Fonlanan aşı karşıtlığı: Kimi can derdinde, kimi para
Dijital Nefretle Mücadele Merkezi’nin kurucusu Imran Ahmed'e göre aşı-karşıtı endüstrinin öncüleri, organize bir şekilde çalışan bir grup profesyonel propagandacıdan oluşuyor ve bunlar ağırlıklı olarak ABD’de yerleşik olan milyar dolarlık kurumları yönetiyorlar. Bu profesyoneller, aşı-karşıtı aktivistlere izleyecekleri yol haritasını belirleyen ateşli broşürler hazırlıyorlar, tıpkı bir endüstrinin rutin işleyişi gibi yıllık toplantılarda bir araya geliyorlar.
Geçtiğimiz sene başrolünde Amerikalı aktör Will Smith’in yer aldığı 2007 yapımı bilim kurgu filmi I Am Legend’ın aşı-karşıtı kampanyalarda kullanılması büyük bir tartışma yaratmış, hatta senarist bu durumdan o kadar rahatsız olmuştu ki, “Aman Tanrım! Bu bir film. Ben bunu uydurdum. Gerçek değil” diyerek safını belli etmişti.
Filmde kanseri tedavi etmek için kızamık hastalığının genetiği yeniden programlanıyor, ancak bu sırada dünya nüfusunun yüzde 99’u ölürken, enfeksiyondan kurtulanlar da birer mutant zombi oluyor.
Koronavirüs aşısına karşı olanların iddiası ise, filmde bir aşıdan değil bir virüsten kaynaklı benzeri bir durumun aşı olanların da başına geleceği… İddia, on binlerce kişi tarafından sosyal medyada paylaşılırken korku ve endişeyi körükleyerek hedefine ulaştı.
Aşı-karşıtları benzer şekilde Children of Men ve Matrix filmlerine de aşı-karşıtı görsel çalışmalarında sık sık başvuruyorlar.
Bu yetmezmiş gibi, aşılarının kullanım süresinin bittiği veya damarlarda pıhtı oluşumuna yol açtığı, ya da aşı ile vücudumuza mikroçip takılıp verilerimizin ortak bir havuzda toplandığı gibi, bilimsel olarak kanıtlayamayacakları, kolay tüketilen bilgi kirliliğiyle suları bulandırmaya çalışıyorlar, insanların beynine endişe tohumları yüklüyorlar.
Aşı-karşıtlarının dünyada da ülkemizde de ısrarla yaptıkları bir diğer şey ise, aşı olunmasını kamu sağlığının gereği olarak vurgulayıp halkı bilimselliğe özendiren sağlık çalışanları ve toplumda ön plandaki hekimleri, aşı şirketlerinden para almakla suçlamak.
Yani kasıtlı olarak, bir kötülük pandemisinin parçası olarak, yaygın bir dezenformasyon yaymakla kalmıyorlar, bir de üstüne itibar suikastına devam ediyorlar. Onlara göre aşı-karşıtı olmayan herkes, aşı şirketleri ve Büyük İlaç Endüstrisi tarafından fonlanıyor.
Peki ama madalyonun diğer yüzünden de bakmaya hazır mısınız bu iddiaya? Zira ilginç olan şu ki, “fonlanan” kesim aslında iddia sahibinin ta kendisi.
Merkezi Washington’da bulunan Dijital Nefretle Mücadele Merkezi’nin kurucusu Imran Ahmed tarafından geçtiğimiz sene Mart ayında Nature Medicine isimli prestijli tıp dergisinde yayımlanan “Aşı-karşıtı endüstriyi temelinden yıkmak” başlıklı makalede bu açıdan çok çarpıcı iddialar vardı.
Ahmed’e göre, aşı-karşıtı endüstrinin öncüleri, organize bir şekilde çalışan bir grup profesyonel propagandacıdan oluşuyor ve bunlar ağırlıklı olarak ABD’de yerleşik olan milyar dolarlık kurumları yönetiyorlar. Bu profesyoneller, aşı-karşıtı aktivistlere izleyecekleri yol haritasını belirleyen ateşli broşürler hazırlıyorlar, tıpkı bir endüstrinin rutin işleyişi gibi yıllık toplantılarda bir araya geliyorlar.
Potansiyel çevrimiçi hedefleri belirlemede birbirlerini eğitiyorlar, “taktik” geliştiriyorlar ki insanların korkularını körüklesinler; aşı olmaya giden birini yarı yoldan geri döndürecek kadar “inandırıcı” kuşku tohumlarını eksinler; bazı kesimlerde insani bir endişe olan “aşı tereddüdünü” insani korkuları sömürerek azılı bir aşı karşıtlığına çevirsinler ve bundan da güç ve para devşirsinler. Ne de olsa korku, her zaman satış değeri olan, en temel duygudur.
Dolayısıyla, sisteme dezenformasyon enjekte etmede ellerindeki en güçlü araç sosyal medya... Geleneksel medyada editoryal ve etik kurallar gereği hemen önlem alınarak yok edilen dezenformasyon, sosyal medya yoluyla tüm dünya nüfusuna bir tıkla ulaşıyor.
“Covid-19 tehlikeli değil, aşılar tehlikeli. Doktorunuza da bilim dünyasına da güvenmemelisiniz” diyorlar. “Grip aşısının içindeki cıva, demans ve Alzheimer vakalarının çarpıcı şekilde artış göstermesine yol açtı” diyorlar. “Covid aşısı olursan sperm kaliten düşer, çocuğun olmaz” diyorlar.
Algıları yönetiyorlar.
Aşıları savunup bu konu hakkındaki bilimsel literatürü takip eden ve gelişmeleri halkın her kesiminin anlayacağı dilden sosyal medya üzerinden aktaran, fildişi kulelerinde kalmayıp bilimi, yaşamı ve sağlığı aramıza indiren hekimlerimize yönelik olarak, “para almadan aşı böyle savunulmaz” diyebiliyorlar.
Çünkü hayatta tek amacı para olan insanlar, bir canı kurtarmanın, bir beyni bilimselliğe davet etmenin, bir vicdanı yenilemenin verdiği mutluluğun hiçbir ilaç şirketinin fonlamasına değiştirilemeyeceğini idrak edemiyorlar.
Örneğin Prof. Bengi Başer’in stent taktığı hastasını, matematik profesörü arkadaşı arayıp, “O, aşıyı savunup karşılığında Pfizer’den Mehmet Ceyhan ve Esin Şenol gibi para alıyor. Nasıl güvenirsin?” diye kızabiliyor. Ülkede bir “stent lobisi” oluşmuyor; kalp rahatsızlığından dolayı acilen stent taktırması gereken kişi, “bunun ardında Yahudi lobisi var” deyip stent-karşıtı olmuyor. Ama ölümleri ve kronik hastalıkları önlemede eşit derecede önemli olan aşı konusunda aynı net tablo geçerli değil.
Prof. Esin Davutoğlu Şenol’un Ankara’da ishal vakalarının sudan kaynaklandığını açıklaması için kendisine zamanında teklif getirildiğini ama bunu mesleki etik gereği reddettiğini söylemesi de bu kesim için bir şey ifade etmiyor.
İlaç firmalarının kar etmesini, aşı karşıtlığı için bir argüman olarak görüp, içlerindeki eğitilmiş kesime duydukları eğitimsiz ve cahil lümpen öfkeyi bu bilim-dışı karşıt duruşla harmanlayanlar var.
Tıpkı zamanında çiçek aşısı keşfedildiğinde dünyanın ilk aşı-karşıtı hareketinin doğması ve aşılananların “yarı insan yarı inek” olacakları, boynuzlarının çıkacağı yönünde yalan haberlerin yayılması gibi…
Tıpkı zamanında Britanyalı gastroenteroloji uzmanı Dr. Andrew Wakefield’in tıp dergisi Lancet'te kızamık, kızamıkçık, kabakulak karma aşısıyla otizmin bağlantılı olabileceğini öne süren ortak makalesinde sadece 12 çocuklu örneklem üzerinden ciddi metodoloji problemleri göstermesi ve ebeveynler arasında endişe nedeniyle 1998-2003 yılları arasında Birleşik Krallık'ta aşılama oranının yüzde 92'den yüzde 80'e gerilemesi gibi…
Tıpkı ABD’de yaklaşık dokuz yıl aradan sonra ilk çocuk felci vakasının, aşısız bir kişiden dolayı geçtiğimiz günlerde görülmesi gibi…
Aşı karşıtlığı bir paratoner misali tüm endişeleri ve yalan haberleri kendisine çekiyor.
Aşı-karşıtı websiteleri, Facebook grupları, YouTube kanalları, Instagram ve Twitter hesaplarını kullanarak çevrimiçi bir altyapıya ulaşarak, Ahmed’in tahminlerine göre 59 milyonluk bir kitleye hitap ediyorlar. 2019 yılından beri ise 7,8 milyon yeni takipçi kazandılar. Facebook sayfalarının yüzde 90 kadarı ABD’den idare edilirken, beşte birinin yöneticisi Kanada, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık veya Avustralya’da.
Öyle ki kızamık aşısına karşı olanlardan dolayı son kızamık vakasının 2019’da görüldüğü, yani hastalığın çok geç sönümlenebildiği Birleşik Krallık’ta sosyal medyada aşı-karşıtlarını takip eden 5,35 milyon kişi var.
Hedefleri “büyük”: Aşı tereddüdünü sadece Covid-19 ile sınırlı tutmayıp, bundan önceki ve sonraki tüm aşılara karşı bir kitle yaratmak… Ahmed’in iddiası ise, bu yaygın ekosistem içerisinde aşı-karşıtı endüstriden birçok profesyonel propagandacının büyük paralar kazandığı.
Buna göre, Büyük Teknoloji şirketleri, her yıl aşı-karşıtı reklamlar ve girişimlerden 1 milyar dolarlık kazanç sağlıyorlar. Facebook aramalarında aşı-karşıtı sayfalara yönelik getirilen kısıtlamaları hiçe sayarcasına YouTube ve Instagram kanallarına reklam veriyorlar. Bir yandan da etkisi kuşkulu takviye edici gıdaları ve “alternatif tedavi” yöntemlerini aşı konusunda kararsız olan kullanıcılara pazarlayarak, ceplerini dolduruyorlar.
Popüler aşı-karşıtı film Vaxxed’ın prodüktörü Del Bigtree’nin başında olduğu Informed Consent Action Network (ICAN), YouTube’da bölüm başına 6 milyon izleyiciye ulaşan The Highwire isimli şovu hazırlıyor. Selz Vakfı gibi büyük vakıfların ve girişimcilerin de fonladığı bu kampanya kapsamında, Covid, “zorunlu aşıları teşvik etmek” üzere kullanılan bir hastalık olarak resmediliyor.
Genellikle muhafazakârlar ve Trump yandaşlarından destek alan, liberal ve bilim yanlısı elitlerin karşı cephesinde konumlanan, kampanyası ise büyük oranda New York’lu zengin bir çift olan Bernard ve Lisa Selz tarafından fonlanan ICAN aynı zamanda Biden’ın aşı-karşıtı çevrimiçi dezenformasyon konusunda mücadele ettiği “bir düzine” oluşumdan biri.
ICAN’ın ABD’de en iyi fonlanan aşı-karşıtı örgütlerden biri olarak gelirlerinde yüzde 60 oranında bir artış olduğu, ABD’de bu yılın başlarında açıklanan vergi kayıtlarında ortaya çıktı.
Bir yandan da örneğin aşı karşıtı olduğunu açıklayan ünlü şarkıcı Eric Clapton gibi, salgın önlemlerini ihlal ettikleri için para cezası alan bir İngiliz müzik grubuna bağış yapanlar da var...
Dolayısıyla, aşı-karşıtlarının iddia ettiğinin aksine, aşı olunmasını telkin eden hekimler değil, tam karşıt cephesinde onlara saldıranların ardında büyük bir para ve güç lobisi dönüyor.
Türkiye’de ise uzunca bir süredir senaristlere parmak ısırtacak düzeyde sürreel kurguların havada uçuştuğu, bilim-dışı ve ahlak-dışı örgütlü saldırılarla çevrili bir aşı-karşıtı ekosistem devam ediyor.
Bu eko-sistem aynı zamanda toplumda tanınırlığı yüksek olan, kendi tabirleriyle “bilimin ışığından sapmayan, canların derdindeki” hekimlere yönelik bir karalama kampanyasıyla, taciz ve tehdit içerikli saldırılarla eş zamanlı olarak ilerliyor, bu hekimlerin şu veya bu firma tarafından fonlandıkları gibi desteksiz yalanlar ortaya sürülüyor.
Hem de Aralık 2020-Eylül 2021 arası dönemde ülkemizde 18 yaş üstü 27 milyon insanın hastalıktan, 235 bin insanın da koronavirüs kaynaklı ölümden sırf aşı ile korunabildiği, artık hastanelerde ve diğer kapalı mekanlarda maske takmayarak Koah hastalarının, her türlü mikroba açık olarak akciğer sorunu yaşayan bebeklerin canlarını tehlikeye atan bencillerin umursamaz tavrı düşünüldüğünde…
Aşı-karşıtlığının etkisinin yarattığı hasar, özellikle salgının bu evresinde çok daha büyük ve yıkıcı. Aşılanmayı destekleyen hekimler hiçbir ilaç şirketinden kişisel etik ve Hipokrat yemini gereği para almazken, karşılarında konumlanan kesimi bağlayan ne bir yemin var ne de bir kural…
Ne güzel demişti İlhan İrem: “İçinde utanmak kelimesi olmayan yeni bir lisan yarattılar. Oysa biz; denizlerin deniz, yağmurların yağmur, aşkların aşk, insanların insan olduğu, masumiyet çağından geliyoruz.”
Yer utandı, gök utandı, tıp utandı, bilim utandı, biz utandık bu söylenenlerden. Bir tek onlar utanmadı halk sağlığıyla oynamaktan, bilgi kirliliği ve itibar suikastı yapmaktan…