Jeremy Corbyn: Azınlık için değil çoğunluk için
Bazen iktidara gelmeden de büyük zaferler kazanırsınız. İşte Corbyn ve halkçı manifestosu bunu yaptı: İngiliz halkının etrafında birleştiği sosyalist bir idea yarattı. İngiliz halkının hayattan beklentilerini yansıtan bir parti manifestosu hazırladı. Manifestonun ana sloganı ise hazırdı: “Azınlık için değil çoğunluk için.”
Ali Rıza Taşkale
Aslında her şey nasıl da ilginç başlamıştı: 2015’te yapılan ve Muhafazakârlar’ın (Tory) zaferiyle sonuçlanan seçimden sonra, dönemin İşçi Partisi lideri Ed Miliband istifa etmiş ve ardından ortaya çıkan süreçte üç aday İşçi Partisi’nin yeni lideri olmak için sıraya girmişti. Jeremy Corbyn ise aday olmak için gerekli 35 milletvekilinin imzasını son gün toplayıp, başvuru saatinin bitmesine sadece iki dakika kala parti içinde bazı milletvekillerinin “en azından bir yarış görelim” deyip imzalarını vermeleriyle yarışa dahil olmuştu. İşçi Partisi’ni neoliberalizme teslim eden Tony Blaircı ve düzen yanlısı diğer üç adayla karşılaştırıldığında temel bir fark dikkati çekiyordu: Jeremy Corbyn bir sosyalistti.
Bu nedenledir ki Corbyn, İşçi Partisi liderlik yarışında sürekli küçümsendi, kıyafetleri ve sakalıyla alay edildi, sosyalist duruşu ve halkçı söylemiyle dalga geçilip “seçilemez” olduğu iddia edildi. Ancak Corbyn’in adaylığı ve yürüttüğü kampanya farkını hemen hissettirdi: Partiyi sosyalist kökenlerine döndürme sözü veren Corbyn’in toplantıları dolup taşmaya, ona olan ilgi artmaya başladı. Tony Blair’ın, Gordon Brown’ın ve bilumum sağcı ve neoliberalin statükoya teslim ettiği İşçi Partisi, adeta küllerinden yeniden doğuyordu. Düzence esir alınmış, neoliberal ve teknokrat uzlaşıya yenik düşmüş, uyuşuklaşmış İşçi Partisi’ne canlılık ve enerji getirmeyi başarmıştı Corbyn. Bunun seçime yansıması kaçınılmazdı.
Örgütçü Corbyn parti tabanını sosyalist ilkeler temelinde dalga dalga çoğalan bir enerji ve dayanışma duygusuyla harekete geçirerek yarışı yüzde 60’a yakın bir oyla kazandı. Bu muazzam zafer, neoliberal kapitalizmin ana yurdu olarak görülen İngiltere’de verili düzeni sarsmakla kalmadı, onda adeta travma etkisi yarattı. Corbyn’in başarısı yürüttüğü seçim kampanyasının işçiler, öğrenciler, yaşlılar, kadınlar; kısaca toplumun ezilen bütün kesimleri tarafından son derece zamanlı ve sahici bulunmasıyla yakından bağlantılıydı. Zira İngiliz halkı yedi sene boyunca uygulanan ve kendilerini sürekli yoksullaştıran/yoksunlaştıran kemer-sıkma politikalarından bıkmıştı.
Fakat Corbyn’e yöneltilen “seçilemez” eleştirisi bitmek bilmiyordu. Partinin başına geçmesine rağmen Blaircı sağ-neoliberal kanadın Corbyn nefreti sürüyordu. Bu nedenle onu liderlikten indirmek için her yol deneniyordu. Buna parti içi darbe de dahildi. Corbyn hakkındaki güvensizlik önergesine 172 milletvekili destek verdi. Ancak Corbyn cesur bir sosyalist ve militan bir milletvekiliydi, yine yılmadı. İşçi Partisi liderliği için yapılan ikinci yarışta oyların yüzde 61.8’ini alarak yeniden başkan seçildi. Hayatını dünyanın her yerindeki ırkçı, faşist, baskıcı rejimlere, ayrımcılığa ve savaşlara karşı mücadeleye adayan Corbyn için dayanışma ve direniş vazgeçilmez kavramlardı.
Corbyn’e karşı parti içindeki sağ ve neoliberal rahatsızlığı fırsat bilen muhafazakâr Başkaban Theresa May, aniden erken seçim kararı aldı. Bu kararın nedeni açıktı: Corbyn’in sözüm ona güçsüzlüğünü fırsata çevirmek, kamuoyu yoklamalarının Muhafazakâr Parti lehine gösterdiği 20-25 puanlık farkın kendisine seçim kazandıracağını düşünmek. Ancak Corbyn yine pes etmedi. Muhafazakârlar’ın baskın erken seçim kararını lehine çevirmek için tekrar sıkı bir mücadeleye girişti. Bunun için ilk adım olarak da neoliberal kemer-sıkma politikalarından bıkan İngiliz halkının hayattan beklentilerini yansıtan bir parti manifestosu hazırladı. Manifestonun ana sloganı ise hazırdı: “Azınlık için değil çoğunluk için.” (For the many, not the few.)
Sağcı basın tarafından “terörist-sevici”, “moron sosyalist” olarak nitelenen Corbyn’in manifestosu, merkezine sınıf savaşını koymuştu. Özelleştirmenin tersine çevrildiği, bütçesi artan güçlü ve istikrarlı bir Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) öneriyordu; okullara daha fazla yatırım yapılmasını savunuyordu; öğrenci harçlarını kaldırarak eğitimin parasız olmasını öngörüyordu; güvencesizliği artıran sıfır saat sözleşmelerinin son bulacağını, demiryolları, su, enerji ve posta hizmetlerinin yalnızca patronlar ve zenginler lehine değil herkesin yararına olacağını garanti ederek kamulaştırılacağını vaat ediyordu; zenginlerin daha fazla vergi ödemesini ve bankaların kontrol edilmesini savunuyordu. Kısaca sosyalist manifesto İngiliz halkına insanca bakım, eğitim ve sağlık hizmetleri sunmayı vaat ediyordu. Bundan dolayıdır ki, halkta karşılığını buldu.
Corbyn’e olan ilgi artmaya, manifesto büyük ilgi görmeye başladı. Özellikle gelecekten umudunu kesen ve oy vermeyen gençler için Corbyn bir kahramana dönüştü. Bu ilgi seçim kampanyasını daha da canlı hale getirdi. Corbyn’in açık hava toplantıları binlerce insanın katıldığı büyük seçim mitinglerine dönüşmüştü. Sosyalist manifestonun yarattığı büyük ilginin de yardımıyla Corbyn, muazzam bir kampanya yürüterek yoluna emin adımlarla devam ediyordu. İşçi Partisi’ni toplumsal bir harekete dönüştürerek, İngiliz işçi sınıfına yeniden hitap etmeyi başaran manifesto ile aslında Corbyn, İngiliz siyasetinin kurallarını kökten değiştirdi. Hayatında hiçbir şey için savaşmak zorunda kalmayan ve seçmenle teması kaybeden Theresa May’in aksine Corbyn, enerjik ve halkçı bir dille kitleleri peşine takmayı başarmıştı. Çok değil daha bir ay önce söyledikleriyle, kişiliğiyle dalga geçilen Corbyn, İngiliz siyasetinin bir gerçeği haline gelmişti. O artık güçlü bir Başbakan adayıydı. Akıntıya karşı duran Corbyn, sosyalist inanç ve iradenin neler başarabileceğini bütün İngilizlere ispatlamıştı.
Bu rüzgarı arkasına alan İşçi Partisi, 8 Haziran’daki seçimde yüzde 40 oy aldı. Tony Blair’ın 2005’te yüzde 35, Gordon Brown’ın 2010’da yüzde 29, Ed Miliband’ın 2015’te yüzde 30 ay aldığını düşünürsek, Corbyn’in elde ettiği başarının ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılır belki. Özetle Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi, 1945’te Clement Atlee’den beri en büyük oy artışını sağladı. İlk verilere göre, gençlerin seçime katılım oranı 2015’te yüzde 43 iken, 8 Haziran’da bu oran yüzde 72’ye çıktı. İnsanlara oy vermek için bir neden sunduğunuzda size oy verirler. Corbyn tam da bunu yaptı: Sosyalizm etrafında bir kampanya örgütleyerek İngiliz halkına bir gelecek sundu.
Peki, bundan sonra ne olur? Bunu öngörmek hem zor hem de kolay. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Corbyn’le canlı yayında tartışmaktan hep kaçan sığ ve korkak Başbakan Theresa May’in erken seçim kararı elinde patladı ve May, bir anlamda, İngiliz siyasetinden silindi; İşçi Partisi’ne uzun yıllardır hâkim olan Blaircı neoliberalizm yenildi; Corbyn İngiliz halkı tarafından iyiden iyiye benimsendi. Dahası, bu saatten sonra neoliberal kemer-sıkma politikalarının İngiltere’de uygulanmasının, neredeyse imkânsız olduğu ortaya çıktı.
Bazen iktidara gelmeden de büyük zaferler kazanırsınız. İşte Corbyn ve halkçı manifestosu bunu yaptı: İngiliz halkının etrafında birleştiği sosyalist bir idea yarattı. Kitlesel sokak eylemini İngiliz siyasetine geri getiren, işçi sınıfını ve genç seçmeni devrimci, eşitlikçi ve sosyalist dürtülerle mobilize eden Corbyn’in yaktığı dayanışma ışığının bundan sonra kolay kolay söndürülemeyeceği açık. Olası bir erken seçimde, Corbyn’in İşçi Partisi’ni iktidara taşıması artık gerçek bir olasılıktır.
Corbyn bize en azından şunu öğretmiş olmalı: Bir ideanın benimsenebilir olup olmadığını gerçekten öğrenmenin tek yolu, o idea uğruna savaşmaktır. Denenmemiş olan başarıya ulaşamaz. Neoliberalizmin sınırlarının dışında düşünenlerin deli, aptal, terörist olarak damgalandığı bu çığırından çıkmış çağda Corbyn, aslında ezilenlerin hiç de sanıldığı kadar azınlıkta olmadığını gösterdi. Corbyn, seçim bölgesi olan Islington’da yaptığı son kampanya konuşmasında İngiliz şair Percy Bysshe Shelley’nin "Anarşinin Maskesi" şiirinin son bölümünü okumuştu. O bölüm şöyle bitiyordu: “Yapabilirsin, çünkü sen halksın, çoksun. Biz çoğunluğuz onlar azınlık.”