Çanço baharı
Evet, bahar geldi Çanco’ya. Nan Da Jie insan kaynıyor gündüzün en ışıklı saatlerinde. Yan Ling yolu, metro inşaatına rağmen kıpır kıpır günün her vaktinde. Kırmızı Erik Parkı’nda ağaçlar gelinlik giymiş genç kızlar gibi dans ediyorlar tiril tiril.
Ali Rıza Arıcan
Çanco’ya bahar geldi; gökyüzü her zamankinden daha cömert, ağaçlar adı konulmamış çılgınlıklar peşinde, güneş önüne çıkan bulutları mağlup etmiş olmanın gururuyla göğsünü gere gere gülümsüyor müzmin evlatlarına. Diş ağrısı gibi geçmek bilmeyen uzun kış gecelerini, kükürt ve karbondioksit kokularının eşiklerde beklediği sabahları, tam kurumamış çamaşırların yarattığı o baygın kokuların çökerttiği ruh dünyalarını, elektrik kesintisi gibi bir anda üzerimize çullanan akşam karanlıklarını geride bıraktık. Ne uzak semtlerin ışıkları gibi bakıyor insanlar artık ne de kapı aralığından misafiri gözetleyen utangaç çocuklar gibi. Hayatın kendisini yineleyen gücü, çok bilinmeyenli o muhteşem denklem, en katı kurallarla bile dizginlenemeyen delişmenlik, bet sesli saksağanların seslerine karışan davetkâr kedilerin miyavlamaları, kış boyunca açık kalıp da cemrenin düşüşüyle kapanmaya başlayan umarsız cılk yaralar, ne idüğü belirsiz tıngırtıların insanın damarına aşıladığı fiyakalı heyecanlar, dedikodu kumkumalarından arta kalan serin ve taze fidanlar, sevilmekten yorulmaya hazır hale gelmiş genç âşıklar ve onların nadasa bırakılmış tül gibi ince yürekleri… Yağıyorlar üzerimize bulutsuzluk özleminin bir yanıtı olarak.
Evet, Çanco’ya da bahar geldi, tıpkı Çin’in daha soğuk bölgelerine geldiği gibi. Her görüşmede ilk defa karşılaşılıyormuşuz gibi tepki verdiğimiz –bu tepkiyi verme hakkına sahip olduğumuzu sandığımız- ve ister istemez bizlere “Bu güzelliği hak etmek için ne yaptım ben?” dedirten bir dilber gibi geçti kapımızın eşiğinden. İnsan, her şeyden önce önündeki ve ardındaki baharları saymalı. Kaç bahar gördüm bugüne kadar ve kaç bahar daha göreceğim? Öyle ya, insanın ölümlü bir varlık olduğuna en çok hayıflanacağı mevsimdir bahar. Doğanın silkinmesi, kendisine gelmesi, yol boyunca sağlı sollu dizilmiş dev iskeletleri andıran ağaçların yeşillenip tomurcuğa vurması, insanı mutsuz olmaya utandıracak harikaların gözün değdiği her yerde deli fışkınlar halinde boy atması ve var olma kusurlarımızın üzerlerini örtmesi. Budur bahar, dirilişten ziyade daha önce hiç başlamamış gibi başlamanın hakkını verebilmektir, çizginin berisine ayak ucunu bir kere daha değdirmektir. Beklemektir kimseler beklemiyorken, döngüye girmiş bir düzeneğin bozulup yeni döngüler arayışına çıkmasıdır. Çiçeklerin güneşin parlaklığına şaşırıp, yüzlerini hangi yöne döneceklerine bir türlü karar verememeleridir.
Evet, Çanco’ya da bahar geldi. Gelirmiş yani, öğrenmiş olduk. Kışın sevimsizliğinden kurtulmaktan şikâyet edemeyiz elbette ama, baharın bir tereddüt mevsimi olduğu kaçınılmaz bir gerçektir, özü varlığın önüne koyan acemi yaşam uzmanları için. Sokaklara, caddelere taşan bu kalabalıkların kafasında hep aynı soru işaretleri vardır. “Ya öğleden sonra hava serinlerse, ya akşama sert eserse rüzgâr, ya şu uzaktaki boz bulut yağmur getirirse gölge yerine…” Tereddüt dinç tutar zihni, bilinci alışkanlıklardan korur, tembellikler girmesin diye kapıda bekleyen muhafız olur. Kırık piyano tuşlarını andıran kaldırımlarda salına salına yürürken, arkadan sessiz katil gibi yaklaşan e-bisikletlerin varlığını unutmazsınız bu aylarda. Teninizi sabahları ısıran, öğlenleri yakan, akşamları ise acıtan havanın dilini anlar ve saygı duyarsınız doğanın sözünün eri oluşuna. Caddelerde yağ gibi akan araç ve insan seline bakar, parklarda koşuşturan çocukların cıvıltılarına kulak verir, bekçilerin ısrarlı –kimi zaman gülünç ve sıradan- düdüklerini ihmal eder ve en çok da küs haritalarının ağır ağır yok olmaya başladıklarını gözlemlerseniz. Bir balyoz gibi iner kışın kuyruğuna ağaçları süsleyen efsuni kokular, aydınlık bir gölge gibi ışıtır evlerin arka odalarına gulyabani gibi çöken yalnızlıkların üzerini, dirilişin bir adının da direnmek olduğunu anımsatırcasına hareketi tembihler ergen ve acemi zihinlere. Tepemizden süzülerek geçen bulutun gölgesi daha az sarsar içimizdeki o hassas dengeyi bu mevsimde. Hayat sunar kendisini, tıpkı bir tepside sunulan düğün hediyeleri gibi, geri çevrilmeyeceğini umarak.
Evet, bahar geldi Çanco’ya. Nan Da Jie insan kaynıyor gündüzün en ışıklı saatlerinde. Yan Ling yolu, metro inşaatına rağmen kıpır kıpır günün her vaktinde. Kırmızı Erik Parkı’nda ağaçlar gelinlik giymiş genç kızlar gibi dans ediyorlar tiril tiril. Parklar daha önce börtü böcük görmemiş çocukların avuçlarında daha hızlı yeşeriyor, daha çabuk dönüyor yüzünü insana. Çıplak ayakla çimlerin üzerinde yürüyen çocukların parmaklarının arasını gıdıklayan nemli otlardır bize müjdelenen, sevgilinin kirpiklerinin gölgesinden çıkıp ağaçların gövdelerine vurulmaktır belki de. “Doğa uysal değildir ama uysal görünmeyi sever. Bu yüzden sessizliği intikam planlarıyla doludur.” diyen küskün yazardır bahar, elindeki küçücük kurşun kalemle sarkacın en yavaş olduğu anda kentin ruhunu resmetmeye çalışan fiyakalı şairdir kimi zaman.
Bahar geldi ya Çanco’ya, kış istenmeyen misafir gibi bu derece bıktırmışken bizleri, nasıl olur da uyandırmaz tene değen güneşin ılık nefesi içimizdeki baygın közleri? Renk cümbüşlerinden insanların kahkahalarına; köpek havlamalarından arabaların sessiz kararsızlıklarına kadar sızacaktır havadaki değişim insanın bedenine. Dışarıdan içeriye giren cevher, içerinin dışarıya doğru açılmasına ön ayak olacaktır. Ayılacaktır kimi ölgün duygular meltemlerin ıslıklarıyla, uyarılıp ayaklanacaktır kimi arzular sirenlerin şarkılarına kanan gemiciler gibi. Ve düşecektir insan bahara; yolculuğa ve aşka düşer gibi. Öpüldükçe kapanan yaralar baharın mümkün kıldığı bahçelerde kuruyup, dökülecektir yeryüzünün uçsuz bucaksız zeminine.
Çanco’ya bahar hoş geldi, evet! Yeni başlangıçların sözünü vererek girdi kanımıza, ılıttı yüreğimizi. “Bu da böyle bir başlangıç olsun” dedi, kendisini ele vererek, kendi üzerine kapanarak. Ardından da ekledi, son sözü başkasına bırakmayacağını herkese kanıtlamak istercesine, “Gerisi gelecektir elbet!”