Fon alınca hain, almayınca bağımsız mı oluyorsunuz?
Sadece gazetelerin değil, gazetecilik mesleğinin önümüzdeki 5-10 yıl içinde dünyadaki geleceği dahi muallakken, sanki büyük bir sırrı çözmüş gibi, başka derdimiz yokmuş gibi fon meselesi üzerinden Ruşen Çakır’a vurmak abesle iştigal.
Ruşen Çakır ve Medyascope üzerinden “zamanlaması manidar” olan, yurtdışından alınan fonlarla ilgili başlatılan karalama kampanyası hakkında birkaç kelam da ben etmek isterim. Fahrettin Altun’un hemen topa girmesiyle aslında nihai niyetin ne olduğu çok bariz olsa da, konu biraz çetrefilli ve üzerine konuşulmayı hak ediyor. Zira parayı verenin düdüğü çaldığı, kimsenin boşu boşuna kimseyi fonlamayacağı genel kabul görmüş durumda, 90’lardan itibaren birçok ülkede sivil toplumcu hareketlerin arkasında bu tarz fonların bulunması bilinen bir gerçek. Sınıf savaşlarının yerini postmodern zamanların kimlik savaşlarına bıraktığı dönemlerde bu tarz küresel fonlar, belki de sermayenin önemli bir rolünü üstlendi. Dünya çapında sol hareketler, totalde kapitalizmin vahşiliğini sorgulamak yerine, enerjilerini aldıkları bu fonlar vasıtasıyla daha alt kategorilerde mücadeleye harcamayı tercih ettiler. Sermaye egemenliğinin ekonomi-politik dünyada ana çelişki damarını oluşturduğu sorgulaması, yerini daha niş alanlarda mücadeleye bıraktı ve bu durum şüphesiz küreselleşmenin ağır tahribatlarından birini oluşturdu. Bu makro bakış açısını elbette kabul etmekle birlikte, otoriter rejimlerin gündelik yaşam pratikleri üzerindeki ağır tahakkümü içinde, bu fonların aynı zamanda nasıl da “kurtarıcı” olduğunu 2000’li yıllarda çok sayıda STK ya da medya vasıtasıyla bizzat yaşadık. Bu nedenle artıları eksilerinden çok daha baskın bir durumdan bahsediyoruz.
Öncelikle şu bağımsızlık meselesini biraz tartışalım ve kışkırtıcı bir soruyla başlayalım: Bugün tüm dünyada medyada çalışıp (aslında her alanda da, çok spekülatif olmamak adına sadece medya diyorum) gerçekten bağımsız gazeteci kalabilmek ya da daha genel ifadeyle bağımsız medya oluşturabilmek mümkün mü? Yandaş gazete ve televizyonlarda, söz gelimi Hürriyet’te, herhangi bir televizyonda, dünya medyasına yön veren Fox, CNN, Bloomberg’in Türkiye ofislerinde çalışmak ya da dünyadaki bütün bilgileri kontrol eden YouTube, Facebook, Instagram üzerinden yayın yapmak bağımsız olmak mıdır? Yönetime geçmek için türlü iktidar savaşlarının yaşandığı, bunun için de her yolun mubah görüldüğü Cumhuriyet, Halk TV gibi kuruluşlarda çalışınca bağımsız mı olunuyor? Başlıktaki soruya dönelim, ABD kaynaklı ya da başka bir ülkenin vakfından hiç de gizli saklı yöntemlerle değil, şeffaf biçimde fon alınca bir anda muhafazakârlar ve bazı devrimciler tarafından hedef gösteriliyorsunuz, vatan haini ilan ediliyorsunuz, yok almıyorsanız bağımsızsınız, itibarınız 1500 öyle mi? Oysa fonları bırakın, büyük sermaye şirketlerinden reklam alan herhangi bir mecranın bağımsız olduğuna hakikaten inanabiliyor musunuz? Koç Grubu’ndan ilan aldıktan sonra, diyelim ki şirket tarafından yapılan bir çevre katliamı ya da bir iş kazası haberinin ana akımda yayınlanabileceğini düşünüyor musunuz? Cidden böyle düşünüyorsanız hadi biraz daha geniş perspektiften bakalım konuya.
Google’ın da sahibi, dijital kartel Alphabet’nin sunduğu servislerle interneti, dolayısıyla dünyayı kontrolü altına aldığını sağır sultan duymuş durumda. Arama motoru Google, reklam servisi AdSense, e-posta hizmeti Gmail, bulut depolama servisi Google Drive, YouTube, Web tarayıcısı Chrome derken hayatımızı Alphabet yönetiyor desek yanlış mı olur? 2017 yılında Avrupa Birliği Komisyonu internet aramalarındaki tekelci gücünü kötüye kullandığı gerekçesiyle Google’a 2.42 milyar euroluk para cezası kesmişti. Şimdi YouTube ya da Facebook platformları üzerinden iş yapınca, muhalif ya da iktidar yanlısı yayınlara “karışılmayınca” siz gerçekten “bağımsız” iş yapmış olmuyorsunuz. Benden duymuş olmayın ama en ufak mesaj attığınızda aslında milyarlarca dişlinin oluşturduğu büyük bir yapının küçük birer parçası oluyorsunuz. Facebook kurucusu Mark Zuckerberg’e DM’den ulaşma şansınız var nasıl olsa, Cambridge Analytica skandalı sonrası özür dilemiş olsa da milyarlarca insanın bilgisiyle neler yaptığını, neleri yapmaya muktedir olduğunu bir sorun, bakalım ne cevap verecek?
Bugün dünyanın en büyük 10 firması içinde 7 teknoloji şirketi var, bu saydığım 5 şirket hayatımıza yön veriyor ve biz herhangi bir sosyal medya hesabını kullanırken sanıyoruz ki onların yaptıkları sanki bir “sosyal sorumluluk projesi”, bizi sevdikleri için babalarının hayrına ücretsiz hizmet veriyorlar. Eskiden imalat sanayini görürdük dünya devleri arasında, şimdi elle tutulur aslında hiçbir tesisi, fabrikası, ürünü olmayan bu dijital dünyanın temsilcileri, gündelik yaşam pratiklerimizin olmazsa olmazları. Şunu hepimiz sormalıyız aslında, nasıl oluyor da bu 5 şirketin piyasa değeri yaklaşık 6 trilyon dolar ile ABD teknoloji borsası NASDAQ’ın neredeyse yarısına eşit olabiliyor? Neredeyse mahallenin dedikodusunu dahi YouTube üzerinden takip ettiğimiz bir ortamda, elbette bu şirket, İslamcısından solcusuna kadar “bağımsız” gazetecilik imkânı sunduğu havucunu verecek ki o elindeki devasa “big data”ya sahip olabilsin. Bu büyük veri hadisesini daha da geliştirmek için her yıl milyarlarca dolar yatırım yapıyorlar, kara kaşımıza kara gözümüze olmasa gerek.
New York Times teknoloji yazarı Farhad Manjoo, bizdeki “yerli ve milli” beşli gibi, bu beş şirket için ¨korkutucu beşli” ifadesini kullanmış ve birçok hükümetten daha güçlü olduklarına dikkat çekerek uyarıda bulunmuştu. Bu 5 şirket yaptıkları satın almalar ile hem büyümelerini sürdürüyorlar hem de potansiyel rakiplerini ortadan kaldırıyorlar.(1) Bu anlattıklarımın fonlamayla ne alakası var, öyle mi? Çok alakası var efendim, fon almayıp da “bağımsız” kaldığını söyleyen birçok insan sosyal medya hesaplarından türlü yayınlar yapıyorlar. Arkadaşlar, sevgili Romalılar, internette mail atmaktan, fotoğraf paylaşmaya kadar her şeyimizle bu teknoloji firmalarının esiriyken kendimizi lütfen kandırmayalım. Her cümlemiz, her mesajımız dünyada üretilen 45 trilyon GB bilginin bir parçası. Pirüpak, idealize edilmiş, hatta fetişleştirilmiş bir bağımsızlık ülküsü, teknik olarak siz kabul etseniz de etmeseniz de imkânsız. Artık bireysel tercihlerimizle, şahsi etik değerlerimizle, hayata karşı duruşumuzla asgari boyutlarda bulacağımız imkanlarla dik durma zamanı, idealize edilmiş kavramların hayata geçirilmesi tekrarlamak gerekirse “teknik” olarak mümkün değil. Bu işin büyük fotoğraftaki kısmı.
Fonlara neden ihtiyaç duyulduğu meselesine ilk paragrafta değinmiştik ama somut olarak neler yaşandı da bu noktaya geldik? AKP iktidarı; devleti oluşturan, yargı, bürokrasi gibi aygıtları 19 yıl içinde yavaş yavaş işledi, dönüştürdü ve tek tek kendine bağımlı hale getirdi. Medya bunların içinde en bariz, en gözle görülebilen biçimde dönüşenlerin başında geldi. Sayıları onu geçmeyen, gazete, televizyon, internet sitesi hariç medya iktidarın kontrolüne geçti ve eski zamanların hiç de matah olmayan ortamlarını arar olduk. Beğenmediğimiz Bilgin-Doğan medyasında dahi 32. Gün, Siyaset Meydanı gibi yayınlarda farklı sesler duyabiliyorken, bugün neredeyse her gün ana akım medyada HDP’den bir kişi çağırılmadan HDP tartışılıyor. Yandaş kanallarda aklı başında tek aykırı ses kalmadı. Ne yazık ki kavramlar da bulanıklaştı, diğer mesleklerin de çoğunda olduğu gibi deontolojik kodlar altüst oldu. Hal böyleyken sadece gazetelerin değil, gazetecilik mesleğinin önümüzdeki 5-10 yıl içinde dünyadaki geleceği dahi muallakken, sanki büyük bir sırrı çözmüş gibi, başka derdimiz yokmuş gibi fon meselesi üzerinden Ruşen Çakır’a vurmak abesle iştigal.
Dert demişken, medyanın durumu hakkında biraz daha başka konulardan bahsedelim. 2019 yılında gayrı resmi rakamları geçtim, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Temmuz 2019 istatistiklerine göre, 11 bin 157 gazeteci iş bulamaz haldeydi. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2003-2018 arasında yargılanmış gazeteci sayısı 12 bin. 12 bin gazeteci yazdıkları ve yaptıkları için sorgulandı. Son yıllarda basın kartı iptal edilen gazeteci sayısı 3804 kişi. Başka bir deyişle, iptal edilen basın kartlarının sayısı, toplamda geçerli olan basın kartından (Veriler güncel olmayabilir, 3211 basın kartı var) daha fazla. Dünya basın özgürlüğü sıralamasında sonlarda olduğumuzu söylemeye gerek yok.2 İşsizlikten bahsetmişken 70 küsur iletişim fakültesinden belki binlerce öğrenci her yıl mezun oluyor. Nerede bu insanlar, neredeyse hepsi işsiz. Zira ne ulusal basının ne de yerel basının böyle bir emek arzını karşılayacak insan kaynağı talebi var. Ne yapsın yani insanlar, alternatif arayışlara girmesinler de ölsünler mi?
Tek merkezden yönetilen, sahibinin sesi bir medya ortamı yaratıldı. Reklam gelirleri zaten yerlerde, gazeteler 50 yaş üstünün satın aldığı nostalji nesneleri haline geldi. Hakikaten çevrenizde hiç gazete okuyan bir genç görüyor musunuz? Başka devirdeyiz artık, geleneksel düşünce kalıplarımızın zamana yenik düştüğü bir dönem bu. Lütfen kastettiğim hızlı değişimin yarattığı tahribat tespitimi, Ertuğrul Özkökvari şekilde, gazeteciliğe hakaret ediyormuşum gibi değerlendirmeyin. Tam tersine mecraların ve patronaj sisteminin kökten değişmesi, dijital dünyanın korkutucu olduğu kadar gazetecilik mesleğine türlü imkanlar sunması somut bir gerçek olarak karşımızda. Patreon gibi izleyici ya da okuyucunun direk destek verebildiği ya da türlü fonların varlığı; alternatif yöntemler peşindeki düzgün gazeteciler için önemli nimet. Mesleğin evrensel nitelikleri, kurallarını sürdürmek isteyen, bunun için de bir şekilde ama öyle ama böyle mevcut ortamda ayakta kalmaya çalışan, çırpınan insanlar var işte.
Bütün nefes alma imkanları tükenmiş, mesleklerini icra etme imkanları kalmamış gazetecilerin kendi arayışlarıyla açık kaynaklardan fon bulmasını yadırgamak bu nedenlerle doğru değil. Yandaş kanal ve mecraların nasıl “fonlandığını” hepimiz biliyoruz ama elimizde somut bilgi olmadığı için ispatlayamıyoruz. Medyascope ve başka mecralar, fon aldığı vakıf ya da ülkelere tabiri caizse “yalakalık” mı yapmış, sözgelimi Çakır bir yorumunda ABD mandası imasında mı bulunmuş? Evetse somut örneklerle gelin, biz de “tamam haklısınız” diyelim. Hayır değilse fonları eleştiren muhafazakârlar “her dakika salak saçma iktidar güzellemesi yapan bunca mecra nasıl var” sorusuna, yanıt vermeli.
Baskıcı rejimin kurumsallaştığı bir ülkede, pragmatik bir bakış açısıyla fonlar üzerinden kimsenin kimseyi vurmaya hakkı olmasa gerek. Aksi takdirde dünyanın verisini, sayemizde yöneten YouTube mu temiz Allah aşkına, kim bağımsız sorularına beyhude yanıtlar aramamız gerekir ki bu işin sonu yok. Son bir soru daha sormasam içimde kalır: Dünya İslami Uyanış Kurultayı'nda Türkiye'den konuşmacı olarak katılan ve bağımsızlık kavramını her zaman sakız gibi kullanan Doğu Perinçek mi bağımsız?
Bağımsızlıkla başladık daha da ileri giderek bitirelim, şu an siz bu satırları okurken dahi bıraktığınız dijital ayak iziyle “büyük veri”yi yöneten o 5 teknoloji firmasına katkı sunarken, bu kaotik dünyada, bu baskıcı rejimin ortasında “bağımsız” kalabilmek birincil önceliğimiz olmasa gerek. İşini düzgün yaptıktan, her şeyden önce insan olduktan, ülkede yaşananlara iki kelam lafını esirgemedikten, oluşan büyük mesleki boşluğu dolduran güzel işler yaptıktan sonra, YouTube’dan, fonlardan ya da başka yerden para gelmiş, en azından benim açımdan önemli değil.
Aydın Selcen’den Ayşe Çavdar’a, Kemal Can’dan Önder Algedik’e Gazete Duvar yazarlarının da pek güzel katkılar verdiği Medyascope bu susuz çölde bir vahadır. Bugün laf attığınız, karalama kampanyası yürüttüğünüz Ruşen Çakır ve Medyascope, devran döndüğünde günü geldiğinde sizin de haklarınızı savununca boşuna vicdan azabı çekmeyin.
1- Hasan Genç, 3 Haziran 2018, Gazete Vatan.
2- Onur Metin, 16.1.2020 Kamusalalan ve halagazeteciyiz.net
Azmi Karaveli Kimdir?
İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.
Rant 'muhafazakârlarının' Validebağ iştahı 24 Eylül 2021
Metin Oktay ve Mihraç Miroğlu 11 Eylül 2021
Neden voleybol maçı daha fazla rating aldı? 04 Eylül 2021
Bozkurt, sel felaketi değil, cinayettir! 21 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI