Firari Yazılar: Tutsak yazmaya başladığında duvarlar görünmez olur
'Firari Yazılar: İçerideki Yazarlarla Söyleşiler' kitabının hazırlayıcılarından Adil Okay, kitabın yazılma sürecini ve cezaevlerinde bulunan yazarların durumlarını anlattı.
*Zafer Kıraç [email protected]
Selahattin Demirtaş: "Ben yazarken cezaevinde olduğumu unutuyorum ancak başka bir yerde olduğumu da hayal etmiyorum. Sadece kâğıt, kalem ve ben varız o esnada."
"Firari Yazılar" kitabı biri mahpus iki yazar insanın oldukça zorlu, çok iyi planlanmış bir çalışmasının ürünü. "Hapishanede doğan eserler" demeyi tercih ediyorlar "hapishane edebiyatı" demek yerine, kitap bu tartışmaları da merkezine alıyor pek çok konuyu olduğu gibi.
Teknik olarak 15 soru hazırlanmış ve mahpuslara gönderilmiş, sonuçta 38 mahpus bu çalışmaya katılmış. Yavaş yavaş, sindirerek okumakta yarar var. Kolay anlaşılır cevaplar gibi görünüyor her biri ama öyle değil. Özenle seçilmiş ve derinlikli cümleler var. Sorulara cevap verirken okuyucusuna yeni sorular sordurtuyor. Üstelik o deneyimi yaşamadıysanız cevaplarını bulmakta zorlanacağımız yeni sorular bunlar. O yüzden tekrar okuduklarım oldu. Kadın ve erkek mahpusların ruh halleri ve yazma konusunda duruşlarının karşılaştırmasını bile yaptım kendimce. Yine aynı şekilde genç ve yaşlı mahpus üzerinden de baktım cevaplara.
Hüzünlü ama umutlu bir kitap olmuş. Kitabın iki hazırlayıcısından mahpus Ayhan Kavak ile söyleşimi sonra mektuplaşarak mutlaka yapmak istiyorum. Kitabın diğer hazırlayıcısı Adil Okay sorularımı cevapladı.
"Firari Yazılar" kitabının hazırlığını Ayhan Kavak ile birlikte yaptınız. Biriniz dışarda diğeri mahpus iki insan, iki yazar. Sizi kitaplarınızdan, özelikle de hapishaneleri hayatımızın içine getiren, içerdekileri anlamamıza yardımcı olan pek çok kitabın yazarı olarak tanıyoruz. Peki bu kitap için birlikte çalıştığınız Ayhan Kavak kim ve bu çalışma fikri nasıl doğdu?
Önce Ayhan Kavak kimdir sorunu yanıtlamaya çalışayım. 10 yıldır mektuplaştığım ve bu süreçte aile dostu olduğum Ayhan, petrol işçisi bir babanın oğlu. Batman’lı. İlkokulu Batman’da; ortaokul ve liseyi Diyarbakır’da okumuş, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirip hekimlik yapmaya başlamış. 1993’ten sonra hekimliğini farklı mecralarda sürdürmüş. 1999 Eylül’ünde de tutsak düşmüş. Ailesi tahliye olmasını beklerken o müebbet hapse mahkûm edilmiş. 23 Yıldır tutsak olan Ayhan Kavak şu an Siverek 1 No’lu T Tipi Hapishanesi'nde. Yayınlanan kitapları; Gülhatmi (Öykü), Hayata Dokunuşlar (Öykü), İnkar / Kötülüğün Abadı (İnceleme-Araştırma). Ayhan ayrıca bizim, Görülmüştür Kolektifi’nin hazırladığı kitaplara da katkı sunmuştu. Bu kitap fikri de Ayhan’la mektuplaşmamızda ortaya çıktı.
15 soru soruluyor kitaptaki mahpus yazarlara, nasıl hazırladınız bu soruları? Oldukça iyi düşünülmüş sorular. Cevaplar hem içerideki hayatı hem de yazarı anlamamızı sağlıyor. Hatta çok kıymetli başka soruların yanıtlarını da buluyoruz. Örneğin kendi hikayelerini, ülkede olup bitenlere karşı duruşlarını ve hayallerini. Soruları hazırlama süreci nasıl geçti?
Hayata ve sanata dair olsun dedik sorular. 15 sorunun çoğunu Ayhan hazırladı. Yanıtlar, tutsak yazarların sanat anlayışları yanı sıra üretim sürecinde yaşadıkları zorlukları da içersin istedik. Dışarı ile içeri farkının da altını çizelim dedik. Zira dönem dönem “dışarının da içeriden farkı kalmadı” gibi eksik değerlendirmeler yapılıyor. Tabii soruların hazırlanış süreci meşakkatli oldu. Aramızda uzun uzun tartıştık. Mektupla tartışmanın zorluğunu siz tahmin edersiniz. Bazen bir cümle değişiklik önerisi için birbirimize mektup yazdık. Faks çektik. Bu süreçte Ayhan haftada bir 10 dakikalık telefon hakkının da bir kısmını bu çalışmaya ayırdı. Ayhan’ın kız kardeşi Dilber sağ olsun. Telefon görüşlerinde benim notlarımı ona iletiyor, onun yanıtlarını da not alıp bana yolluyordu. Velhasıl iğneyle kuyu kazdık.
İçinden geçtiğimiz günlerde, ekonomik bir sürü sıkıntının ortasında bu kitabın yayınlanması oldukça zor olmuş olmalı. Kitaba emek ve destek verenleri kutlamak lazım. Umarım okuru çok olur ve olmalı. Bize bu konuda yasadıklarınızı ve nasıl bir dayanışma ile gerçekleştiğini anlatabilir misin?
Biliyorsunuz bize yakın diyebileceğimiz yayınevleri krizde. Kâğıt, matbaa masrafını falan bizim karşılamamızı istiyorlar. Kitapta okuduğun gibi tutsaklar da bu durumdan şikâyetçi. Biz Görülmüştür Kolektifi olarak 10 yıldır, “fonsuz – sponsorsuz” faaliyet yürütüyoruz. Bu bizim seçimimiz, tercihimiz. İmece usulü çalışıyoruz diyeyim. Öyle maaşlı elemanımız yok. Ama mektupları dijital ortama aktaran arkadaşlarımız, grafikerlerimiz, web sitemizin bakımını üstlenen arkadaşımız var. Hepsi gönüllü çalışıyor. Bugüne kadar hazırladığımız kitapları da takipçilerimizin desteğiyle yayınladık. Üçer beşer alarak bize destek olan okurlarımız var. Ama bu kitabı masrafını karşılayarak yayınlatmak gücümüzü aştı. Tam karamsarlığa kapılmıştık ki Klaros Yayınevi, kitabı “para almadan” basmayı üstlendi.
Asıl zorluk sanırım bürokrasiyle yaşanmıştır. Karşınıza çıkarılan güçlükler ve engellemeler neler oldu ve nasıl aşabildiniz?
Kitapta yer almasını dilediğimiz yazar ve şairlerin listesini hazırlarken her siyasi gelenekten tutsakla iletişime geçmek gerektiğini düşündük. Ayhan bir liste hazırladı. Ben bir liste hazırladım. Hapishanelerde üreten tahminlerin çok ötesinde tutsak olduğunu, hepsine yer vermenin teknik olarak imkansız olacağını bildiğimizden, kitabı olan yani tutsaklık sürecinde kitabı yayınlanmış olan yazar ve şairleri belirledik. Bilmediklerimiz, tanımadıklarımız olabilir diye farklı kurumlardan isim ve adres istedik. Onların verdikleri isimlere de yazdık. Ancak birçoğundan yanıt alamadık. Yani bazı mektuplarımız “kayboldu”, bazıları da geri döndü. Çeşitli nedenlerle katılamayacaklarını bildirenler de oldu. Sonuç itibariye 38 tutsakla çalışmayı tamamlayacağımız netleşti. Ama bu kez başka bir sorun çıktı. Gelen yanıtların bazıları tahminimizden çok uzundu. Kısaltıp onay almak için sahiplerine yollamak ve yanıt beklemek gerekiyordu. Bu da süreci uzattı. Tabii gelen her yanıtı -Görülmüştür Kolektifinden Umut’un katkılarıyla- dijital ortama aktardıktan sonra hem sahibine hem de Ayhan’a ayrı ayrı yolluyordum. Bu da fotokopi ve taahhütlü mektup masrafı yanı sıra aylarca postane kapılarında kuyruklarda beklemek demekti.
Diğer yandan senin ifadenle bürokrasinin, mektupları okuyan hapishane “Eğitim komisyonları”nın mektuplarımızı kaybetmemesi, engellememesi için metaforlara başvurduk. Tutsaklar da aynı yolu izlediler. Ayhan’la tartışarak uzun da bir önsöz hazırladık. O notlarını bana, ben notlarımı ona yolladım. Aramızda anlaştıktan sonra önsöze son şeklini verdik. Böylelikle "hapishane edebiyatı" kavramına dair klasik değerlendirmelerin dışına çıkan yorumumuz ile hapishanelerdeki bitmeyen zulmün nedenleri (ve tarihçesi) hakkında düşüncelerimiz de önsözde yer almış oldu. Sezai Sarıoğlu da bizi kırmayıp derinlikli bir sonsöz yazdı.
Farkındasındır, hapishanelerle ilgili yaptığınız her çalışma daha büyük bir çalışmayı peşinden getiriyor. Bu kitap da öyle olmuş, büyük bir boşluğu dolduracak. Hapishaneleri ve hapiste yazmayı anlamak isteyenler içinde önemli bir kaynak olmuş. Bundan sonra ne var?
Teşekkürler Zafer Kıraç. “Korona Günlerinde Mahpusluk” adlı bir önceki kitabımıza da senin önemli katkın olmuştu. Firari Yazılar’ın da bir boşluğu dolduracağını, kaynak kitap olacağını düşünüyoruz. Biliyorsun biz her yıl hapishane temalı bir kitap, bir sergi hazırlıyoruz. Bugüne kadar bu içerikte sekiz kitabımız yayınlandı. 2021’de Görülmüştür Kolektifi ve Redfotoğraf grubu olarak 50 tutsak ile 50 fotoğrafçıyı buluşturup "Özgürlüğün Sesi" adlı sergiyi hazırlamış ve kitaplaştırmıştık. Sergilerimiz hem ülkede hem de Avrupa’da ilgiyle izleniyor. 2022 için farklı bir temada yine tutsak sanatçılar ve fotoğrafçılarla yeni bir sergi hazırlıyoruz. Temayı şimdi söylemiyorum o da sürpriz olsun. Aynı zamanda yine hapishane temalı tek perdelik bir oyun üzerinde çalışıyoruz. Metni ben kaleme alıyorum ama yine kolektif bir çalışma olacak.
Son bir not düşeyim: Firari Yazılar’ın diğer kitaplarımız gibi yine bazı hapishanelerde “sakıncalı- tehlikeli- görülüp yazarına verilmediğini öğrendik. Bolu F Tipi Hapishanesi "Eğitim Komisyonu" Firari Yazılar’ı “Kurumun güvenliğini tehlikeye sokar” diyerek tutsak yazar Ömer Özdurak’a vermedi. Olay basına yansıyınca HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları konu ile ilgili Adalet Bakanı’nın yanıtlaması için soru önergesi verdi. 18 Ocak’ta elime geçen başka bir mektup da bu yasakla ilgiliydi. Yine Bolu Hapishanesi'nde kalan tutsak şair, kanser hastası Erol Zavar, 1 Ocak’ta yazdığı mektupta gönderdiğim Firari Yazılar’ı alamadığını, sakıncalı diye el konulduğunu, itiraz için İnfaz Hakimliği'ne başvurduğunu, İnfaz Hakimliği'nin de hapishane idaresinin lehine karar verdiğini ama hakkını sonuna kadar arayacağını Ağır Ceza’ya başvuracağını sonuç çıkmazsa Anayasa Mahkemesi’ne kadar gideceğini söylüyor. Yani politik tutsaklar o zor koşullarda yasaklara karşı çıkıyor, boyun eğmiyor, haklarını arıyorlar.
***
Bu söyleşi için Adil Okay’a ve kitabın ortaya çıkması için bütün emek verenlere çok teşekkür ederim.
Kitaptan alıntılar yapmak istiyorum:
A.Celil Keskin: İçeride edebiyata merakım gelişti. İlkin yazınsal merakımı mektuplarla açığa çıkarmaya başladım. Bu sayede yazımsal faaliyetlere ilişkin bir özgüven elde ettim. Başta kısa anı ve öykülerle başladım yazmaya. Daha sonra da bu çalışmalarım eserlere dönüştü.
A.Selam Baran: Kabul etmek gerekir ki, zindan çok farklı bir mekan. Bir giz ve çözümlenmesi gereken bir şifre misali. Bambaşka bir dünya...
Fecriye Benek: Yazmak bir eylem ise, o eylemi ‘’gri kent’’te öğrendim. İnsan denen varlığın içinin içini, haşin varlığını-hiddetini, erdemini ve naifliğini içeride tanıdım...Kendimi, kadınlığımın anlamını tanıyıp tanımamayı, gücümü, iradi duruşumu, zayıflıklarımı gri kentte tanıdım.
Adnan Öztel: Hapishanede sansür vardır ve yasaldır. Birçok yazım sansüre takıldı. İnfaz hakimliğine, mahkemeye yaptığımız itirazlar reddedildi. Sansür insanlığın yüzkarasıdır. Sansür uygulayanlar düşüncenin gücünden korkanlardır. Sansür düşünceye, iletişime vurulan bir kilittir.
Erol Zavar: Yaşar Kemal’le kitap yazmak çok hoş bir duygu olurdu. Onun kaleminin gücü altında ezilmeyi göze alarak. Sevmek insanın en güçlü eylemi.
Gülten Kışanak: Eğer yazdığım şey, cezaevi ile ilgili değilse, duvarları hissettiğim an yazmayı bırakıyorum. Mekan zihnime ket vursun istemiyorum. Tutsak, yazmaya başladığında düşünsel olarak kanatlanır, sınırları aşar, duvarlar görünmez olur.
İbrahim Şahin: "İçerisi’’ ve "dışarısı" diye belirlemeler vaziyeti kıyas yoluyla anlama çabasından başka nedir ki? Bu ikisi aynı süreç içinde ve birbirinin etkileyenidir. Bir özne ama politik bir özne, koşulların değiştirilmesi vazifesine her vaziyet altında devam eder, "içerisi" dediğiniz hapishane de bu koşullardan muaf değildir.
Selahattin Demirtaş: Ben genelde geceleri yazıyorum. Yoğunlaşmak daha kolay oluyor ve yazım süreci de günlük rutinle kesintiye uğramıyor. Mekanı dışlamayı ve soyutlamayı tercih ettiğim için yazım esnasında olumlu olumsuz etkisini hissetmiyorum. Ben yazarken cezaevinde olduğumu unutuyorum ancak başka bir yerde olduğumu da hayal etmiyorum. Sadece kağıt, kalem ve ben varız o esnada.
***
Kitap içerisi, içerde sanat ve edebiyat üretme koşulları ve içerdekilerin dışarıya nasıl baktıkları konusunda çok şey anlatıyor. Umarım sadece kitapseverler ve edebiyat dünyası içinde kalmaz ve siyasiler tarafından da okunur, biliyorum ki kendimizi ve birbirimizi anlamak için katkısı olacak
*İnsan Hakları Çalışanı