Suriye gösterip İran’a vurmak
Trump yönetiminin Suriye’ye füze saldırısı, Obama döneminde başlayan ve Sünni radikalizmi başlıca tehdit olarak görerek, İran’ı tolere eden politikanın değişmeye başladığının en önemli göstergesi olması açısından önem taşıyor.
İlhan Uzgel
Obama yönetiminin neredeyse sekiz yıl süren müdahalecilikten kaçınmaya dayalı politikasından sonra, Trump yönetimi şaşırtıcı bir geçiş yaparak Suriye’ye hava saldırısı düzenledi.
Saldırı, ABD iç politikasındaki dengeler, özellikle Rusya’ya yönelik dış politikası ve Ortadoğu’ya yaklaşımında yeni bir yönelime girmesinin göstergesi açısından bir kırılma noktasına işaret ediyor.
Hatırlanacağı gibi, Trump seçim kampanyası boyunca ABD siyasetinde güçlü bir akım olan “izolasyonist” ve “Önce Amerika” (America first) olarak tanımlanan bir siyaset anlayışını savundu. Trump ayrıca Putin’in liderlik tarzını överek Rusya ile yakınlaşmanın yollarını arıyordu.
Suriye’ye yönelik bu saldırı bir yandan Trump yönetimini hızla müdahaleci bir çizgiye çekerken, Rusya ile yakınlaşma siyasetinin sınırlarını da göstermiş oldu.
Politika değişikliği o kadar çabuk gelişti ki daha birkaç gün önce üst düzeyden dile getirdiği “Esad’ın geleceğine Suriye halkı karar verir” söyleminden, Esad gitmeli pozisyonuna geçiş yapıverdi.
OBAMA’NIN İRAN STRATEJİSİNDEN SURİYE’YE FÜZE SALDIRISINA
Trump yönetimi kendisini, bir önceki Obama yönetiminin anti-tezi olarak kurmayı özellikle söylem düzeyinde tercih etmişti. Bunun en somut görüldüğü alan Ortadoğu siyaseti oldu. Amerika’nın Ortadoğu politikasının son dönemdeki gelişimine bakıldığında, 2007’den itibaren, “Redirection” adı verilen bir dönüşümle ABD İran’ı baskı altına almaya ve ılımlı Sünni grup ve ülkelerle ittifakını güçlendiren bir yol izlemeye başlamıştı. Obama yönetimi 2009’dan itibaren bu politikayı sürdürdü ve İran’ı bir yandan ekonomik yaptırımlar aracılığıyla baskı altına alırken, Yeşil Hareket üzerinden muhalefeti destekleyerek rejimi zayıflatmaya çalıştı. 2013’e dek süren bu politika sonucunda İran ile nükleer kapasitesinin gelişimini kontrol altına almaya yönelik müzakereler başladı ama bu sefer de bölgede Sünni radikalizmin yükselişi sorunuyla karşılaştı. Obama yönetimi, İran’ın bölgedeki etkisini artırması karşısında önlem almaktan kaçınarak, Şii etkisinin yayılmasının Sünni radikalizmi dengeleyeceğini, bunun bir mezhep çatışmasına yol açarak ABD’nin doğrudan angaje olmadan bölge üzerindeki kontrolünü sürdürmesine yarayacağını düşündü. Bunun sonucunda İran bölgede etkisini artırırken, 2015’te İran ile ABD ve müttefikleri arasında nükleer anlaşma gerçekleşti.
Bu politika başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere, ABD’nin İsrail ile de ilişkilerinin gerilmesine yol açmış, bu ülkelerle Washington arasında kurulmuş olan güvenlik eksenli ittifak ilişkisini sarsmıştı.
Trump yönetiminin Suriye’ye füze saldırısı, Obama döneminde başlayan ve Sünni radikalizmi başlıca tehdit olarak görerek, İran’ı tolere eden politikanın değişmeye başladığının en önemli göstergesi olması açısından önem taşıyor.
TRUMP’IN EKSEN DEĞİŞİKLİĞİ
Aslında bu politika değişikliği bir süredir kendisini belli ediyordu. Bir taraftan Şubat ayında İran’a karşı yeni yaptırımlar uygulamaya konurken, Devrim Muhafızlarının terör örgütü ilan edilebileceğinin açıklanması, öte yandan Yemen’deki çatışmada kullanmak üzere Suudilerin istediği ama Obama yönetiminin vermediği yüksek teknolojili silahların satışına izin verildi ve Trump yoğun bir diplomasi trafiği içinde Ürdün Kralı, Suudi Kralı, İsrail başbakanı ve en son, Obama’nın görüşmediği Sisi’yi kabul etti.
ABD, Trump yönetimiyle birlikte eksen değiştirerek, bu kez İran’a karşı Sünni bloku ve bu blokun işbirliği yapmaktan çekinmediği İsrail’i güçlendirme siyasetini harekete geçiyordu. 23 Mart’ta Washington’da yapılan IŞİD karşıtı toplantıya da tahmin edileceği gibi İran ve Rusya dahil edilmeyerek, ABD’nin bu yeni dönemde kiminle çalışacağının sinyalleri veriliyordu. Suudi Kralıyla Ocak ayı sonunda yapılan telefon görüşmesinde Irak’taki İran etkisinin azaltılması konusunda uzlaşmaya varıldığı, bir süre sonra Suudi Dışişleri Bakanı’nın yaklaşık 30 yıl sonra Bağdat’ı ziyaret ettiği görülüyordu.
'RESET' SİYASETİNİN SONU
ABD’nin yalnızca öne çıkan Suriye’nin bombalanmasıyla değil, PYD’ye silah yardımının artması, Irak ve Suriye’deki askeri varlığını güçlendirmesi, artan diplomatik trafikle, kendisini soyutlamak bir yana Ortadoğu’ya daha fazla angaje olacağını, İran’ın etkisini sınırlandırmaya çalışacağı bir siyasete geçiş yaptığı görülüyor.
ABD’nin Ortadoğu politikasındaki bu değişim, aynı zamanda İran üzerinden Rusya ile ilişkilerinde de, Obama döneminde başlatılan ve Trump’ın derinleşerek sürdürmek istediği “Reset” yani sorunları sıfırlayarak yeni bir sayfa açma siyasetinin de sonuna gelindiğini gösteriyor.
ERDOĞAN TRUMP’A YAKLAŞMAYA ÇALIŞIYOR AMA…
Türkiye’nin bu siyasetin neresinde durduğuna bakarsak. Öncelikle Erdoğan’ın Trump ile yakınlaşmaya çalıştığı biliniyor. Ne var ki, Trump gerek Gülen’in iadesi gerekse İran’a yönelik yaptırımlarla ilişkili olan Zarraf’ın tutukluluğu konusunda herhangi bir yakınlaşma işareti vermedi. Hatta, Halk Bankası genel müdür yardımcısının da tutuklanması, PYD’ye silah ve eğitim yardımının artması, Trump’ın Erdoğan’la doğrudan görüşmeye yanaşmaması gibi aksi yönde gelişmeler yaşandı. Trump yönetiminin kendisine koyduğu bu mesafenin farkında olan Erdoğan ve AKP hükümeti, İran ve Rusya ile ilişkilerinin bozulması pahasına, bu yeni oluşmaya başlayan Sünni bloka katılmayı bir fırsat olarak gördü. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Ankara ziyaretinde Türkiye’nin “İran’ın bölgedeki yıkıcı potansiyelini azaltma hedefini paylaştığını” söylemesi Erdoğan’ın ABD’nin kurmaya başladığı bu yeni eksene katılma hevesini gösteriyordu. Zaten Suriye’ye yönelik operasyona ilk olumlu tepki Türkiye’den gelmekle kalmadı, Erdoğan daha fazlasını istedi. Bununla birlikte, Trump’ın İsrail’i kollayan yaklaşımı, Sisi ile arasını iyi tutması, PYD’ye desteği artırarak sürdürmesi gibi konularda hiç de Erdoğan’ın beklentilerini karşılayacak gibi görünmüyor.
İRAN ETKİSİ ZAYIFLAYACAK
Erdoğan’ın yakın geçmişte Davutoğlu’yla birlikte Esad’ı devirmek için ABD’yle ortak hareket edip, sonrasında Washington’un onu yarı yolda bırakmasından ders almayarak bir kez daha Suriye politikasında ABD’nin peşine takılması ilginç. Bu gelişme belki de bu kadar sorunlu bir dış politika içinde ayakta kalabilmek için başka seçeneğinin olmadığını gösteriyor.
Sonuçta, önümüzdeki dönemde, bölgede İran’ın etkisinin aşamalı olarak kırılarak Sünni siyasetin güçleneceği, İsrail’in elinin rahatlayacağı bir döneme girilecek. ABD’nin Rusya ile ilişkileri daha mesafeli seyrederken, hem IŞİD hem de Esad’ı hedef alan bir politikanın benimsenmesi en azından IŞİD’in temizlenmesi işinin uzamasına neden olacak.