Referandum öncesi 7 Haziran alâmetleri
Evet cephesindeki huzursuzluk 7 Haziran öncesindeki havayı andırıyor. 2015’in fiilen iptal edilen ilk seçimini ve sonrasındaki yıkımı yaşamış bir toplum olarak, 16 Nisan arifesinde benzer bir durumla karşı karşıya olmak ne anlama geliyor?
Karabekir Akkoyunlu*
Evet cephesinin referandum kampanyası pek de istenildiği şekilde yürümüyor gibi. İktidar kanadından bir tedirginlik hissi yayılıyor. Fazla güven olmaz ama, anketlerdeki görüntü ya bıçak sırtı ya da hayır’ın önde olduğu şeklinde. Bu tablo, devletin bütün kaynaklarının evet için seferber edildiği, hayırcıların darbeci, terörist, vatan haini ilan edildiği, televizyonlarda evet kampanyasının hayır’ın 10 katı süre aldığı, MHP’nin muhalefetten iktidar ortaklığına devşirildiği, CHP liderinin ‘Yenikapı mutabakatı sınırları’ dahilinde muhalefet yapabildiği, HDP’lilerin ise neredeyse tamamının hapiste olduğu bir OHAL düzeninde ortaya çıkıyorsa, hissedilen tedirginlik anlaşılabilir.
Burada aslında bir kısır döngü söz konusu. Çünkü yukarıda sıralanan olağanüstü eşitsiz şartlar olmasaydı, iktidar bu akıl almaz anayasa değişikliği paketini Meclis’e getirmeye dahi cesaret edemezdi. Bir topluma ‘demokrasiden çıkışı’ oylamayı dayatmak, ancak demokrasinin bilfiil askıya alındığı, korku ve ayrışmanın hakim olduğu sürekli bir kriz ortamında mümkün olabilirdi ki, o ortam bir süredir mevcut.
Buna rağmen, özellikle muhafazakâr ve milliyetçi kesimde hâlâ bazı tereddütlerin olduğu aşikar. MHP tabanında, Saray’ın müdahalesiyle koltuğunu korumuş genel başkanın çektiği ani ve keskin patinajdan memnun olmayan ve hayır’a yönelen önemli bir kesim mevcut. AKP seçmeni arasında da son yıllardaki savrulmalardan derin hayal kırıklığına uğramış olanların varlığını en son 7 Haziran 2015 seçimlerinde görmüştük.
Bir süredir korku ve tehdit söylemleriyle bir arada tutulan bu seçmen, en son 15 Temmuz sonrası Yenikapı’da yekvücut olmuştu. Yenikapı’yı takip eden dönemde ise, fanatik reisçileri bir yana koyarsak, hükümete yakın çevrelerde, yaşanan hukuksuzluklardan, içeride ve dışarıda izlenen kavgacı politikadan, yaratılan suni gerginliklerden rahatsızlık duyulduğuna dair işaretler yükseliyor. Dolayısıyla, eski kırgınlıklarının üzerine yenilerini ekleyen AKP seçmeninin 16 Nisan’da bir bütün olarak ‘15 Temmuz ruhuyla’ sandığa koşacağına kesin gözüyle bakmak doğru olmayabilir.
Bu da karşımıza, tıpkı 7 Haziran öncesinde olduğu gibi, muhafazakar ve milliyetçi seçmenin sandığa gitmeyerek, ya da gidip geçersiz veya hayır oyu vererek, iktidar blokunu yüzde 50’nin altına çekebileceği bir tablo çıkarıyor. Evet cephesindeki huzursuzluk da 7 Haziran öncesindeki havayı andırıyor. 2015’in fiilen iptal edilen ilk seçimini ve sonrasındaki yıkımı yaşamış bir toplum olarak, 16 Nisan arifesinde benzer bir durumla karşı karşıya olmak ne anlama geliyor? Bu soruyu, olası bir mağlubiyette iktidar cephesinin verebileceği tepkiler üzerinden düşünelim.
SANDIKTAN HAYIR ÇIKARSA…
1. Sonuç, sistem değişikliğine ve bunun için yürütülen politikalara kategorik bir tepki olarak algılanır. Başkanlık projesi rafa kalkar. Birleştirici söyleme geçilir. Erken seçim kararı alınır. MHP kongreye gider. Parlamenter düzenin güçlendirilmesi ve demokratikleştirilmesi için çalışılır.
Gelinen noktada, Erdoğan ve iktidar ortaklarının (buna Bahçeli de dahil) atılan en ufak bir geri adımın sonun başlangıcı olacağı inancıyla hareket ettiğini düşünürsek, bu ihtimalin yok denecek kadar az olduğunu söyleyebiliriz.
2. Daha yumuşak bir söylem ve yaklaşımla, yapıcı eleştiriler göz önüne alınarak, ve özellikle güçler ayrılığına dikkat edilerek, Türk tipi değil evrensel demokratik standartlarda bir başkanlık önerisi hazırlanır, Meclis’e getirilir.
Bu da pek gerçekçi bir senaryo değil, zira gerginliğin düştüğü bir ortamda siyasi partiler ve seçmenin önlerine temcit pilavı gibi konan başkanlık fikrine neden daha sıcak bakacağını kestirmek güç. Daha da önemlisi, bu tür demokratik bir düzenleme, Erdoğan’ın arzuladığı güçlü başkanlık sisteminin çok altında kalır, cumhurbaşkanı kendi eliyle elde ettiği iktidarı paylaşmaya yanaşmaz.
3. İktidar, sonucun iç ve dış mihrakların oyunu olduğunu, milli iradeyi yansıtmadığını iddia eder. OHAL genişleyerek devam eder, süreklilik kazanır. Baskı ortamı artar, çatışmalar yeniden hız kazanır. Topluma “tek kurtuluşun benim” mesajı verilir. Bir süre sonra, paket tekrar oylamaya sunulur ve geçirilir. Kısacası 2015 yılında yaşananlar tekrarlanır.
Yakın geçmişi göz önüne alınca en olası senaryo buymuş gibi görülebilir. Ancak bu sefer yeni bir faktörü hesaba katmamız gerekiyor: 7 Haziran’ın yaşanmışlığı... Nasıl aynı nehirde iki kere yıkanılamazsa, tıpatıp aynı süreçten iki kere geçmek de imkansızdır. Birincisinin tecrübesi, ikincisini de şekillendirecektir.
2015’İN ÖĞRETTİKLERİ
7 Haziran sonrası beklenmeyen bir yenilgiyle şaşkınlık ve karışıklık yaşamış ve buradan çıkmak için çok karanlık ve yıpratıcı bir yola sapmış AKP ve fiili liderinin, mutlak iktidara giden bu son ve en kritik virajda sonuçları daha sert olacak yeni bir yol kazasına uğramamak için ekstra önlemler alacağını tahmin etmek fazla gerçek dışı olmasa gerek.
Bu da birçok kişinin ürpererek düşündüğü ama seslendirmekten çekindiği bir soruyu akla getiriyor: Hukukun üstünlüğü ve demokratik kurumların bu denli çiğnendiği, şeffaflık ve adil rekabetten eser olmayan bir ortamda, adeta tüm dünya ve tarihle mahşeri bir hesaplaşma şeklinde sunulan bir seçim, gerçek bir seçim olabilir mi? Başka bir deyişle, 16 Nisan’da hayır’ın gerçekten kazanma şansı var mıdır? Bu kaygı, 1950’den bu yana yapılan her seçim sonucuna halkın ve siyasilerin azami saygı gösterdiği Türkiye’de son dönemde artan demokratik çürüme ve güven bunalımının ürünüdür ne yazık ki.
Hayır cephesi açısından bakıldığında bu kaygı iki farklı sonuç doğurma olasılığına sahip. Ya vaziyete dair ümitsizliği artırarak sandığa ilgiyi azaltır, ki bu bıçak sırtında bir seçimde sonucu belirleyecek bir fark yaratabilir. Ya da tam tersi, kitleleri daha büyük bir şevk ve sorumluluk duygusuyla mümkün olan en yüksek katılımı sağlamak adına sandığa yönlendirir.
Oyunu iktidarın belirlediği şartlarda oynamak zorunda bırakılan muhalefetin, bu son düzlükte ‘gerçekçi olup imkansızı istemesi’ ve bütün gücünü seçime katılımı arttırmaya yönlendirmesi gerekmektedir. Zira hayır oranları yükseldikçe arkasındaki iradeyi göz ardı etmek de bir o kadar zorlaşacaktır.
7 Haziran’ın bize verdiği bir ders daha var: Seçimin ertesi günü hayat ve siyaset tüm gerçekliğiyle devam edecek, rehavete kapılan dona kalacak. 16 Nisan gecesi ne mutlak bir yenilgi ne de mutlak bir zaferin gecesi olmalıdır. Sonuç ne olursa olsun, 17 Nisan’da Türkiye’de çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü için verilen mücadele daha da sert ve çetin bir ortamda sürdürülmeye devam edecektir.
* Graz Üniversitesi, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Merkezi, Yardımcı Doçent.