Popülizm tartışmaları: Bir liberal kuyuya taş atmış...
Bugün hakim olan popülizm literatürünün başlangıcı 1940'lı yıllara dayanır, 1960'lı yıllarda bir ölçüde alevlenir ama asıl altın çağını sosyalizmin çöküşünden sonra yaşamaya başlar. Akademik tabanı Amerikan sosyolojisi, düşünsel/siyasal tabanı da liberalizmdir. Bu popülizm literatürünün binlerce sayfa içinden bize söylediği en önemli/en merkezi tez şudur: "Liberal demokrasi tek ve vazgeçilmez seçenektir. Bu seçenekten her sapma marazi ve hastalıklı bir duruma işaret etmektedir."
Mahmut Üstün
Popülizm akademide son dönemlerin en rağbette tartışma konularından biri. Medya ve siyaset dünyasında da pek popüler bir kavram. Çok değişik bağlam ve anlamlarda çok sık kullanılan popülizm kavramının müşterisi de pek bol...
Bir anlamda tanrısal bir özelliğe sahip. Hem her yerde hem hiçbir yerde... Hem her şey hem de hiçbir şey...
Faşist hareketleri de, dinci hareketleri de, sol/sosyalist hareketleri de, devrimci ve karşı devrimci hareketleri de ve hatta sol ve/ya muhafazakar liberal hareketleri de içine alabilen, aynı kefe içinde tanımlayabilen, mezhebi çok geniş, hatta sınırsız bir kavram. Öyle ki her akımı tanımlayabilen bu kavramın hangi politik akımı tanımlayamadığını, dışarıda bıraktığını bulmak olanaksız. Bu konuda yazılmış kitap/makale vb.'den çıkarabildiğimize göre yalnızca pür/rafine liberal düşünce popülizmden muaf... Ama bu düşünceninse zaten siyaseten bir karşılığı olmadı hiç. Liberalizm siyaset dünyasında ancak önü ya da arkasına "sol" ve/ya "muhafazakarlık" takısını alarak varlık kazanabildi... Bu özellikler liberalizmi de popülizme bulaştırdığına göre, popülizmin alanı dışında hiçbir reel politik akım kalmıyor.
Bu tablo popülizmin kavramsal değerini ve açıklama gücünü/sınırını da ortaya koymaktadır. Politik alandaki tüm akımları kapsama ve açıklama iddiasındaki bir kavram gerçekte bize hiçbir şey açıklamıyor demektir. Dolayısıyla bu mana da kavramsal bir değere de sahip değildir. Ama bütün politik akımlara ilişkin yine de bir gerçekliğe işaret etmekteyse, ki etmektedir, o zaman bu kavram bize tek tek politik akımlarla ilgili değil ama genel anlamda politikaya/politik söyleme dair bir şeyi anlatmakta demektir. Bütün politik akımlar eni sonu kendilerini halklaştırmak ister ve nedenle de söylemlerini halkçılaştırmak durumundadırlar. Devasa popülizm tartışmaları içinden bize tek elle tutulur sonuç olarak bu küçük ve sıradan bilgi kalmaktadır. Popülizm tartışmalarının dev ana gövdesi ise açıklama/aydınlatma içerikli değil, aksine muğlaklaştırma/karartma içerikli ve hatta dahası bu amaçlıdır.
BİR SİYASAL AKIM VE TAVIR OLARAK POPÜLİZM...
Tarihte popülizm/halkçılık olarak tanımlanan bir siyasal akım, bir politik duruş/tavır vardır. Bu akımın kökleri Fransa, ABD ve Çarlık Rusya'sına dayanır. 19'uncu yy'nin sonu ve 20 yy. başlarında "altın çağını" yaşayan bu akım kapitalizmin yaygınlık kazanması ölçüsünde zayıflasa da, başta Latin Amerika olmak üzere hâlâ güçlü olduğu bölgeler de mevcuttur.
"Halkçılık esas itibariyle bir ara dönem (geçiş dönemi) ve bir ara sınıf (işçi sınıfı ve burjuvazi arasında yer alan) akımıdır. Etkili oldukları dönemler ve ülkeler feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin ciddi sancılar yarattığı ve/ya politik bir işçi hareketin şekillenmediği ya da hegemonya kuracak güce sahip olamadığı dönemler/ülkelerdir. Halkçı akımı karakterize eden temel özellikleri şu şekilde sıralamak mümkün: Teorik olarak içerisindeki sınıfsal ayrım ve çelişkileri önemsizleştirerek tüm halkın eşit derecede temsilciliği iddiasındadır. Fakat pratikte ilk başlarda belirgin biçimde bir köylü hareketi daha sonra da kent yoksulları ve kentsel ara sınıfların (modern küçük ve orta burjuvazi) temsilcisi olarak görürüz biz halkçılığı...İşçi sınıfı da temsil iddiası alanına girer halkçılığın... Ama Marksizm'den farklı olarak "halkçılık"ta işçi sınıfının özel ve öncelikli yeri yoktur. Önemi halkın bir parçası olmasından ibarettir.
Halkçı akımın "ötekisi" ise temel olarak emperyalizm ve/ya feodalizmdir. Buna bazı durumlarda burjuvazinin bir bölümü de (işbirlikçi/komprador vb.) eklenir. Siyasal ütopyası "bağımsızlık" ve "köylülüğün/kent yoksullarının" varlığı ve değerleri üzerinde yükselen-çatışmasız, durağan bir eşitlikçi ve organik toplumdur. Bu anlamda kapitalizm ve sosyalizm arasındaki ütopik/hayali bir "üçüncü alan"da konumlandırır kendini." (Halkçılık Bir Seçenek Olabilir mi?)
Popülizm geriye dönük referansları da olsa esasen ilerlemeci ve modernleşmecidir.Devlet ve itaat merkezli bir düşünce değil halkçı ve demokratik bir harekettir. Temsili demokrasi yerine doğrudan/katılımcı halk demokrasisini öngörür. Karizmatik liderlere sahip olsa da lider kültüne dayandığı söylenemez. Örgüt yerine hareket olmayı yeğler. Aydınlara eleştirel yaklaşsa da "aydın ve aydınlanma" düşmanı değildir. Bilakis aydınlara halka gitme çağrısı yaparken aydınların halktan ve halkın aydınlardan öğrenme ihtiyacına işaret eder. Halkın özsel değerlerini önemser ama halkın verili halini kutsamaz. Yine tam aksine halkın verili hali ile özsel değerleri arasındaki çelişkiye dikkat çeker.
Tarihte popülizm diye bir düşünce ve siyaset biçimi vardır ve budur.
PEKİ YA BUGÜN EGEMEN OLAN POPÜLİZM LİTERATÜRÜ VE TARTIŞMALARI...
Bugün hakim olan popülizm literatürünün ise başlangıcı 1940'lı yıllara dayanır, 1960'lı yıllarda bir ölçüde alevlenir ama asıl altın çağını sosyalizmin çöküşünden sonra yaşamaya başlar. Akademik tabanı Amerikan sosyolojisi, düşünsel/siyasal tabanı da liberalizmdir.
Bu popülizm literatürünün binlerce sayfa içinden bize söylediği en önemli/en merkezi tez şudur: "liberal demokrasi tek ve vazgeçilmez seçenektir. Bu seçenekten her sapma marazi ve hastalıklı bir duruma işaret etmektedir." İşte popülizm bu hastalıklı ve marazi durumun genel adıdır. Bu çerçevede derece ve tehdit düzeyleri farklı farklı faşist/dinci/muhafazakar sağ popülizmler ve sosyalist/sol liberal/sosyal demokrat sol popülizmler vardır. Avusturya'daki faşist parti de, ABD'deki Trump da, Yunanistan'daki Syriza, İspanya'daki Podemos, İngiliz İşçi Partisi'ndeki sol kanat vb. de aynı popülizm tanımı altında toplanırlar. Zira bir biçimde liberal ekonomi ve demokrasi ekseninden sapmadırlar. Ama kimi tek adam rejimi önererek, kimisi katılımcı/doğrudan demokrasiden dem vurarak, kimisi geçmişe referans vererek kimisi geleceğe yönelik ütopyalara çağrı yaparak, kimisi halka irrasyonel ekonomik vaatlerde bulunarak (liberal ekonominin fıtratına aykırı diye okuyun)... Tüm bunlar ikincil ve belirleyici olmayan farklardır. Olsa olsa popülizmin sol, sağ, dinci, faşist vb. varyantlarıdır. Asıl önemli ve belirleyici olan liberal ekonomi ve siyasetin alanının dışına doğru olan ortak harekettir. Hareketin yönünün ve iddialarının bir önemi yoktur. Zira nihayetinde hepsinin belirleyici özelliği tek rasyonel ve demokratik seçenek olan liberal eksenden uzaklaşma eğilimine/pratiğine sahip olmalarıdır.
SAĞI ANLADIK DA SOLA NE OLUYOR?
Bu literatür açık biçimde insanlığı liberal seçeneğe mahkum kılmakta, örtülü bir "tarihin sonu" anlayışına dayanmaktadır. İdeolojik dozu çok yüksek, emekçi karşıtı, yanı sıra da bilimsel/akademik içeriği çok zayıf bir literatürdür. Zira bu literatüre katkı sunan herkes tartışmaya adeta kural olarak "popülizmin sınırları ve ölçütleri çok muğlak, birbiriyle çelişen çok fazla faktöre birlikte yaslanan tırnak içi bir kavram" olduğu saptamasıyla başlamakta, kendi cephesinden bir rafineleştirmeye yönelmekte ve/fakat ortaya bu kez bambaşka bir popülizm tanımı çıkmaktadır.
Ancak kapitalizmin varlık zemininde nefes alabilen "sağ"ın bu literatüre değer vermesi siyaseten çok anlaşılır bir durumdur.
Ya sola ne olmaktadır? Liberalizmi kutsayan, sağ ve sol ayrımını muğlaklaştıran, faşizm ile devrimciliği eşitleyen bu popülizm literatürü, nasıl olmuştur da sol düşünce dünyasına da yaygın biçimde sızmıştır. Bunda popülizm kavramının kolaycı yanından kaynaklanan bir çekiciliğinin olduğu kadar son otuz yılda yaşanan liberal hegemonyanın da belirleyici etkisi olduğu tartışılmazdır. Sol adına kalem oynatan pek çok "genç" akademisyen ve yazarın olur olmaz her yerde olumsuz bir anlam yükleyerek "popülist siyaset"ten söz etmesi, AKP'yi ve dahası dünyadaki özellikle de faşist veya otoriter yönlü siyasal gelişmeleri popülizm kavramı temelinde çözümlemeye çalışmaları, en iyi örneklerin bile "popülizm her durumda kötü değildir; demokrasiyi derinleştirecek potansiyelleri de içinde taşır" dan öteye gidememesi, sol düşünce açısından düşünsel anlamda vahim bir bulaşıklık, eksen yitimi; pratik politik anlamda ise çok tehlikeli bir yön kaybıdır.
İleride de bu konuya bu noktadan devam edeceğiz.
Ama şimdilik altını çizerek bitirelim.
"Halk" kavramına değil "cemaat" ve/ya "millet" kavramına yaslanan, geçmişi ya da verili durumu temel referans alan "sağ" ile "popülizm"in tanımı gereği bir araya getirilmesi olanaksızdır.
Eleştiriler saklı kalmak üzere siyasal bir düşünce, eylem ve akım olarak popülizm (ilerlemeci, modernleşmeci, yabancı düşmanlığından uzak bir yurtseverliğe dayanan, hiyerarşik yapılanmalarla, yöneten/yönetilen ilişkisiyle arası nahoş, doğrudan demokrasi tutkunu, ötekisi ülkeyi işgal eden dışsal güçlerle içeride halkı ezen oligarşik iktidarlardan ibaret olan) iyi ve devrimci bir şeydir.