Kuşak ve yol ayrımında Türkiye
Türkiye'nin Batı'ya şantaj yapmak için adım adım yaklaştığı Çin, uzun erimde Batı'yı bile aratacak yaptırımlarla ülkeyi zor durumda bırakabilir.
Ali Rıza Arıcan
Çin’in öncülüğünü yaptığı Kuşak ve Yol Girişimi Toplantısı 60'ın üzerinde ülkenin katılımıyla geçen hafta sonu Pekin’de gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı toplantılar boyunca Kuşak ve Yol güzergâhındaki ülkeler arasında pek çok yeni anlaşma imzalandı. Ulaştığı ülkelere ve amaçladığı ekonomik gelişmelere bakılırsa Çin’in bu dev atılımının trilyonlarca dolarlık altyapı, ulaşım, liman ve enerji projelerine önayak olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Çin, bu atılımıyla, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden beri tek kutupluluğa terk edilmiş dünyada ABD’nin artık yalnız olmayacağını altını çizmekle kalmıyor, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelere yeni bir kalkınma modeli sunarak dünyaya “Çin usulü” bir strateji sunuyor.
Çin usulü demokrasi, Çin usulü modernizm, Çin usulü sosyalizm, Çin usulü kalkınma modeli gibi terimler bu topraklarda uzun süredir dile getirilen, özellikle de resmi medyada sürekli olarak desteklenen, mükerreren tanımları yapılan kavramlar. Batılı devletlerin türlü bahanelerle işgal edip sömürge haline getirdiği ülkeleri yoksulluğa, cehalete ve teknolojik anlamda geri kalmışlığa mahkûm etmesine karşılık olarak Çin, Kuşak ve Yol Girişimi’ne dâhil olmak isteyen ülkelere “Ticaretle birlikte büyüyelim. Herkes kazansın.” mesajını vermek için ciddi anlamda propaganda / reklam faaliyetleri yürütüyor. Çin’e göre ideolojik ve kültürel farklılıklar paranın kazanıldığı bir ortamda ikinci planda kalmaya mahkûmdur. Eğer para varsa; yani insanların karnı tok, keyifleri yerindeyse, ideolojik, dinsel ve kültürel farklılıklar ihmal edilebilecek düzleme çekilebilir, bu farklılıkla ülkeler ve halklar arası ilişkilerde uzun vadeli sorunlara neden olmaz.
Çin’in bu naif görüşü eleştirilebilir, hatta Çin’in naif değil de tam tersine sinsi olduğunu da iddia edebiliriz. Zaten Çin’in devasa boyutlardaki ekonomik yatırımlarına kuşkuyla yaklaşan azımsanmayacak bir zümre mevcut. Bu zümreye göre Çin’in tek derdi kendi ülkesini zenginleştirmektir ve ticareti kullanarak kuracağı sömürü imparatorluğunda kendisiyle iş yapan tüm ülkeleri ekonomik olarak kendisine bağlamaktır. Eğer bu teze inanırsak Çin’in de ABD’den farklı bir yol çizmeyeceğini, yoksulluğun ve cehaletin bir sömürü aracı olarak kullanılmaya devam edeceğini öngörebiliriz. Ayrıca Çin’le ticaret yapan ülkelerin hemen hepsi ciddi bir cari açık kriziyle yüzleşmektedir. Örneğin Türkiye’nin Çin’e verdiği cari açık 2000 yılından beri hızla artmaktadır. TUİK verilerine göre, 2016 yılına geldiğimizde ticari dengesizlik 1’e 11 düzeyindedir. Yani Çin bizden aldığı her 1 TL’lik mal için bize 11 TL’lik mal satmaktadır. Bu aşırı dengesizlik durumu aynı zamanda Türkiye’nin toplam cari açığının yüzde 41’ine denk gelmektedir. Önümüzdeki yıllar için de bu dengesizliği azaltacak mahiyette somut adımlar atılmadığı için mevcut 1:11 oranının ileride aleyhimize değişeceğini öngörebiliriz. Benzeri bir durum Türkiye gibi gelişmekte olan pek çok ülkede gözlemlendiğine göre “Sinsi Çin” iddiasını azımsamamak iyi bir fikir olabilir.
Bunun yanında şimdiye kadar yapılan yatırımlara –özellikle Afrika’da- bakılınca Çin’in sinsi değil de naif olduğuna dair elimizde daha fazla kanıt olduğunu iddia edebiliriz. Çin, birlikte çalıştığı ülkelerin içişlerine karışmadan, milyarlarca dolarlık projeleri bitireceğini zannediyorsa ya bu ülkelerin de uzun erimde Çin’dekine benzer bir yönetim sistemine geçmesini arzuluyordur (istikrar için uzun süreli tek otorite, daha az ifade özgürlüğü, daha çok kontrol) ya da anlaştığı ülkenin yönetimini karşılıklı iyi niyet ilişkileriyle etkileyebileceğini. Örneğin, yapılan grevlerin haberlerinin hiçbir yayın kuruluşunda yer almadığı bir ülkede tabii ki grevler büyümez, işçiler seslerini duyuramazlar. Bireyler kendi geleceklerini ülkelerinin geleceği için feda etmekteki feyzi överek yaşarlar. Peki Çin, büyük bir demir yolu projesini aldığı herhangi bir ülkede, kendi ülkesinde uyguladığı sansür politikasını uygulayabilecek mi? İnşaat sırasında gerçekleşen bir kazayı ört bas etmeyi –haberi verse bile haberin sosyal medyada yayılmasını engelleyebilir- becerebilecek mi? Sosyal medyadaki kızgın söylemleri engelleyebilecek mi? Örnekler çoğaltılabilir ama sömüren-sömürülen dengesizliğinde ortaya çıkacak olan sonuç pek değişmez. Çin, dünyanın diğer ülkelerindeki halkların da Çinliler gibi olacaklarını hayal ediyor olsa da bu hayalin gerçekliği yansıtmayacağını kendileri de biliyor olmalıdır. Baktı işler istediği gibi gitmiyor, o güne kadar harcanan paralar heba olmasın diyen Çin’in, başını ağrıtan ülkeye askeri müdahalede bulunmayacağını garanti edebilir miyiz? Nasıl ki ABD ve müttefiki olan Avrupa ülkeleri; ekonomik, siyasi ve askeri otoritelerini kapitalizmden caymak isteyen (Vietnam) ya da kendileriyle iş yapmak istemeyen (Libya) ülkeler üzerinde kurmakta son birkaç yüzyıldır ellerinden geleni yapıyorlar; zamanı geldiğinde Çin de, ticaret ve barış yolu kapandığında –ekonomik zarar başlayınca bu yollara kapanmış sayılır- askeri ve siyasi gücünü kullanmaya başlayacaktır.
İşin Türkiye’yi ilgilendiren kısmı da tam bu noktada ilginçleşiyor. Türkiye’nin Batı'ya şantaj yapmak için adım adım yaklaştığı Çin, uzun erimde Batı'yı bile aratacak yaptırımlarla ülkeyi zor durumda bırakabilir. Kuşak ve Yol Girişimi’nin bir parçası olan Kars-Edirne Hızlı Tren Hattı büyük bir olasılıkla Çin’e verilecek ve belki bir ya da daha fazla nükleer santralin inşaatı projesi de. İnsan hakları ihlallerine karışmayan, hapishanedeki gazetecilerden ve yazarlardan dolayı sesini çıkarmayan, Wikipedia sansürüne tek kelime etmeyen bir Çin tabii ki mevcut hükümetin hoşuna gidecek ve şimdilik baş tacı edilecektir. Kısa erimde her iki tarafa da yarar sağlayan bu yakınlaşma; eğer Türkiye ile Çin arasındaki ticari denge Türkiye lehine düzelmezse, uzun erimde Türkiye’nin başını ciddi anlamda ağrıtacaktır.