YAZARLAR

Flört şiddeti pandemisi

Arenaya dönen Meclis’te kürsüde yumruklar havada uçuşurken, zemin kanla kaplanırken, kadın milletvekili de bu şiddetten “nasibini” alırken, Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı kaba kuvvetin ve patolojik bir şiddettin esas alındığı bir siyaset yapılırken dünya giderek daha çirkin bir hal alıyor ve tam da bu esnada dünyanın bir noktasında flört şiddetine maruz kalan çocuk ve ergenlerin hüzünlü sesleri kalbimizde yankılanıyor. 

“Cras, cras, semper cras, sic evadit aetas.” Latince bir deyiş… “Yarın, yarın, hep yarın, böylece yıllar geçiyor” şeklinde tercüme edilebilir.

Çocuk hakları o kadar geniş bir alana yayılıyor ki, bir soruna odaklansanız başka birçok sorun ve çözümü yarına bırakılmış hak ihlalleri de gün yüzüne çıkıveriyor.

Farklı biçimleriyle şiddet de bunlardan biri. Eğitim, sosyo-ekonomik durum, aile bağları, toplumsal çürüme gibi birçok etmen, bu şiddetin hem sebebi hem de sonucu...

Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) iki hafta önce açıkladığı yeni araştırmasına göre, dünya çapında ergenlik dönemi ila 20 yaş arasındaki her dört kadından biri, flört şiddetine maruz kalıyor.

Neredeyse her altı kadından biri, son bir senede flört şiddeti yaşamış.

Bu rakamlara psikolojik şiddet dahil edilmedi, zira bu konuda uluslararası düzeyde üzerinde uzlaşılmış ve kıyaslanabilir bir ölçüt henüz yok.

Flört şiddeti ile kastedilen; romantik bir ilişkide bir partnerin diğerini baskı ve kontrol altında tutması, kişi üzerinde uzun süreli etkisi olabilecek fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet uygulaması veya ısrarlı takip şeklinde ortaya çıkan bir şiddet biçimi.

Aynı hanede yaşasa da yaşamasa da, bir ilişki içerisinde olan partnerler arasındaki güç ilişkisini ve tahakkümü ifade eder.

Bu konuda Türkiye’de de ne yazık ki alarm verici bir tabloyla karşı karşıyayız ve bu tablo artan kadın cinayetlerinin beslendiği cezasızlık kültürüyle de yakından ilintili. Hatta COVID-19 pandemi döneminde, kadınlar ve kız çocukların maruz kaldığı partner/flört şiddetinin artması “gölge pandemi” olarak tanımlanmıştı.

Araştırmaya göre; yoksul ülkelerde kadınların ve kız çocukların flört şiddetine uğrama oranı daha yüksek. Dolayısıyla burada da topluma içkin eşitsizlikler su yüzüne çıkıyor. Öyle ki, Orta Avrupa'da bu oran yüzde 10’lardayken, Okyanusya bölgesinde yüzde 47’ye ve Sahra-altı Afrika'da yüzde 40’a yükseliyor.

Türkiye’de bu konu özelinde henüz kamuya açık, ayrıştırılmış ve güncel bir veri yok. Veri olmayınca sorun odaklı politika üretme ve uygulama şansı da düşük.

Çocukların orta öğretime devam oranlarının düşük olduğu, mülkiyet ve miras haklarının erkeklere göre zayıf olduğu, çocuk yaşta zorla evliliklerin önlenemediği ve eşler arasındaki yaş farkından dolayı ciddi güç dengesizliklerinin, ekonomik bağımlılığın ve sosyal tecridin yaşanmasından dolayı cinsel istismar olasılığının da arttığı düşük gelirli ülkeler ve bölgelerde genç kızlara yönelik flört şiddeti daha yaygın.

Flört şiddeti gençlerin ruh sağlığından eğitimdeki başarılarına, gelecekteki ilişkilerine dek çok geniş bir yelpazede yıkıcı etkiler doğuruyor. Yaralanmalardan depresyona, anksiyete bozukluklarından istenmeyen gebeliklere, cinsel yolla bulaşan hastalıklara ve daha nice fiziksel ve psikolojik tahribata yol açan bir durum söz konusu.

Peki çözüm ne?

Elbette her şeyin kökeninde kadın ve kız çocuklar için toplumsal cinsiyet eşitliği bilincini toplumun tüm kılcal damarlarına yaymak gerekiyor. Bu da eş zamanlı olarak okul ve aile odaklı önlem ve müdahaleleri gerektiriyor.

Bir süredir büyükşehir belediyeleri ve sivil toplum işbirliğinde “flört şiddeti ve güvenli ilişki” konulu eğitimler veriliyor. Romantik ilişkilerin çevrimiçi flört uygulamalarına dek yaygınlaştığı ve bu uygulamaların son derece kolay ulaşılabilir ve tehlikeli bir hal alabildiği bir toplumsal ortamda, sivil toplum ile yerel yönetimlerin benzeri işbirlikleri, sorunu yerelde çözmek açısından değerli bir fırsat.

Türk Psikologlar Derneği'nden klinik psikolog Deniz Bozunoğulları ile bu konuda yaptığım görüşmede kendisi şunları kaydetti:

Partner şiddetine karşı ergenlerin bilinçlenmesinin temel taşlarından biri, aslında evde, ebeveynle ilişkileri üzerinden başlıyor. Kız çocuk hayır dediğinde, mahremiyeti konusunda net çizgiler koyduğunda, oda kapısını kapattığında buna saygı duyuluyorsa, bu sınırlar ileride partneriyle ilişkisine de olumlu yansıyacaktır. Buna ek olarak kız çocuğun aile içerisinde ebeveynlerinin arasındaki ilişkisinde gözlemlediklerini olumlu veya olumsuz olarak sonraki sosyal ilişkilerine de yansıtma ihtimali yüksektir. Aile içinde psikolojik şiddet görüyorsa, ihmal ediliyorsa, bunu normalleştirmeye ve belirli kılıflara uydurmaya başlayabilirler. Ancak bunun tam tersi durumlarda, kız çocuk, partnerinin kıskançlık patlamalarını “beni sevdiği için yapıyor” şeklinde gerekçelendirebilirler. İlişkide sevgi, saygı ve güç dengeleri, özellikle sınır koyabilme ve duygularını düzenleyebilme becerileri evde öğrenilmeye başlanır. Sosyal çevre ve okul hayatı ile şekillenmeye devam etse de, evde atılan temeller kız çocuklarının gelecek ilişkileri için önem arz etmektedir. Bunlara ek olarak gençlerin sosyal medyanın sağlıklı kullanımına dair bilinçlendirilmesi, ebeveyn ile açık iletişimde kalabilmesi ve bir sorun yaşadığında destek alabileceklerini bilmesi de çok çok önemli.

Bu açıdan, çocukların sorun yaşadığında ebeveynine veya ailede güven duyduğu birine anlatacak duygusal bağlantıyı kurması, artan partner/flört şiddetine karşı bir güvence niteliğinde.

Bir diğer deyişle, analog ortamda çocuk ile yetişkinler arasında sağlıklı bir iletişim ve güven ilişkisi kurulduğunda, flört şiddeti karşısında daha güçlü ve farkındalığı yüksek çocuklar yetişmiş oluyor; bu çocuklar “manipüle edildiklerini” gördüklerinde kendilerini nasıl koruyacaklarını, kişisel sınırlarını nasıl kuracaklarını biliyorlar; romantik ilişkide karşı taraftan gördüğü istismarı “beni kıskanıyor, beni seviyor” şeklinde kanıksamak yerine vücut bütünlükleri ve mahremiyetlerini riske atabilecek türden tehlikelerin kokusunu alabiliyorlar.

Ayrıca, çocukluk çağında aile içinde şiddet gören, travma ve istismar yaşayan bireyler, sonraki yıllarda flört şiddetinde bulunmaya meyilli.

Öte yandan, sosyal medya ve internet üzerinden dijital istismar, tehdit ve şantaj vakalarının artması, kız çocukların bu konuda aile içinde ve okul düzeyinde daha geniş kapsamlı bir bilgilendirme ve bilinçlendirme sürecinden geçmesini gerektiriyor.

Zira tarafların arasında resmi bir bağ olmamasının suçun kapsamını değiştirmediği ve ilişkinin devamını sağlamak için gerçekleştirilen tehdidin de ceza kapsamında değerlendirildiği bilinmeli. Böylelikle bu şiddet türünün en yoğun olarak yaşandığı 16-24 yaş aralığında gençlerin bu durumu gizlememesini, “ayıp” bir mesele olarak görüp bu yükü tek başına göğüslemek zorunda hissetmemesini sağlıyor.

Dünya Sağlık Örgütü, flört şiddetinin ciddi bir kamu sağlığı meselesi olarak ele alınması ve gerek önleme gerekse hedefe yönelik desteğe odaklanması gerektiği konusunda çağrıda bulunuyor.

Bozunoğulları’na göre, okullarda romantik ilişkilere dair sınırlar konusunda rehberlik servisleri üzerinden hem çocuklara hem de ailelere düzenli bir psikososyal eğitim verilmesi, flört şiddetine dair yaşanan veya yaşanması muhtemel problemlerin önüne geçilmesinde fayda sağlayacaktır.

“Örneğin sınıflarda öğrencileri rastgele seçerek üç farklı gruba ayırıp (şiddeti uygulayan, şiddete maruz kalan ve şiddete şahitlik eden olarak), rol oynama etkinlikleri yapılıp, flört şiddetinde çocukların ne yapmaları veya yapmamaları gerektiği, sınırlarını nasıl koruyabilecekleri, romantik ilişkinin nasıl bir medeni ve saygı çerçevesinde ilerlemesi gerektiği, yolunda gitmediğinde nerelerden/kimlerden nasıl destek alabilecekleri konusunda okul çatısı altında interaktif ve hak temelli bir bilinçlendirme sağlanmış olur. Burada özellikle sadece şiddete maruz bırakan ve maruz kalan olarak ayırmamak, buna şahit olan gençlerin de nasıl müdahalelerde bulunabilecekleri, nerelerden destek alabilecekleri konularına değinmek de önemli,” diyor Bozunoğulları.

Bu açıdan özünde flört şiddetinin toplumsal cinsiyet rolleriyle yakından bağlantılı olduğu da aşikâr. Toplumda kadına ve kız çocuklara yönelik şiddet ve tahakküm davranışlarının normalleştirilmesi ve erkeğin güçle, kadının ise saldırgan davranışlara tahammül eden edilgen bir rolle özdeşleştirilmesi, flört şiddetini besleyen bir iklim yaratıyor.

Gerek ailede gerekse okul ortamında flört şiddeti, flört hakları, şiddet, güç dinamikleri, benlik saygısı, diğeri üzerinde tahakküm kurma, ayıplama, mahremiyet gibi konuşulması zaman zaman “tabu” sayılan birçok konunun ergenlerle kapsayıcı ve dostane bir dille rahat biçimde konuşulması önemli. Zira ancak böyle bir dil, gençlerin sorunlarını net bir şekilde ortaya çıkarır ve onların da dilini ve eylemlerini dönüştürür.

Dolayısıyla hem şiddeti tanımlamak, hem de romantik ilişkilerdeki şiddetin ifşa edilmesinin ayıp bir şey olmadığının ayrımına varmak şart.

Türkiye’de müfredat kapsamında bu konunun değerlendirilmesi ve 18 yaşına kadar herkesin çocuk olduğu bilinciyle çocuklara yönelik olarak flört şiddeti konusunda ciddi bir bilinçlendirme kampanyası yürütülmesi, sonraki yaşantılarında eş/partner şiddetine karşı onları güçlendirecektir.

Ailelerinden çekinen, acil durumda kimden yardım isteyeceğini bilmeyen, “özel fotoğraflarımı yayınlarsa herkese rezil olurum” diye düşünerek flört şiddetini sineye çeken tavırlar, sonraki aşamalarda birçok kadın cinayetinin de zeminini oluşturuyor.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu verilerine göre, sadece geçen ay (Temmuz) 28 kadın erkekler tarafından öldürüldü ve 6 kadın da şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti.

Şiddeti besleyen bir diğer etmen de, kız çocukların eğitimden koparılması ve toplumsal açıdan güçsüzleştirilmesi… Kız çocukların orta öğretim, lise ve üniversite eğitimlerine devam etmesi yönündeki sosyo-ekonomik engellerin kaldırılması konusunda sosyal devlet politikalarının da yürürlüğe konması gerekiyor. Zira, okuldan türlü nedenlerle koparılan çocukların erken yaşta zorla evliliklere itilmesi, aslında partner şiddetinin sümenaltı edilen, görünmez kılınan, yıllar sonra H.K.G. davası gibi adalet arayışlarıyla tek tük ortaya çıkan bir yüzü…

2030 yılına kadar uluslararası toplum Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında çocuk yaşta zorla evlilikleri sona erdirmek konusunda güçlü bir taahhüt altına girmişti. Ancak şu anda hiçbir ülke bu hedefi gerçekleştirmede yeterince başarılı olabilmiş değil.

Dünya çapında her beş çocuktan biri erken yaşta zorla evlendiriliyor ve bu da partner/flört şiddeti verileriyle desteklenen bir şiddet döngüsünü tetikliyor. Bu yılın sonuna kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün çocuk yaşta evliliklerin önlenmesi konusunda yeni bir rehber yayımlaması bekleniyor.

Ayrıca okul temelli eğitim programları yoluyla kız ve erkek çocuklara sağlıklı ilişkiler kurmak ve şiddeti önlemek konusunda bilinçlendirme çalışmaları yürütülmesi önem taşıyor. Bu açıdan kız çocuklara üniversite eğitimine devam etme ve ekonomik güçlenme konusunda da yönlendirme yapılması, sonraki aşamalarda finansal kaynakları olmadığı için istismara dönük ilişkileri sürdürme eğilimlerinin önüne geçiyor.

Gioachino Rossini’ni “Sevil Berberi” operasında “Az önce bir ses kalbimde yankılandı” dizesiyle başlayan Una voce poco fa aryası bir süredir kulaklarımdan gitmiyor.

Çocukların zihinsel ve fiziksel bütünlüğünü bozan flört şiddetiyle ilgili tüm bu çıplak gerçeklik, az önce yeniden kalbimde yankılandı. Umarım aynı veriler, karar alıcılar ve uygulayıcıların yanı sıra, eğitimciler, sağlık profesyonelleri ve ebeveynler nezdinde de aynı yankıyı doğurur.

Türkiye’nin flört şiddeti konusunda güncel, düzenli ve ayrıştırılmış verilere ve bu konunun eğitim programında bilinçlendirme çabalarına entegre olmasının vakti çoktan geldi. 

Arenaya dönen Meclis’te kürsüde yumruklar havada uçuşurken, zemin kanla kaplanırken, kadın milletvekili de bu şiddetten “nasibini” alırken, Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı kaba kuvvetin ve patolojik bir şiddettin esas alındığı bir siyaset yapılırken dünya giderek daha çirkin bir hal alıyor ve tam da bu esnada dünyanın bir noktasında flört şiddetine maruz kalan çocuk ve ergenlerin hüzünlü sesleri kalbimizde yankılanıyor. 


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.