Dersim 1937-1938: Kız çocukları ve gerçekler

Dersim'in Kayıp Kızları elbette başarılı bir çalışmadır. Ancak Dersim ile ilgili tartışmaların bu çalışmadan sonra yeniden başladığı tespiti Kürt kamuoyu bakımından doğru değil. Bir kere Kürtler şöyle veya böyle, 1950'lerden bu yana, entelektüel düzeyde sürekli olarak bu olay ile yüz-yüze, iç-içe yaşadılar ve bu durum bugün de devam etmektedir.

Google Haberlere Abone ol

Munzur Cem

Bir süre önce, Gazete Duvar'da, Anıl Mert Özsoy tarafından belgesel yapımcısı Kazım Gündoğan ile yapılmış bir röportaj elime geçti. "Dersim'in Ermeni Kızları Nerede?" başlıklı röportajı okuyunca, konu ile ilgili bazı noktaların aydınlatılmasında yarar olduğu sonucuna vardım. Aşağıda okuyacağınız satırlar böyle bir düşüncenin ürünüdür.

Dersim üzerine belgesel çalışması yapan Kazım Gündoğan  ile yüz-yüze konuşmuşluğum yok. Ama kendisini bundan 6-7 yıl önce Ankara'da düzenlenen bir konferanstan hatırlıyorum. Bundan 1, 1.5 yıl önce ise, yanılmıyorsam Med-Nûçe'deki bir programda izlemiştim. O programda dikkatimi en çok çeken şey, Gündoğan'ın 1937-38 Dersim soykırımının kamuoyuna mal edilmesinden bahsederken kendi çalışmalarını sürekli merkeze koymaya çalışmasıydı. Onun, bu yöndeki çabasını, Gazete Duvar'daki röportajında da görmek mümkün. Örneğin röportajın bir yerinde şöyle diyor:

"…Yaklaşık 150 kadar öyküden de “Dersim’in Kayıp Kızları (Tertele Çenequ)” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıkardık. Sonra tabii Türkiye’de Dersim tartışmaları başladı. Bu tartışmaları başlatan Dersim’in Kayıp Kızları adlı belgesel film oldu ve 72 yıl sonra ilk kez gazetelerde Dersim manşet oldu. Biz 72 yıldır konuşulmayan bu kayıp kızları gündeme getirince, Dersim tekrar konuşulmaya başlandı ve siyasetçiler, akademisyenler bu konu üzerine daha kapsamlı çalışmalar yapmaya başladılar."

Dersim'in Kayıp Kızları elbette başarılı bir çalışmadır. Ancak Dersim ile ilgili tartışmaların bu çalışmadan sonra yeniden başladığı tespiti Kürt kamuoyu bakımından doğru değil. Bir kere Kürtler şöyle veya böyle, 1950'lerden bu yana, entelektüel düzeyde sürekli olarak bu olay ile yüz-yüze, iç-içe yaşadılar ve bu durum bugün de devam etmektedir.

Türk kamuoyuna gelince; Dersimliler hakkındaki bir belgeselin Türk basınında tartışılmış olmasını sırf o belgeselin kalitesine ya da ilginçliğine bağlamak yeterli bir açıklama olmaz kanısındayım. Bunun, Türkiye'nin o günkü politik konjonktürü ile bağlantısını görmek gerekir. Bugün yaptıkları nedeniyle ne kadar eleştirici olursak olalım, o dönem işbaşında olan AKP iktidarının, Gülen Cemaati'nin de katkısıyla T.C. devletinin kuruluş dönemine ilişkin tabuları kırmaya yönelik bir politika izlediği bir gerçektir.

Nitekim, dönemin başbakanı Erdoğan, 2011 yılı Kasım ayında yaptığı bir konuşma ile Dersim'de katliam yapıldığını kabul etmiş ve kendine özgü tarzda da olsa özür dilemişti. Eğer bu konjonktürel durum olmasaydı, muhtemelen Türk basını konuya ilişkin geleneksel suskunluğunu sürdürecek ve benzeri birçokları gibi Dersim'in Kayıp Kızları'ndan da kimsenin haberi olmayacaktı. Örneğin, Nuri Dersimi'nin Kürdistan Tarihinde Dersim eseri, Çayan Demirel'in Dersim Belgeseli, Dersim'in Kayıp Kızları'ndan daha az mı etkileyiciydiler ki Türk basını onları hep görmezlikten geldi?

1937-38 NEDEN YAŞANDI

Kimi Dersimliler ve Dersim dışındaki (Malatya, Adıyaman, Maraş, Sivas vs.) Kürt Alevilerin bir bölümü 1937-38 soykırımının nedenleri konusunda net bir görüşe sahip değiller. 1937-38'de"Dersim halkının başına gelenler, bir alevi soykırımı mı yoksa Kürt soykırımı mı?" tartışmasına bu yüzden rastlayabiliyoruz. Kuşkusuz, bu tartışmayı sürdürenlerin bir kısmı, politik nedenlerle konuyu bilinçli olarak saptırıyorlar ama yeterli bilgi sahibi olmadıkları için bu yola başvuranların bulunduğunu da görmezlikten gelemeyiz.

Oysa 1937-38'den önce, bizzat devletin resmi arşivlerinde yer alan bilgi ve belgelere bakılırsa, "O soykırım niye yapıldı?" sorusu da anlamını kaybeder. Çünkü aralarında müfettişlerin, generallerin, milletvekillerinin, Meclis Başkanının, İçişleri Bakanı ile Genelkurmay Başkanı'nın ve başbakanların bulunduğu devletin tepesindekilerin hazırladıkları düzinelerle resmi belgede, bir tehlike olarak görülen ve bir an önce ortadan kaldırılması istenen şey, Dersim halkının Kürtlüğü; onun dili, kültürü, kimliği ve nihayet fiziki varlığıdır. Bu belgelerin bazıları sadece Dersim üzerine hazırlanmışken, bazıları, Dersimlilerin de aralarında bulunduğu Kürt halkının tamamını kapsayıcı nitelikteler.

1926 yılında Dersim'in güneybatısında yer alan Ali Boğazı çevresindeki halka karşı girişilen harekatın nedeni, Dersim'in milli kahramanları olarak bilinen Koç uşağı haydutlarını tepelemekti. 1930'da, bu kez de kuzey Dersim'de, yani Erzincan'da yer alan harekatın en önemli gerekçesi ise Erzincan merkez ile çevre bölgelerde Kürtçenin yaygın olarak konuşulması ve giderek yaygınlaşmasıdır. Bu arada, Kürtlerin kent merkezi ile ona yakın köylere yerleşip ekonomik yönden daha iyi duruma gelmelerinin de devleti rahatsız ettiği gözden kaçmıyor. (1) Devlet, Dersim Kürt kırımına 1926 yılında karar verdi ve planladı, yıllarca süren hazırlıklardan sonra da uygulamaya koydu. (2)

Ayrıca bu vahşeti, Dersim'le sınırlı olarak görmek de yanlış olur. Dersim'de yaşananlar, Türk devletinin çerçevesi Şark Islahat Planı ile çizilmiş Kürt politikasının bir halkasıydı. Nitekim, şiddeti ve boyutları aynı olmasa da olayın benzerleri daha önce Piran'da, Sason'da, Mutki'de, Zilan Vadisinde ve Ağrı'da da yaşanmıştı.

Bu nedenle, 1937-38 soykırımı için yapılan "kızılbaş soykırımı" ya da "alevi soykırımı" terimleri gerçeği yansıtmıyor. Kuşkusuz, Türk devleti, alevilikten hoşnut değildi, onun mensuplarını sık sık ilkel ve geri olarak nitelendiriyor, onları ikinci sınıf insan gibi görüyordu. Ve kuşkusuz bir inanç olarak alevilgin asimile edilip bitirilmesi de devletin hedefleri arasındaydı ama onun o yıllarda Alevilere karşı fiziki yok etme tarzında bir politikası yoktu. Bu bakımdan, asıl neden Dersimlilerin Kürt'lükleriydi. Nitekim Kürtler her yerde kırıma uğrarken, Dersim dışındaki Aleviler (Bektaşilerle Nusayriler dahil) böyle bir durumla yüz yüze gelmediler.

Röportjın bir yerinde yer alan "Kızılbaş Alevilerinin, Zazaların, Kürtlerin, Ermenilerin, genel olarak Dersimlilerin..." sözleri de hem sosyolojik tanımlama açısından hem de politik olarak sorunlu bir sıralamadır. Her şeyden önce yapımcı, Dersimlilerin bir kesimi için, onların asla kabullenmedikleri ve kullanmadıkları "Zaza" terimini kullanıyor ki bu kimlik yakıştırması onlara haksızlıktır. Oysa Dersimliler 1938 zulmünü bir hayli halk türküsünde dile getirmişler. Bu türkülerde Kırmanca konuşan ayırımı yapılmaksızın her iki kesim için "Kırmanc" ve "Kırmanciye" terimleri kullanılıyor. Kırmanc'ın Kürt, Kırmanciye'nin ise Kürtlük ve Kürdistan anlamına geldikleri açıktır. (3)

Bu arada Dersim'in Selçuklu ve Osmanlı zamanında yüz yıllarca Kürdistan adıyla bilindiğini, Kırmancca ya da Kurmancca konuşsun fark etmez; Dersimlilerin ise bütün Osmanlı tarihi boyunca "Ekrad" yani "Kürt" diye adlandırıldıklarını da yeri gelmişken belirtelim.

Beri taraftan Gündoğan'ın söylediklerinde "Kızılbaş Aleviler" sözcüklerinin kullanılmış biçimi de yanlıştır. Onun yaptığı sıralamaya bakarsanız, "Kızılbaş Aleviler"i ayrı bir etnik grup olarak kabul etmek gerekir. Oysa Batı Dersim'in bazı yörelerinde "Kızılbaş" ile "Kırmanc" aynı anlama gelse de, bu iki terim, aynı aynı dini kimlik mensuplarının isimleridir.

1937-38'de DERSİM'DE İSYAN VARDI - YOKTU TARTIŞMASI

Yazar, Dersim'de yaşananların bir isyan sonucu olmadığı konusuna değinirken de şunları söylüyor:

"Biz de yıllarca isyan biliyorduk, devletin resmi kayıtlarında öyle ve Kürt Tarihi Tezi’nde de öyleydi… Bizim referansımız Kürt Tarihi Tezi’nin Dersimi’ydi. Onları yeniden inceledik. Baktık ki gerçekten çok abartılı ve yaşamda karşılığı olmayan şeyler…"

Kuşkusuz, burada yapılan "Kürt Tarih Tezi" tanımlaması ve ona bağlı olarak söylenenler de gerçekçi değil. Kürtlerin 1937-38'de Dersim'de olanları ille de isyan olarak göstermek gibi bir çaba içerisinde gösterilmeleri en azından bir mantık zorlamasına işaret eder. Çünkü "Dersimliler isyan etti, devlet de buna misilleme olarak katliama başvurdu" tezi, Kürtlere uygun düşen bir açıklama tarzı değil.

Sorunun Kürtler arasında nispeten daha yoğun olarak tartışılmaya başlandığı 1975'lerin ortaları, 1937-38 ile ilgili olarak neredeyse herhangi bir resmi belgenin olmadığı yıllardı. O dönem, birçok Kürt gibi ben de Dersim Kürtlerinin isyan ettikleri düşüncesindeydim. Ama ne zamanki belgeler peyderpey açığa çıkartıldı ve gerçekler daha iyi görülür hale geldi, aralarında yine benim de bulunduğum Kürtler "İsyan oldu" görüşünü terk ettiler ki bu da Kazım'ın olaya ilgi duyduğu tarihten daha eskilere uzanan bir gelişmedir.

GÜNDOĞAN'IN KÜRT YAKLAŞIMINA DAİR SÖYLEDİKLERİ

Röportajı yapan gazetecinin "Kürtlerin bakış açısı nedir?" sorusuna ise Gündoğan şu yanıtı veriyor:

"Kürtler ise şöyle düşünüyor: Bu Kızılbaşlara yönelik bir şey, Kürtlere değil. Onlar da bu bakımdan sahiplenmiyor. Böylelikle bu mesele ortada kalıyor. Daha sonra hakikat ortaya çıkınca, Ermeniler kendi cephelerinden, Türkiyeli demokratlar ve Kürtler bu konuyla ilgili tartışmaya başladılar."

Gündoğan burada yine olanı değil, kendi fantezilerini konuşturuyor. Bir kere Kürtler içerisinde 1937-38 soykırımının Kürtlere değil, Alevilere yönelik olduğunu kim, nerede, nasıl söylemiş; konuyla çok yakından ilgilenmeme rağmen, şahsen rastlamış değilim. Kaldı ki Kürtlerin bir kısmı zaten alevidir. Kendi başlarına gelen böylesine büyük bir trajik olay için “Kızılbaşlara yönelik”tir deyip bir seyirci gibi izlemelerinin mantıki yanı var mı? Hem Alevilere yapılan haksızlıklara karşı en açık şekilde karşı çıkan Kürtler değil mi? Yazılı ve görsel Kürt basınını, onların pratikteki mücadelelerini izleyen herhangi bir kişinin bu gerçeği görmekte zorlanacağını hiç sanmıyorum.

Ermeniler ve Türkiyeli demokratlar neyse de, Kürtler için “Benim kıvılcımı tutuşturmamdan sonra konuyu tartışmaya başladılar,” anlamında sözler sarf etmek, insana “pes!” dedirtecek türden bir çarpıtma örneğidir.

Düşünün ki bir çok olayı bizzat yaşamış olan M. Nuri Dersimi'nin konu ile ilgili olarak yazdığı "Kürdistan Tarihinde Dersim" kitabının ilk baskısı 1952'de yapılıyor. 1980'li yılların başlarında KOMKAR tarafından yeniden basılan eser, bugün hala da olaya ilgi duyan birçok insanın başvurduğu temel yapıtlardan biridir. Nuri Dersimi'nin aynı konuya da yer veren anıları ise 1987 yılında Stockholm'de Roja Nû Yayınları, genişletilmiş  2'nci baskısı ise 1992'de Özge yayınları tarafından Ankara'da yapıldı.

Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şıvan) 1960'lı yıllarda konuya eğilen ve gerçeklere parmak basan bir diğer Dersim Kürdüdür. Dr. Şıvan, "Kürt Milli Hareketleri ve Irak'ta Kürdistan İhtilali" adlı kitabında konuyla ilgili olarak söylenebilecek en ileri şeyleri söylemekten geri kalmıyor. (5)

1975-1980 yılları arsında Türkiye`de yayınlanan Özgürlük Yolu dergisinde C. Aladağ (imza Kemal Burkay'a ait) imzasıyla yayınlanan ve Kürt hareketlerini konu edinen yazı dizisinde, Dersim'de yapılan söz konusu katliam üzerinde genişçe duruluyordu. Komal Yayınları aynı dönemde, 1920-21 yıllarında Batı Dersim (Qoçkiri) de yaşananları "Koçiri Halk Hareketi" adlı çalışma ile kamuoyuna sunmuştu. Benim Zilfî Selcan'dan aktararak Özgürlük Yolu dergisinde, M. Bayrak'ın ise 1979 yılında Demokrat gazetesinde yayınladığı ve bir bölümü 1937-38 olayları üzerine olan halk türküleri nedeniyle davalar açılmış, yayın sorumluları cezaya çarptırılmışlardı. O yıllarda, bu gibi konularda yazmanın, kelleyi koltuğa almak anlamına geldiğini de bu arada akılda tutmak gerekir.

Gündoğan, söz konusu röportajında kendisinin Dersim ile ilgili araştırma çalışmalarına 2005 yılında başladığını söylüyor. Oysa bu satırların yazarı ondan tamı tamına 31 yıl önce, yani 1974 yılında aynı işe başlamıştı. Dil, kültür, kimlik, tarih, inanç ve devletle yaşanan sorunlar gibi alanlarını kapsyan bu çaba bu gün hala da aynı hızla devam ediyor.

4 yaşında iken sürgüne yollanmış Dersimli bir kız çocuğunun başından geçenleri konu edinen Ali Arslan'a ait “Serçe” romanının yayınlanış tarihi 1988'tir.

1937-38 soykırımı ile ilgili olarak bugüne kadar saha araştırmasına dayalı en geniş ve detaylı çalışma olan Gülümse Ey Dersim romanımın 1'inci cildi 1990, 2'nci cildi 1991, 3'üncü cildi ise 1992 yılında yayınlandı.

Görgü tanığı Usivo Qurzkiz'ın 1937-38'de yaşadıklarını detaylı şekilde anlattığı ve benim tarafımdan hazırlanan "Hotay Serra Usivê Qurzkizî" adlı anı kitabının Kırmancca (Zazaca) ilk baskısı, 1992'de yapıldı.

Kitabın Türkçesi ise 2014 yılında "Qurze'li Usiv'ın 70 Yılı" adıyla İletişim Yayınları arasında çıktı. (6)

Dersim'le ilgili belgelerin de yer aldığı Hıdır Göktaş'ın "Kürtler, İsyan-Tenkil" kitabının ilk baskı tarihi 1991'dir. Mehmet Bayrak Dersim ile ilgili arşivlerı açığa çıkartıp yayınlama konusunda harika bir performans gösterdi. Onun "Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri" eserinin ilk baskısının tarihi 1993, "Kürdoloji Belgeleri"nin ise 1994'tür. Bayrak, daha sonra aynı doğrultudaki çalışmalara pek çok yeni kitapla devam etti.

Haydar Işık, Dersimli Memik Ağa, Eremeni Kızı Arevik ve Xece´nin Dersim Kefareti adını taşıyan 3 romanla bu alandaki yerini aldı. Mütevazi desteğimle Seyit Rıza'nın son günlerini çok yakından mercek altın alan Mehmet Gülmez'e ait "Dersim ra ve Dare Estene Seyit Rıza" isimli kitabının yayın tarihi 1996'dır.

Bu konuya değinirken Cemal Taş`ın çalışmalarını unutmak haksızlık olur. Cemal`in, özellikle de Kırmancca olarak yayınladığı roportajlar bu alanda yapılmış değerli çalışmalar arasındadır.

M. Kalman`ın çok önemsediğim "Dersim Direnişleri" kitabı 1995`te okuyucula buluştu.

Batı Dersim (Qoçkiri) ile ilgili çalışmalardan baş edildiğinde ise özellikle de Evin Çiçek`in çabalarına parmak basmak gerekir.

Elbet, burada adlarını saymadığım ama emek vermiş daha bir çok insan var ancak açıktır ki böyle bir yazıda bunların tümünü alt alta sırlama olanağına sahip değilim.

Beri taraftan, eğer Dersim 1937-38`de yaşananların kamuoyuna malledilmesinden bahs edilecekse, yukarıda örneklerini sırladığım bireysel çalışmaların yanısıra, asıl olarak Kürt kurum ve kuruluşlarının çabalarına dikkat çekmek gerekir.

BUGÜNE DEK YAPILAN ÇALIŞMALAR

Örneğin,  Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren KOMKAR, kurulduğu 1979 yılından beri, sadece 1937-38'i değil, genel olarak Dersim'i ve Dersimlileri gündeminden düşürmeyen, onlarla ilgili pek çok faaliyetin altında imzası olan kuruluşlardan biridir. Müzik kasetleri, gazete ve dergiler, kitap yayınları, bildiri, panel, seminer, konferans ve kültür geceleriyle, KOMKAR bu alanda çok önemli bir başarıya imza attı.

Medya Güneşi ile başlayan ve TV-10'a kadar uzanan Kürt televizyonlarının yaptıkları, bundan farklı olmadı. Geleneği, inancı, kutsal mekanları, tarihi, dili, direnişleri ve uğradığı zulüm yönüyle Dersim, her zaman onların ekranlarının vazgeçilmez konukları arasında yer aldı.

Dersim Belediyesi, yıllarca düzenlediği Doğa ve Kültür Festivali'nde 1937-38 olaylarına çeşitli etkinliklerle oldukça geniş yer ayırdı. Hepsini tek tek izleme olanağım olmadı ama Hozat Belediyesi'nin de aynı konuda dikkate değer etkinlikleri olduğunu biliyorum.

Aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen çeşitli adlar altında faaliyet gösteren Dersim derneklerinin ve onlara ait yayınların katkısı da göz ardı edilecek gibi değil. Sırf Newede Dersim Derneği, aralarında Avrupa Parlamentosu ile Berlin Eyalet Parlamentosu'nun da bulunduğu önemli yerlerde bu güne kadar 6 uluslararası konferans düzenlemiş bulunuyor. Bunlardan en sonuncusu geçtiğimiz yıl, Dersim Belediyesi ile ortaklaşa ve bizzat Dersim'de düzenlenendi. Dersim Federasyonu ve kendisine bağlı derneklerin de aynı konuda küçümsenemeyecek çalışmaları oldu.

14-16 Nisan 1989 tarihinde legalde dile getirilmese de Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) tarafından düzenlenen ve KOMKAR'ın da aktif destek verdiği Almanya'nın Bremen kentindeki ilk "Kürdistan'da İnsan Hakları Konferansı"nın pratiğe ilişkin iki ana temasından biri 1935 tarihli "Tunceli Kanunları" ve arkasından gelen katliam, ötekisi ise Saddam tarafından kaybedilmiş olan 8000 Barzani Kürdüydü.

Dersim'in Kayıp Kızları'ndan önce Çayan Demirel, oldukça başarılı bir çalışma olan Dersim 38 Belgeselini kamuoyuna sunmuştu.  Özgür Fındık'ın “Kara Vagon” un tarihi ise 2011'dir.

Gündoğan, daha önce bahsini ettiğim Med-Nûçe`deki programda, 1937-38`de yaşananları ilk kez Ayşe Hür'ün soykırım olarak tanaımladığını söylemişti. Ayşe Hür`ün bu olayın kamuoyu tarafından daha iyi bilinmesine hizmet eder nitelikte çalışmaları oldu elbet ama o da tıpkı bu iddianın sahibi gibi bu işte kısmen yeni sayılır. Aralarında benim de bulunduğum Kürt araştırmacı ve yazarlar, çok daha önceden söylemişlerdi bunu. Örneğin, Almanya 1985'lerden itibaren Seyit Rıza ile Şeyh Sait'in portrelerini sahnenin iki tarafına asmaya başlayan KOMKAR'a ait Newroz gecelerinde soykırıma varan katliamlar vurgusuna yer verdiğimizi iyi hatırlıyorum.

Komela Nivîskarên Kurd Li Swêde (İsveç Kürt Yazarlar Derneği) tarafından Mem û Zin`in 300'üncü yılı nedeniyle 1995'te Stockholm`de düzenlenen konferans sırasında, Dersim 1937-38 üzerine konuşmuştuk. Ben olayın bir soykırım olduğunu söylerken, Hollanda'lı bilim adamı Martin Von Brauneisen onu kültürel soykırım (ethno genocide / ethnocide) olarak nitelendirmişti.

Bu konuyu noktalarken şunun altını özellikle çizme geregi duyuyorum. Kürt hareketinin, son 50 yılda, 1937-38`de yaşanmış olan Dersim soykırımı ile ilgili olarak yaptığı çalışmalar, Kürdistan`ın öteki yörelerinde meydana gelmiş benzeri olayların tamamı ile ilgili yaptıklarından onlarca kat daha fazladır. Tabi burada kast ettiğim Kuzey Kürdistan`dır.

SONUÇ NİYETİNE

Yazının sonuna gelmişken, araştımacılar için çok önemli olduğuna inandığım bir kaç noktaya parmak basmayı gerekli görüyorum. Bunlardan bir tanesi mütevazilik, ötekisi araştırmacının kısır politik çelişkilere girmekten kaçınması, üçüncüsü ise kafasında kurgular taşımaması, beynini özgür bırakmasıdır. Bu 3 etkenin göz ardı edilmesi, araştırmacıyı tıpkı sulu bir arazinin çoraklaşmasındaki gibi verimsizleştirir. Kendimden başlayarak araştırma-inceleme çalışması yapan ve sayıları zaten hayli az olan insanlarımıza bu birkaç önemli noktayı hatırlatmak istedim.

Dipnotlar:

1) Bu konu ile ilgili olarak doğrudan Dersim için hazırlanmış ya da Dersimlilerin de bir parçası olduğu Kürt halkının tamamı ile ilgili olarak hazırlanmış belgelerden örnekler:

- Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in hazırladığı 1925 tarihli rapor, (Alb. Halıcı, Genelkurm. Bşk. Harp Tarihi Dairesi Türkiye Cumhuriyeti`nde Ayaklanmalar, 1972, s. 375.

- Çankırı Milletvekili ve TBMM Başkanı Abdulhaluk Renda`nın raporu, 14 Eylül 1925, (M. Bayrak, Kürtler Ve Ulusal-Demoratik Mücadeleleri, Öz-GE Yay. 1993, r. 452),

- İçişleri Bakanı Cemil Bey (Uybadın)'in raporu (M. Bayrak, Kürtler Ve Ulusal-Demoratik Mücadeleleri, Öz-GE Yay. 1993, r. 467),

- Şark Islahat Planı, 25 Eylül 1925 ((M. Bayrak, age. Kürtler Ve Ulusal-Demoratik Mücadeleleri, Öz-GE Yay. 1993, r. 481),

-Havali Komutanı Albaya Mustafa Muğlalı'ya ait 28 Kasım 1926 tarihli bildiri, Genelkurm. Bşk., age., s.190,

- Genelkurmay Başklanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın Erzincan'dan Başbakan İsmet İnönü ve İçişleri Bakanlığına yazdığı 18 ve 30 Eylül 1930 mektuplar,

-İsmet Paşa'nın Kürt Raporu, Saygı Öztürk, Doğan Kitap, 2007,

- İçişleri Bakanlığının Türkleştirme Genelgesi (Ocak 1930), M. Bayrak, Kürtler Ve Ulusal-Demoratik Mücadeleleri, age. Öz-GE Yay. 1993, s. 506),

-Genelkurmay Başkanlığı'nın Değerlendirme Raporu, M. Kalman, Belge ve Tutanaklarıyla Dersim Direnişleri, Nûjen Yay. 1995, s.152,

- 2510 sayılı Mecburi İskan Kanunu,

-1935 tarihli Tunceli Kanunu,

-Mustafa Kemal`in 1936 yılı Meclisi Açış konuşması,

-Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ve aynı gün uçaklarla Dersim`de dağıtılan bildiri, Gnenelkurm. Bşk. Age, s. 457, ayrıca M. Çem, Dersim Merkezli Kürt Aleviliği, Vate yay.,2011, s.447,

-Celal Bayar'ın Dersim`le ilgili değerlendirmesi, Tercüman Gazetesi 10.9.1986,

2) Genelkurm. Başk., age. s. 377, ayrıca Munzur Cem, age. s. 427.

3) Munzur Cem, Halk Türkülerinde Dersim İsyanı, aylık Dengê KOMKAR gazetesinin 1987 yılı 93-94, 95, numarasız özel sayı ile 98. Sayıları, Ayrıca Munzur Çem, Dersim Merkezli Kürt Aleviliği, Vate Yay.2011, İstanbul, s. 467-495

4) Dr. Şivan, Kürt Milli Hareketleri ve Irak`ta Kürdistan İhtilali, Apec Yay. 1997, Stockholm s.33.