Hemoglobin 5,1
Misafirlerimizden biri olarak geldi o da, bizler daha yeni uyanmış ve alana geçerken oldu 10:04. O da oradaydı ve katliamı yaşadı. Sonrasında ölümle tanıştı, bir yıl uyudu aynı yatakta Numune’nin yoğun bakımında, ölüme “hadi git sen” dedi ve aramıza geri katıldı yeniden.
Tanju Gündüzalp
“Bu coğrafyada savaşa doyduk.
Barış istememiz lazım, buralara barış gelmesi lazım.
Bu kadar gözyaşı yeter, çocukların dışarda rahatça oynaması lazım.”
(Cihan Andıç)
Bir bayramsa Barış Mitingi, o da o bayram için buradaydı. Hepimizin barış isteğinde o da bir ses idi. “Ölenlerden daha değerli değilim” diyerek geldi 10 Ekim 2015’te, Diyarbakır’dan Ankara Garı’na, Barış Mitingi'ne.
Haziran seçiminden çıkmış ve koşa koşa bir savaşın içine doğru sürüklenmeye doğru gidiyorduk ülkece. Buna karşı duranların, barışı isteyenlerin mitingiydi Ankara Garı’ndan başlayacak olan Barış Mitingi.
Misafirlerimizden biri olarak geldi o da, bizler daha yeni uyanmış ve alana geçerken oldu 10:04. O da oradaydı ve katliamı yaşadı. Sonrasında ölümle tanıştı, bir yıl uyudu aynı yatakta Numune’nin yoğun bakımında, ölüme “hadi git sen” dedi ve aramıza geri katıldı yeniden.
Doktorlar da, belki bizler de, aslında beklemedik yaşama tutunabileceğini. Ama bilmediğimiz bir şey vardı, bir dayanışma nasıl yaşanır bilmiyorduk, deneyimlememiştik. Yıkım bayrama nasıl çevrilir bunu izledik, izlemeye de devam ediyoruz.
Anlatılması çok zor bir mücadelenin, tanışık olmadığımız bir dayanışmanın, yenilgi nedir bilmeyen ve sevgi nedir çok iyi bilen dünya iyisi bir kadının ve babanın, annenin, tüm kardeşlerin ve Ankara’da o aileyle yan yana duranların gücünü kavrayamadık. Bize gösterdiler bayramı, ‘bayram nasıl yaşanmalıdır’ı. Şu an fizik tedavisine devam ediyor ve bu bir bayram, onun iyileşme sürecindeki minicik her bir pozitif kırıntı dahi, bir bayram.
Hayat akıyor, basitleştiremeyip iyice karmaşıklaştırdığımız
yaşamlarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.
Mutsuzuz ya da her yerde mutluluğu, umudu veya gülümsemeyi arıyoruz,
bazen buluyor bazen de bulamıyoruz sürdürülebilir bir mutluluğu,
daha da yoruyoruz bünyelerimizi.
Aramaya devam edelim biz iyi olmayı, mutluluğu; yanı başımızda 10 Ekim saldırısını yaşamış, nice (çeşitli büyüklüklerde 20'den fazla) ameliyat geçirmiş, doktorların hiç umut üretmediği, gözünü dahi kıpırdatmadan bir yıla yakın süre hastanede yatmış, “belleği geri yerine gelmeyecek” denmiş, Azrail denen halta "hayır" diyerek geri gelmiş, yaşama tutunmanın masalını yazmış, umudu öykü haline getirmiş bir insan, bir dost, ismi geçen.
Tekel İşçileri Direnişi'nden, 10 Ekim sonrası Numune Hastanesi'nin bahçesine, oradan Yüksel’de Nuriye, Semih, Acun ve Veli’nin OHAL’in sonuçlarına direnişine, bu kentin bir dayanışma tarihi oluşuyor, bunu da unutmamalıyız.
Tıbba ya da yaşadığımız günlere bünyemizle nasıl yaklaştığımızı düşündürtüyor bu yaşam mücadelesinin bize bıraktığı tortu. Gülümsemelerimizin, yaşama tutunmalarımızın nasıl hücrelerimize de enerji verdiğini. Hücrelerimizde, bu birlikteliklerin, dayanışagelmelerin, yan yanalıkların ve omuzdaşmaların enerjisi ile yaşama kaldığımız yerden daha güçlü devam edeceğimizin anlatısı akıyor.
Hemoglobin 5,1 seviyeden (normali; kadınlarda 12,1 ile 15,1 gm/dL, erkeklerde 13,8 ile 17,2 gm/dL), 20'yi geçkin ameliyattan, bir yıl kesintisiz yoğun bakımdan, bugün geri dönebilmek yaşama. Bayramın dil bilgisi tanımı bu olsa gerek. Ne devlet ne iktidar ne de katliam, bu iyimser olmayan umudu yok edemiyor.
alt not:
“…bu dehşet verici hengame salt insan doğasına atfedilecekse, durumumuzun nasıl olup da iyiye gidebileceğini anlamak güçtür. Her halükarda, bunun insan doğasıyla ilgili bir mesele olduğu ortadadır. İnsanlar böyle davranabiliyorsa, demek ki bu, doğalarından kaynaklanmaktadır ve bu gerçekten kötü haberdir. İyi haberse, bu doğanın hiçbir surette sınırlandırılmamış olmasıdır. Zira tarihsel koşullarca, yani bugüne kadar büyük ölçüde lehimize işlememiş olan tarihsel koşullarca şekillendirilen bir doğadır bu. Politika insanlık tarihi boyunca ekseriyetle şiddetli ve yoz bir seyir izlemiştir. Erdemse, serpilip geliştiği yerlerde genellikle kişilerle ve belli bir azınlıkla sınırlı kalmıştır…”
(İyimser Olmayan Umut, s. 181, Terry Eagleton, Ayrıntı)