Film ve dizilerde 'MeToo' ve 'Time’s Up' yansımaları

#MeToo sonrasında çekilen yapımlar üç grupta toplanabilir. Sanatçı, aktivist kadınların hayatının ele alınması, medya sektörüne dair ifşaların anlatımı ve eril şiddet hikâyelerinin anlatımı...

Google Haberlere Abone ol

Gül Yaşartürk*

Amerika’da 2017 Ocak ayında yapılan Womens March’a, Gloria Steinem, Madonna gibi figürlerin yaptıkları konuşmalarla birlikt Donald Trump’ın kadın düşmanı söylemlerine duyulan öfke damgasını vurmuştu. Ardından aynı yılın sonunda Alyssa Milano’nun yazdığı tweet ve tweete yazılan yanıtlarla başlayan #MeToo hareketini 2018 başında Time’s Up kampanyasının başlaması takip etti. 2016-2019 arasında yayınlanan "Fleabag" (Phoebe Waller-Bridge) ve ilk bölümü Şubat 2017’de yayınlanan "Big Little Lies" (David E. Kelley), bu dönemin erken habercisi olan yapımlar arasında yer alır. Özellikle "Big Little Lies"ın hareketi öngördüğünü ya da tetiklediğini, hareketle paralel biçimde ilerlediğini söylemek mümkün. #MeToo sonrası süreçte konuyla ilgili bir külliyatın artık oluşmuş olduğunu kabul edebiliriz. Gişe filmlerinin dahi sadece kadın karakterlerden oluşan versiyonlarının yapılmasının yanı sıra "Wonder Woman" (Patty Jenkins 2017) gibi kadın süper kahramanlı filmler de çekildi.(1) Amerika’nın kültürel ideolojisi, her türlü radikal ve muhalif söylemde olduğu üzere, kadın hareketini de popülist bir söylemle etkisiz hale getirdi ya da egemen söylemin içine alarak zararsızlaştırmaya çalıştı. Maroon Five grubunun Girls Like You adlı kadın erkek ilişkilerine dair son derece geleneksel sözlere sahip şarkısının video klibinde ünlü kadın oyuncu, sunucu ve aktivistlerin rol alması da etkisiz hale getirme, zararsızlaştırma bağlamında yorumlanabilir. (2) Bir Netflix yapımı olan "I Care a Lot" (J Blakeson 2021) da eleştirilen yapımlardan biri oldu.(3)

#MeToo sonrasında çekilen dizi ve filmler, temel olarak üç grupta toplanabilir. Tarihsel anlamda önemli sanatçı ve aktivist kadınların hayatının ele alınması, ikinci olarak #MeToo sürecinde ya da öncesinde medya sektörüne dair ifşaların doğrudan ya da simgesel anlatımı, son olaraksa kadın bedeni ve cinselliğini, görünür olan ya da olmayan eril şiddet hikâyelerinin anlatımı. Bu yapımlardan çok azı geçmişe değil günümüzde olan bitene dair söz söyleme cesaretine sahiptir. İlk grupta yer alan filmlere 2012 yılında ölen savaş muhabiri Marie Colvin’i anlatan "A Private War" (Matthew Heineman 2018), Amerika’nın ilk kadın hakimi Ruth Bader Ginsburg hakkındaki "On the Basis of Sex" (Mimi Leder 2018), ünlü aktivist Gloria Steinem hakkindeki "Glorias" (Julie Taymor 2020) ve 1970’li yıllarda kadın hareketinin marşı haline gelen I am Woman’ı seslendiren şarkıcı Helen Reddy hakkındaki "I am Woman" (Unjoo Moon 2019) örnek verilebilir. "Glorias", bugünle ilişki kurmayı başaran nadir yapımlardan biridir aynı zamanda. Gloria Steinem’ın 1950’lerin sonunda Hindistan’dan döndüğünde Times dergisinde çalışmaya başladığında yaşadıkları "Bombshell", "The Morning Show" ve "The Assistant" filmlerinde de karşımıza çıkacaktır. Veronika Bennholdt-Thomsen’ın söylediği gibi, kadın, iş gücü biyolojik cinsiyete doğa üzerinden atfedilen anlamlar çerçevesinde algılanır.(4) Erkeğin liyakatin gerektirdiği biçimde ‘sadece’ işini yapması mümkünken kadınlardan ‘doğalarına’ uygun biçimde güler yüzlü, şefkatli, anlayışlı, uysal olmaları ve ev içi rollerinin de devamı niteliğindeki davranışları gerçekleştirmeleri beklenir. Kadınların özel alanlarına dair sınırları sözlü ya da fiziksel bağlamda sürekli ihlal edilir. 1960’lı yılların başında Times dergisinde edebi gazetecilik türünde metinler yazan Steinem’dan ofiste kahve yapması istenir örneğin, editörü Steinem’a asistanıymış gibi davranarak önce postaları yollamasını ister ve ardından onunla oteldeki odasında buluşmasını söyler sırıtarak. Steinem böylece Times’tan ayrılır. Steinem’ın, kadınların evlenip işi bırakacakları için mesleki kariyer yapmalarının mümkün olmadığına dair ezber, önyargı ve küçümseme içeren davranışlarla karşılaşmasıysa bizler için hala oldukça tanıdık.

Steinem kadın hareketinde ünlü bir aktivist olduktan sonra onunla söyleşi yapan bir televizyoncu yine bugün dahi duyduğumuz bir soru sorar: “Kadınların seks nesnesi olarak görülmek istemeyişleri ancak buna rağmen çok seksi giyinmeleri çelişkili değil mi”  Glorias Steinem’ın 2017 yılındaki Women’s March’ta yaptığı ünlü konuşmasına yer vererek kapanmasıyla da güncel olanla ilişki kurmayı başaran bir filmdir.

.

"On the Basis of Sex"in odak noktasını oluşturan dava, annesine bakması için hemşire tutmak isteyen bir erkeğin, bakım giderini vergiden düşemeyişi nedeniyle açılır. Çünkü Amerikan vergi kanununda bakımdan sorumlu olan ve dolayısıyla bakım giderini vergiden düşmesi mümkün olan kişi, çalışan ve bekar bir kadın olarak tanımlanmıştır. Ginsburg çifti kanunun cinsiyet eşitliğine aykırı olduğu iddiasıyla dava açarlar. Karşı savunmanın iddiası ve argümanı ise kadınlar çalışırsa Amerikan ailesinin elden gideceği yönündedir; kadınlar ucuz iş gücüdür, bu nedenle piyasada erkeklerin yerine tercih edilmeleri mümkündür ve erkeklerin işsiz kalmalarına neden olabilirler. Film Martin Ginsburg’u sık sık yemek yaparken mutfakta göstererek söz konusu argümana karşı çıkar bir bakıma. Yönetmen, “Amerikan ailesi güvende” der gibidir. Ruth Bader Ginsburg’un davayı kazanmak için kurduğu söylem tamamen Amerikan siyasetine ve kültürüne övgü niteliğindedir. Mahkemenin mevcut işleyişi değiştirdiği takdirde öncü olacağını, miadını doldurmuş bir kanun için yeni bir emsal yaratmış olacaklarını, artık var olmayan türde bir Amerikan kültürünü ve geleneklerini koruyan bu yasaların değişmesi gerektiğini söyler. Zaman değişmiştir, yasalar da değişmelidir. Filmin sonunda Ruth Bader Ginsburg’un Amerikan bayrağını hayli çağrıştıran mavi kıyafetiyle, Amerikan kongre binasını arkasına almış ve iki sütun arasına yerleştirilmiş biçimde kadrajlanmasıyla söz konusu söylem pekişir. Bu söyleme göre Amerikan siyasetinin ve demokrasi kültürünün sunduğu olanaklar sayesinde Ginsburg kadın ve Yahudi kimlikleriyle savcılık yapabilmektedir. "On the Basis of Sex"in sonuyla "Glorias"ın sonunu karşılaştırmak filmlerin söylemlerinin farklılığını çok daha somut biçimde ortaya koyar niteliktedir.

.

"On the Basis of Sex"te Ruth Bader Ginsburg’un ona her anlamda destek veren anlayışlı kocası Martin Ginsburg’u canlandıran Armie Hammer hakkında 2021 yılında tecavüz ve şiddet ifşalarının yapılması ise Amerikan kurumlarını ve demokrasisini övme amacıyla yola çıkan böylesi bir film için en hafif tabiriyle bir “talihsizlik” olduğunu da eklemek gerekiyor.(5)

#MeToo sürecinde ifşa olmuş sektördeki faillerin doğrudan ya da temsili anlatımına yer veren yapımlara ise "Bombshell" (Jay Roach 2019), "The Morning Show" (Jay Carson Kerry Ehrin 2019) ve "The Assistant" (Kitty Green 2019) örnek verilebilir. "Bombshell", Fox News’ün sunucularından Gretchen Carlson’ın, 2016 yılında işten çıkarılmasının ardından kanalın kurucusu ve CEO’su olmasının yanında Murdoch ailesinin dostu ve Amerikan medyasının en güçlü isimlerinden Roger Ailes’e cinsel taciz davası açmasını anlatır. Ailes, Fox News’ün önemli ismi Megan Kelly’nin de aralarında olduğu birçok kadının anlattıkları sonucunda işten çıkarılır. Film bu anlamda bir hayli "The Morning Show"a benzer. Ancak "The Morning Show"un ilk sezonunda birbiriyle anlaşamayan, birbirine dair önyargı sahibi olan kadınların diyalog kurarak dayanışma geliştirmeleri teması hayli baskındır. Dizinin ikinci sezonu ise #MeToo etkisindeki sosyal medyanın iptal etme (cancel/ canceled) ve linç kültürü yarattığını ileri sürüyor daha ziyade.(6)

"Bombshell", Gretchen Carlson, Megyn Kelly ve davada yer alan yirmi üç kadının ortak özelliklerinden yola çıkılarak yaratılan kurmaca bir karakter olan Kayla Pospisil üzerinden ilerliyor. Karşımızda "The Morning Show"da olduğu gibi herkesin her şeyi bildiği ve ‘normal’ karşılayarak göz yumduğu bir yapı var. Madhumita Pandey ve Tara Kaushal’ın Hindistan özelinde “erkekler neden tecavüz ediyor” sorusunun yanıtını aradıkları araştırmalarında, “bu adamlar, kadının rızası diye bir şeyin farkında bile değildi ve tecavüzün ne olduğu konusunda ortak bir tanımları da yoktu” sonucuna varıyorlar.(7) "Bombshell"de Roger Ailes ve "The Morning Show"da Mitch Kessler için de benzer bir şey söz konusu aslında. Erkeklik zehirlenmesi olarak da tarif edebileceğimiz biçimde çevrelerindeki kadınlarla kurdukları istismar ilişkilerinde ‘rıza’ aramıyorlar. ‘Rıza’ya ihtiyaç duymuyorlar bir nevi. Roger Alles, kadınları bacaklarının nasıl göründüğüne bakarak işe alıyor, liyakatlerine göre değil. Kanalın giysi odası tek tip elbiselerden oluşuyor. Kadın sunucular bacaklarının görünmesi için kısa etek ve elbiseler giyiyorlar. Haberler şeffaf cam masaların olduğu bir dekorda sunuluyor.(8) Alles, kadınların işe girmesinin yazılı olmayan kuralı çerçevesinde işe aldığı tüm kadınlarla birlikte oluyor. Kaya Pospisil haç kolyesini çıkarmayan, Fox Tv izleyen muhafazakar bir aileye sahip, mesleğini çok seven hırslı genç bir kadın. Yükselmek istiyor. Onun mesleğine olan tutkusunu fark eden Alles’in sekreteri onu Alles’in odasına “yolluyor” bir gün. Pospisil’in Alles ile görüştüğü ve sistematik tacizin başladığı sahne röntgenci eril bakışa hizmet ediyor ancak taciz sürecinin nasıl işlediğini de ortaya koyuyor. Kayla Pospisil tacize uğradığının kesinlikle farkında fakat itiraz ettiği anda işini kaybedeceğinin ve Alles tarafından kovulan birinin tekrar iş bulmasının zor olduğunun da farkında. Pospisil’in yaşadığı anksiyete, çelişki ve gerilim gayet somut. Kelly kendi tacizini anlatırken, sözleşmesinin yenilenmemesiyle tehdit edildiğini söylüyor. "Bombshell"in en önemli işlevi ataerkil kültür tarafından sıkça tekrarlanan “kadınların yükselmek için bile isteye erkeklerle birlikte olduklarına dair” ezberin ve mitin bize yalan söylediğini ifşa etmesi.

"The Morning Show"da program ekibinin, yöneticilerin, reytinglerin yıldızı Mitch Kessler’dır. Dizi, Kessler’ın farklı biçimlerde zarar verdiği eşi Paige, program partneri Alex, yapımcısı Mia, muhabir Hannah ve sesçi Ashley’nin aralarında bulunduğu beş kadının deneyimlerini aktarmada oldukça başarılıdır. Aslında sarhoşken tecavüze uğradığını ve bir tür gaslight’a maruz kaldığını süreç içerisinde kabul eden Alex’in, Ashley ve Hannah’nın aktarımları "Bomshell"de olduğu üzere bir hayli ezber bozucudur. Ashley ve Hannah’nın aktarımlarında herkes tarafından sevilen, güçlü bir figürü karşılarına almaktan, reddetmekten duydukları korku açık biçimde görülür. Hannah karakterinin travma sonrası stres bozukluğu yaşaması, uyuşturucu kullanması ve nihayetinde aşırı doz alımı nedeniyle ölmesi istismarın kadınlar üzerindeki etkisini çarpıcı biçimde ortaya koyar. Mia ise “işinde yükselmek amacıyla Kessler ile sevgili olduğuna” dair inanış nedeniyle iş arkadaşlarının hayli acımasız dedikodu, dışlama ve hakaret mekanizmalarına maruz kalır. Oysa dedikodu, dışlama ve hakaretten oluşan aynı mobing mekanizması evli ve iki çocuk babası olan ve gücünü kötüye kullanarak çevresindeki birçok kadını istismar eden Kessler’a asla uygulanmaz.

"Bomshell"de Rupert Murdoch’un, Alles’in işine son vermesi Murdoch’u kurtarıcı konumuna oturtuyor. Böylesi bir filmin Amerikan kurumlarını övmek ve Murdoch’u kahraman gibi göstermek şartıyla yapılabildiği söylenebilir. "Bombshell" bu anlamda "On the Basis of Sex"le benzerdir. "The Morning Show"da Alex ve Bradley’nin Hannah’nın intiharı sonrasında Kessler’a dair canlı yayında açıklama yapmalarına fiziksel anlamda onları koruyarak, stüdyoyu kilitleyerek destek veren de Cory’dir. "The Morning Show"da "Bombshell"den farklı olarak, Kessler’ın tacizlerinin tanığı ve suç ortağı olduğu için şirket CEO’su Fred de işten atılır. Oysa "Bombshell"de sistemsel sorun tek kişiye indirgenerek çözüme kavuşturulur. Örneğin Alles’in odasına kadınları yollayan sekreteri Fay’in akıbeti belirsiz bırakılır.

"The Assistant" ise sorunun kişilerden değil bizzat yapıdan yani göz yumma onaylama kültüründen kaynaklandığını anlatması bağlamında önemli bir yapımdır. Filmde Roger Ailes ve Harvey Weinstein’ı temsil eden bir yapımcı karakteri vardır ancak sadece telefondan ya da kapalı kapıların ardından duyulan otoriter bir sesten ibarettir. Görünür değildir. "The Assistant" bu görünmeyen karakterin eylemleri etrafında olup bitenlere asistan Jane’in gözünden tanıklık etmemizi isteyen bir yapıya sahiptir. Kendimizi büroda çalışan herhangi biri gibi hissederiz ve Jane’le birlikte bazı tuhaflıkları fark etmeye başlarız. Jane, toplantı öncesi yapımcının odasını temizlerken yerdeki küpeleri ve kravatı toplar, küpeyi almaya gelen sahibine teslim eder, çöpte bulduğu enjeksiyon iğnelerini çöpten çıkararak tıbbi atık torbasına koyarak kendi çöpüne atar. Toplantı için yapımcı beklenirken çalışanların “ben olsam o koltukta oturmam” deyip kahkaha atmalarını garipser, muhasebeden gelen ödeme listesinde isim yazılı olmayan iki ödeme kalemi görür. Oyunculuk seçmeleri için gelen genç kadınları yapımcının otel odasına yönlendirir. En sonunda olan biteni anlamlandırdığında şirketin insan kaynakları yöneticisine gidip şikayet etmeye niyetlenir ancak “merak etme onun tipi değilsin” yanıtını alır, işten atılmak istemediği için şikayetinden vazgeçer.

"The Assistant"ın izleyiciye konumunu ve gücünü kötüye kullanan yapımcı figürünü göstermeyişi, sorunların bir kişinin özelliklerine indirgenmesi riskini bertaraf eder. Ailes ve Weinstein gibi insanlar ortadan kalktığında sorun da olmayacakmış hissi bir yanılsamadan ibarettir çünkü. Kitty Green kendisiyle yapılan bir söyleşide "Bombshell" filmini sevmediğini açıklarken şunları söylüyor: Bu konuyu ele alma biçimleri, o şirketteki daha geniş sistemsel sorunları ve kültürel cinsiyetçiliği göz ardı edip ve bunun yerine sorunları olan bazı yüksek güçlü insanlara odaklanmayı tercih ediyor. Harvey Weinstein'dan kurtulmuş olabiliriz ama bu saldırganların iktidar sahibi olmasını sağlayan ve yaptıklarını yapmalarına izin veren kültür hala var. Bunu biraz daha incelemek gerekiyor.(9)

Kadın bedeni ve cinselliğini, eril şiddet hikâyelerini anlatan yapımlar arasındaysa "Big Little Lies", "Sharp Objects" (Marti Noxon 2018), "Promising Young Woman" (Emerald Fennell 2020), "Mare of Easttown" (Brad Ingelsby 2021) ve "Last Duel" (Ridley Scott 2021) yer alır. "Big Little Lies", üst sınıfa mensup Madeline, Jane, Bonnie, Celeste adlı karakterler üzerinden, çocukluk travmaları, ev içi şiddet ve gaslighting’e dair farkındalık yaratan bir dizidir. Mükemmel görünümlü bir hayatı ve evliliği olan Celeste’nin terapi sahneleri, “şiddete uğrayan kadınların neden ilişkilerini sürdürdükleri” ve “neden şiddetten kimseye söz etmedikleri” gibi ezberlere yerleşmiş mağdur suçlayıcı sorulara tane tane yanıt veriyor. Kadınların saldırıya uğrarken aynı anda bunu kayıt altına almaları mümkün değildir. Kadınlar, ailelerine ve arkadaşlarına küçük düşmemek için, kendilerini mağdur konumda görmek istemedikleri yüzleşmekte zorlandıkları için, uzun zamandır istismar içeren ilişki içerisinde yer almaktan kaynaklı biçimde özgüvenlerini ve kişiliklerini yitirdikleri için ve daha birçok nedenle şiddetten söz etmeyebilir ve ilişkilerini sürdürebilirler. "Big Little Lies", kadın karakterlerin hayatlarındaki eş ve sevgililerini de ele alarak aslında büyümemiş ve sorumluluk sahibi olmayan çocuklara benzediklerini, çocukluk travması iyileşmediği için aynı patterni yetişkin ilişkilerinde sürdürdüklerini gösteriyor. "Mare of Easttown" ve "Sharp Objects", dedektif ve gazeteci rolündeki iki kadın karakterle, farklı öykülerle, aynı temayı ele alır. Mare’nin en yakın arkadaşı Lore dışarıdan bakıldığında kusursuz bir evliliğe sahiptir Celeste gibi. Ancak cinayet ve istismar öyküsünün ardından onun eşi çıkar. "Sharp Objects"te de ana konu genç kızların kaybolması ve öldürülmesidir. Katil yine aile içinden ve tanıdıktır, Camille’in küçük kız kardeşi. "Sharp Objects" buraya dek adı anılan tüm yapımlardan farklı biçimde Amerikan kültüründeki şiddet geleneğini tarihsel materyalist biçimde ele aldığı için hayli önemlidir. Kurmaca bir tarihsel gün olan Calhoun Day yüzleşilmeyen şiddet kültürünün yerleşmesinin temsili halini alır. Camille’in lise öğrencisiyken yerleşik bir ritüel çerçevesinde okulun futbol takımının tecavüzüne uğramış olması bu tarihsel bağlamı tamamlar. Mare ve Camille bedenleri ve cinsellikle olan ilişkilerinde egemen söylemin dışına çıkan özgüvenli karakterlerdir aynı zamanda. "Promising Young Woman", 2015 yılında Standford Üniversitesi kampüsünde Chanel Miller’a tecavüz saldırısının suçlusu olan Brock Turner’a atıfta bulunan bir filmdir.(10) Yüzücü olduğu için dava sırasında Turner’dan sıkça “umut vaat eden genç adam” olarak söz edilmiştir.

.

Tıp fakültesinde öğrenciyken, tecavüze uğrayan arkadaşının intiharına tanık olarak muhtemel travma sonrası stres bozukluğu nedeniyle okulu bırakan Cassandra, Lisbeth Salander gibi hayatını intikama adar. Yönetmen onu birkaç kadrajda Meryem Ana’ya benzer biçimde temsil eder. "Promising Young Woman", Cassandra’nın günlük rutini aracılığı ile tüm erkeklerin, sarhoş ve iradesiz/çaresiz durumdaki kadınlara arzu duyduğunu, sarhoş kendinden geçmiş bir kadının; en eğitimli, kariyerli, güvenilir görünen erkek için turnusol işlevi gördüğünü gösterir. Bu anlamda "The Morning Show"un ilk sezonunda sarhoş ve yarı baygın vaziyette Cory’nin yanına gelen Bradley’e Cory’nin gösterdiği ihtimam olması gerekene dair örnek teşkil eder.

Efsanevi "Thelma ve Louise"nin (1991) yönetmeni Ridley Scott tarafından yönetilen "The Last Duel" (2021), 1388 yılında yani 14. yy sonlarında geçen bir olaya dayanıyor. Scott’un ortaçağda geçen bir öykü üzerinden son derece somut biçimde #MeToo döneminde yaşananlara göndermede bulunmasının yanında yaşananları ortaçağ zihniyetine benzettiği de ortadadır.(11) Film, soylu bir karakter olan Leydi Marguerite de Carrouges’un, kocasının arkadaşı Jacques Le Gris’nin tecavüzüne uğramasını ve susmayarak tecavüzü ifşa etmesini üç karakterin bakış açısından üç bölümde anlatıyor. Jacques Le Gris’nin bakış açısı ikinci bölümü oluşturuyor. Bu bölümde son derece narsist ve kendine hayran olan bir erkeğin kendisine yönelik sıradan bir gülüşü, bakışı ne kadar çarpık yorumladığını görüyoruz. Leydi Marguerite’a yönelik şüphe ve sorgulama; dönemsel dinamikleri ve dönemsel bağlamı usta biçimde aşarak Leydi Marguerite’nin #MeToo sürecinde konuşmakta olan kadınları çağrıştırmasını sağlıyor, sürekliliğini kuruyor. Leydi Marguerite, farklı ortamlarda sürekli başına geleni anlatmak zorunda kalır. Rıza ile isteyerek birlikte olmadığını, zevk almadığını, tecavüze uğradığını kanıtlamak zorunda bırakılır. Jacques Le Gris’yi yakışıklı bulduğunu söylemiş olması dahi aleyhine delil olarak kullanılır, uzun zamandır evli olmasına rağmen hamile olmayışı ve eşiyle ilişkisine dair ayrıntılar kamusal alana dökülür. Herkesin bu konu hakkında söz sahibi olması mümkün olur. Ailesini rezil etmekle, dedikodu malzemesi vermekle suçlanır. Jacques Le Gris, tıpkı Mitch Kessler gibi kimseye zorla bir şey yapmadığında ısrarcıdır ve ismi lekeleneceği için hayli öfkelidir. Bunun üzerine Jacques Le Gris’nin avukatı / danışmanı şöyle söyler:

“Çok garip, tecavüze uğradığını söyleyip kendi hayatını tehlikeye atıyor bunu neden yapsın ki? (...) Ve yine de büyük baskıyı göze alarak adını ve namını riske atarak Leydi Marguerite bunun yaşandığını söylüyor”

Soru çok basit, bunu neden yapsın ki ?

Bunu neden yapsınlar ki ?

 

*Akademisyen / Sinema Yazarı

 Dipnotlar

1 - Eliana Docterman “Pop Culture Reckoned With #MeToo in Radical New Ways in 2020—Even as It Receded From Headlines” https://time.com/5924015/sexual-misconduct-movies-tv-me-too/
2 - https://www.billboard.com/photos/maroon-5-girls-like-you-video-every-woman/
3 - Zehra Çelenk “Güçlü Kadın” https://www.gazeteduvar.com.tr/guclu-kadin-makale-1514215
Selin Gürel “I Care a Lot” https://filmloverss.com/i-care-a-lot/
Burçin Yalçın “Hukuki Boşluğa Yuva Yapmış Dişi Aslan” https://altyazi.net/yazilar/elestiriler/i-care-a-lot-hukuki-bosluga-yuva-yapmis-disi-aslan/
4 - Thomsen, Veronika Bennholdt. “Kadın Emeğinin Geleceği ve Kadına Yönelik Şiddet” içinde Son Sömürge Kadınlar, der. Veronika Bennholdt-Thomsen, Maria Mies, Claudia Von Werlhof, çev. Yıldız Temurkürkan, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, ss:177-202
5 -  “ABD'li aktör Armie Hammer'a tecavüz suçlaması” https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56452283
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/armie-hammerin-eski-kiz-arkadasi-konustu-kaburgami-barbekude-pisirip-yemek-istedigini-soylemisti-1806255
6 - The second season deals with identity. We’re asking a lot of tough questions about cancel culture, sexuality, race and the like. We’re asking our characters to examine who they really are (…) What about people who are genuinely contrite, or who have committed forgivable offenses? I don’t think, as a society, we’ve gotten there yet
“The Morning Show’ Remakes Itself. Again” https://www.nytimes.com/2021/09/26/arts/television/the-morning-show-jennifer-aniston-reese-witherspoon.html
7 - Pooja Chhabria “Hindistan'da araştırmacılar, yargılanmayan tecavüz failleriyle görüştü: 'Erkekler neden tecavüz ediyor?” https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55772103
8 - Bu konuyla ilgili 2015 tarihli şöyle bir haber de var: https://www.milliyet.com.tr/dunya/o-kanalda-bacak-gostermek-mecburi-2123272
9 - Stephanie Bunbury “We may be rid of Weinstein, but culture exists still': Filmmaker tackles sexism”
https://www.smh.com.au/culture/movies/we-may-be-rid-of-weinstein-but-culture-exists-still-filmmaker-tackles-sexism-20200225-p5440i.html
10 - Block Turner, üç ağır cinsel saldırı davasından sadece altı ay hapis ve üç ay denetimli serbestlik cezası almış.
Gamze Akyol “Sönmeyen Bir İntikam Ateşi: Promising Young Woman Film İncelemesi” https://www.dadanizm.com/sonmeyen-bir-intikam-atesi-promising-young-woman-film-incelemesi
11 - Burçin Yalçın “Son Düello: Ridley Scott ile Harvey Weinstein Karşı Karşıya” https://altyazi.net/yazilar/elestiriler/son-duello/
Mehmet Açar “Kadın Düşmanı Bir Çağda” https://www.haberturk.com/yazarlar/mehmet-acar/3221879-kadin-dusmani-bir-cagda