlerini vermek için Ernest Hemingway ile anlaşır. Onun 1922'de Toronto Daily News gazetesi için işgal İstanbul’unda başlayan ve sonra Lozan’da süren savaş muhabirliği deneyimine güvenmektedir.
NORMANDİYA ÇIKARTMASI TANIĞI
Gellhorn, Hemingway’e eşlik edemeyeceğini bilmektedir, İngiliz hükûmetinin de başvurusuna onay vermemesi üzere, hemşire kılığında bir hastane gemisine binerek ama yol boyunca saklanarak, 6 Haziran 1944’teki çıkarma sırasında Normandiya kıyılarına inen tek kadın muhabiri olacaktır. Üstelik indiğinde yaralı askerlerin sedyelerini taşıyacaktır (Tek başına bu serüven bile ‘film). Dachau toplama kampındakiler kurtarıldıktan sonra -23 Türk vatandaşının da bulunduğu 45 bin kişiye mezar olmuştu- haber yapan ilk gazeteci yine Gelhorn’dur.
Sam Knight (The New Yorker) “Gellhorn’un savaş hikayeleri isimsiz sedye taşıyıcıları, bitkin kamyon şoförleri, Alman savaş esirleri, Vietnamlı anneler ve El Salvador'daki kadın mahkumlar tarafından dolduruldu.” yazacaktır. Gelhorn, Savaşın Yüzü kitabının önsözünde şöyle diyordu:
“Tolstoy’un ‘hükümetler geri kalan herkese şiddet uygulayan bir grup adamdır’ şeklindeki huysuz sözünü hep sevmişimdir. Şimdi bu ihtiyar Rus’un bir peygamber olduğunu da düşünüyorum.”
Hemingway birçok yönden kaşiftir, “Farklı ülkelerde yaşadı, aylarca evinden uzaklarda dolaştı… Hem kendi dünyasında hem de yarattığı kahramanların imgelemlerinde derin yolculuklar yaptı” (Craig Boreth), onları romanlaştırdı, filme dönüşmesine izin verdi. Örneğin Silahlara Veda, 1932, 1957 ve 1960’da çekilecektir…
HEMİNGWAY KAHRAMAN
Birinci Dünya Savaşında göz bozukluğu nedeniyle orduya alınmayacak, ama Amerikan Kızıl Haç'ın gönüllü ambulans şoförü olarak İtalya’ya gitmeyi, Milano yakınlarındaki dördüncü bölükte görev almayı başaracaktır. Savaşın tam ortasındadır, düşen bir bomba ile yaralanan bir İtalyan askerini güvenli bir yere taşırken açılan ateşle iki bacağından yaralanır. Ameliyatı sonrası hastanede ilk aşkını (Agnes) bulacağı gibi, İtalyan hükümetince Gümüş Onur Madalyası ile ödüllendirilir. Ama Hemingway ülkesine dönecek, Agnes başka birine aşık olup Avrupa’da kalacaktır.
Silahlara Veda romanının kahramanı Frederic Henry Birinci Dünya Savaşı’nda Amerikalı bir teğmendir. Ambulanslarla cepheden savaş hattı gerisindeki hastanelere yaralıların taşınmasından sorumludur… İngiliz hemşire Catherine’a aşkı ve savaş gerçeği onu değiştirecektir.
Frederic cepheye dönmeden önce -bir tutku sahnesi- Catherine ile kestane püreli, sufle patatesli çulluk ve salata yiyecek, bir şişe Capri ve bir şişe St. Estephe içeceklerdir.
Hemingway, savaşın insan yaşamına olan etkisini yazar ama hayata da bağlıdır. İşte o günlerde Hemingway, Gellhorn ile Key West Bar’da karşılaştığında “Burada sarhoş olmak değil, sarhoş kalmak amaçtır.” diyecektir.
İSPANYA ÇAĞIRIYOR
Bu tanışma Gellhorn’u Hemingway’in eşi Pauline, İspanyol Profesör Pako Zarra, roman yazarı John Dos Passos ve İspanyol devrimi/iç savaş üzerine yaptığı belgesel filmini gösterecek yönetmen Joris Ivens ile tanışmasını sağlayan ev davetine götürecektir.
Orada John Dos Passos’tan General Franco’nun Hitler ve Mussolini tarafından destek gördüğünü, bu arada Amerika ve Avrupanın ise hiç bir şey yapmadığını dinler.
“Peki neden. Çünkü dünyanını gördüğü tek görüntü faşist propaganda tarafından geliyor. Faşizm yükseliyor, bu konuda kimsenin şüphesi olmasın. Orada olan her şey aynı zamanda bizim demokrasimiz için de önemli, İspanya’da olup bitenler ve gerçekler hakkında bildiklerimizi buradakilere anlatmamız gerek.”
Pako Zarra, Hemingway’in, eşi Pauline’nin itirazına karşın İspanya'ya gitmesini istemektedir:
“Hikayemizi sen anlatırsan dünya dinler.”
Gelhorn da bu düşünceyi onaylar, ona göre İspanya savaşı gelecek dünya savaşı için kostümlü bir provadır, gidebilecek herkesin gitmesi gerekmektedir.
KADIN SAVAŞ MUHABİRİ
Gelhorn öncesinde savaşla ilgili tek bir kelime yazmamıştır… Şimdi Collier’s dergisinin savaş muhabiri kimliğiyle, cebinde yalnızca 50 dolar, sırt çantası ve konserve yiyeceklerle dolu torbası, 1937 Mart’ında Fransa-İspanya sınırını biraz yaya biraz uluslararası tugaya katılacak gençlerin de içinde olduğu trenle geçecektir.
Rahat bir yolculukla Madrid’e gelmiş, üstelik önce geldiği için ava gitme fıratı bulmuş Hemingway ile bir barda buluşacaklardır.
1936 yılında çektiği, Life dergisinde yayınlanan Vurulup Düşen Asker fotoğrafı ile tanınan Robert Capa yeni dostlarıdır. Belgesel sinemacı Jorıs Ivens ile birlikte savaşı, cepheyi, kısaca İspanya toprağını filme alacaklardır. Seslendirmesini Hemingway üstlenir…
Stalinistlerin diğer gruplar üzerinde başlangıçtaki SSCB yardımlarının verdiği güvenle yaptığı baskılar da tanıklıkları arasındadır. Stalin 1938 askerî yardımları önce azaltır, sonra keser, Frankocuların iyice güçlenmesine neden olur. Ki hatırlanır, Ken Loach da Ülke ve Özgürlük filminde özellikle Stalinistler ve devrimin kırılma noktaları üzerinde gerçekliğiyle duracaktır.
Sonuçta Ivens’in İspanyol Toprağı adını verdiği film bitmiştir.
Filmi göstermek için tümü Amerika’dadır… İlk gösterimdeki konuşmasında Hemingway “faşistler şehirleri yok edilebilirler, ama toprak tüm zorba yönetimlerden çok yaşayacaktır. Toprağa onurlarıyla gömülenler, ki bugüne kadar hiç kimse İspanyadaki gibi onurla gömülmemiştir zaten ölümsüzlüğe erişmişlerdir. İzlemek üzere olduğunuz bu film bu insanlarla ilgili…” diyecektir. İspanya’daki savaşımın sonucu acıdır, devrimciler hüsrana uğramıştır.
Gelhorn, “İspanya’dan sonra insanlıktan umudumu o kadar kesmiştim ki, kendime artık sonsuza kadar bu böyle demiştim… İspanya gerçekten kabimi kırdı…” Ki, yaşadığı günlerin görüntüsünü, sesini, kokusunu, birlikte olduğu. tanıştığı insanları unutucağından her zaman korkmuştur ve bunu da yazacaktır.
İspanyol Toprağı filmi yetmiş yıl sonra, 2006 yılında ilk kez İspanya'da gösterilecektir.
BİZ BİRER SAYI DEĞİLİZ
Bir TV filmi de olsa Hemingway & Gellhorn anlatısı Ken Loach’un Ülke ve Özgürlük filmi gibi bir aşk hikayesiyle gerçeğin gerçek nedenlerinin sorgulandığı bir film olmasa da, “Yirminci yüzyılın en iyi savaş muhabiri” (Londra Daily Telegraph) Martha Gellhorn’un yaşama hikayesine kırık bir ayna tutmaktadır. Hemingway başta, sonrasında yaptığı iki evlilikten yorulan Gelhorn savaş ve mücadeleler içinde geçen yaşamından, hatta çevre gönüllüsü olarak çöp toplama işinden yorulmayan güçlü bir kadındır. Kulakları her yerde, her ülkeden duymak istediklerinin anteni olmuştur, bir arkadaşı “bir askeri operasyon veya hava saldırısı haberi duyulduğunda sabahın erken saatleri bile olsa kendisini aradığını ve yine fare gibi koku alıyorum'' dediğini söyler.
Martha Gellhorn, gazetecilikten emekli olmadan önce yerinde izlediği son savaş sırasında 81 yaşındadır. 1989 baharında ABD Panama’yı işgal etmiş, Gelhorn ise Panama Şehri’ndeki bir gecekondu mahallesinde kapı kapı dolaşarak işgalin etkisini, kayıpları araştırarak haberleştirmiştir. "Bu artık neredeyse tükenmiş gibi görünen bir gazeteciliktir -araştırmacı gazetecilik-, ve artık bir Martha Gellhorn daha çıkmayacaktır…” denilmiştir. Ayrıca “Gördükleri onu öylesine dehşete düşürmüştü ki Washington’a dönüp Pentagon’un basın toplantısı sırasında bir generalin karşısına dikilerek ABD’yi 'sömürgeci bir güç' diye nitelendirmiş, Ronald Reagan yönetiminin dış politikasını şiddetle eleştirmiştir…(Bosna Savaşı’nı yerinde izleyemedi) ama, 87 yaşında Brezilya’ya gidip sokak çocuklarının öldürülmesine dair bir araştırma haberi yaptı. Dünyanın bir köşesinden geçtiği son uzun röportajı da bu oldu” (Özcan Kahyalar, Journo, 10.10.23)
Katarakt ameliyatı sonrası görme yetisini neredeyse tümüyle kaybeder, daktilo kullanamadığı için radyo haberciliğine döner. Geçirdiği kötü hastalıklar yaşama sanatını iyice etkileyince, Londra’daki evinde siyanürle seksen dokuz yaşında intihar edecektir.
Yazar Julia Pascal ise Gellhorn’un, “Yaşlanmayı korkunç bulanlar, hayatlarında istediklerini yapmamış insanlardır” dediğini hatırlatır.
“Filistinli mültecilere bir ‘sorun’ veya istatistik gibi değil, insan gibi bakmalıdır” demişti… 2023 Ekim ayı. Palestine Chronicle gazetesi yazarı Youssef Dawwas “Bizler Birer Sayı Değiliz” adlı gençlik projesi üyesiydi, Gazze Şeridi’ndeki evine düzenlenen baskında öldürüldü. 4 bin 324'ü çocuk, 2 bin 823'ü kadın olmak üzere 10 bin 569 Filistinli ölümden kurtulamadı… İçlerinde gazeteciler de var…
Gellhorn da onlardan biriydi…
Sorolla paella
Gelhorn genellikle ev dışında yemek yiyordu, eğer evdeyse biri ton balığı, diğeri mısır konservesini açıp karıştırarak yemeği tercih ediyordu.
Hemingway ve yemek tutkusu üzerine daha önce yazmıştım. Paella tarifini Craig Boreth “Hemingway’le Yemek Bir Şenliktir” kitabının “Bir Valencia Kaçamağı” bölümünden aldım. Ancak Hemingway’in La Pepica’da yediği Paella ıstakozlu olduğu için, değiştirdim yerine yine La Pepica menüsünden Valensiyalı ressam Joaquin Sorolla adını taşıyan kabuksuz deniz ürünlü-karidesli paellanın tarifini koydum. Küçük bir not: Benzer kaçamağı benim de yaptığımı ve Valencia’da La Pepica’nın ünlü paellalarını tattığımı söylemeliyim.
İriliğine göre istenilen sayıda temizlenmiş karides. Kalamar (yumuşatılmış).
2 bardak arborio cinsi ya da başka bir cins (osmancık gibi) pirinç
3 bardak balık suyu
1 bardak su
1 adet defne
Bir tutam safran
2 adet soyulmuş çekirdekleri çıkarılmış domates
1 tatlı kaşığı tatlı kırmızı toz biber
1 adet uzunlamasına dörde bölünmüş limon
6 diş doğranmış sarımsak
1 çorba kaşığı ince doğranmış maydanoz
1 adet doğranmış kırmızı dolmalık biber
1 bardak sek beyaz şarap
Yarım bardak zeytinyağı
Tuz
Orta boy bir tencerede deniz ürünlerini, balık suyu, suyu, defneyi koyup kısık ateşte az süre pişirin. Süzgeçten geçirin. Suya şarap ve safranı ekleyin. Bir kapta zeytinyağının dörtte birini, iki diş sarımsağı ve maydanozu koyup blender ile karıştırın (Picado). Fırını 205 derecede ısıtın. 35 cm’lik bir paella tavası ya da geniş bir demir tavayı ocağa koyun. Kalan zeytinyağı ve deniz ürünlerini ekleyip 1-2 dakika çevirin. Sonra domates ve kalan sarımsakları, tuz ekleyip çevirin. Kırmızı biber ve picadoyu, pirinci ekleyip karıştırın. Balık suyunu ekleyerek suyunun çoğunu çekinceye dek (15 dakika gibi) pişirin. Daha sonra paellayı fırına koyup 10-15 dakika pirincin üzeri kızarıncaya dek pişirin. Fırından çıkarıp üstünü örtün, 5-10 dakika dinlendirin. Limon dilimleriyle süsleyip servis yapın. (4 kişilik).