Vida çiviye: Dön biraz dön
Kıvır birader kıvır, hani harekette bereket vardı, durma öyle kazık gibi dimdik, dön arkadaşım dön, ne demek ‘ben dönmezem’, öyle dersen yolarlar saçlarını tependen. Ne inatsınız anacım, bakın devir değişti, aşk olsun ya, hiç anlayış yok sizde, bak bizi de zorda bırakıyorsunuz, ne yani biz de mi atalım kendimizi ateşe, çoluk çocuğumuz var arkadaş, e taşırıyorsunuz artık sabrımızı, bak dağılmazsanız zor kullanacağız netekim, öyleyse getirin çekici!
Hakan Mertcan
Valla karikatürü görünce bir hoş oldum. İçime katran gibi çökmüş olan can sıkkınlığı dağıldı bir anda, bir karikatür nelere kadirmiş, neler de çağrıştırırmış böyle. Kapısında ‘üniversite’ yazan, uzun bir dönem çalıştığım kurum geldi aklıma, bu vida misali ne de akıllı, büyük, mühim hocalarla doluymuş, geç oldu kavraması. Şu çivi misali bir avuç insan vardı, bir kısmından temizlendi hamdolsun, meydanlarda mehteran eşliğinde kutlamalarını dahi yaptık, artık darısı kalmayı başaran dostlara olur.
Vatan-millet-Sakarya değil sadece, din-iman ve de -aslında tamamen- Amon ya Mamon aşkıyla tutuşan, yemin vav-ı kasem ile, ecdadımızın düşmanını küle döndürecek kadar tutuşmuş olan, muhbirlik ve müfterilikle tarihe geçmeyi yüce şefin bir nişanesi olarak göğsünde taşıyacak olan, saray aşkı/ihtirasla şerbetlenen ve ulu şef Hubal’ın tılsımıyla başı dönen, ha babam de babam, döndükçe dönen, “hadi bi de burdan, olmadı ordan, kıvır, yandan yandan” nidalarıyla coşan, bir gün TÜSİAD'çı, öbür gün MÜSİAD'çı, bir gün ulusalcı ertesinde uluşefçi, bir gün Kemalist diğer gün kemkümcü, rüzgar soldan esiyorsa solcu, sağa mı kaydı ibre, hemen sofranın başına kurulmacı, pirim kabadayılıktaysa ondan külhanı yok, devir mülayimlikse yerlere kadar eğilir…
Teyzesi, bir medeni, bir muasır medeniyetçi ki bizimkisi sorma, Bordeaux’dan aşağı şarap içmez, peyniri rokfor, geçen sömestr Paris’teydik, briçe bayılır… “Bi Mekdanılsa gidelim mi”, sonra hava biraz bulutlanmaya başladı mı “ne demek o, biz geleneğine-göreneğine, atasına-töresine bağlı bir milletiz, batsın batısı, güneşin doğduğu şarktır bizim yerimiz efendiler, şark! Hâşâ amcası ağzına içki sürmez, kadın mı, a aa! Bir an düşünmez, billahi bir an”; sizi gidi ahlakçılar.
Abide-i Hürriyet’e ne gerek var, yetmiyor mu abide-i edepçiler; sizi gidi takiyeciler, sizi gidi istismarcılar sizi, her devre uygun hocacılar, hacıcılar; cübbeli-cübbesiz, millet inandıktan sonra n’apam kerameti kendinden menkulse, millet bu, millet beyefendi, dikkat et sözüneciler.
İhanet-i vatan ile suçlarlar önlerine geleni, din, iman ve de vatan postunu bırakmazlar aleni ama biraz aralandı mı perde çıkar ortaya muhteris ve de muktedirperver yönleri!
N’olmuş yani, herkes öyleciler, fıtrat canım, fırsatını bulan yapar arkadaş! Ne bilmiş ne görmüş geçirmiştir, insanın içini okur onlar; kimse kül yutturamaz. E, vazifemizi yapıyoruz, öğretmediler mi askerde, vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır, gerçi askerlik yaptı mıydın sen, öf sünnetsizdir Allah bilir, kardeş sana bir şey söyleyeyim mi, Ermeni bunlar Ermeni. Aaa nasıl düşünemedim, geçen de hepimiz Ermeniyiz demişlerdi. Ah biz ne saf gönüllüyüz, görüyor musun anacım, nasıl da kandırdılar bizi yine; işlerine gelince saftirik hinoğlu hinler!
“Diyorum kardeş kökü dışarıda bunların, dış mihrak dış, Pontus, Bizans artığı”nı ağzına sakız eden, tarih bilgisi Cüneyt Abi’den, yetiş Kara Muratçılar.
Baksana birader Yeni Türkiye’mize, ne güzide, ne mümtaz, vakur ve uzanmış dimdik yerde; yıllardır yepyeni kardeş, bildim bileli çağ atlayıp duruyoruz, “çağdan çağa dıydırım çağdan çağa dıydırım”, ne o araya musiki mi karıştı, çağdan çağa koştuk da doyamadık diyorum, tabi canım üstüne çıkıp çıkıp döndük yani diyorum ki çağdaşlığın yegâne timsali biziz, Ortadoğu’ya örneğiz. Örnekçiler.
Yahu nerede bu yabancı sermaye, kapıları açmışız sonuna kadar, ticaret dinimizce helaldir, korkmayın, haydi Anadolu’nun kedileri, kaplanları, mukaddes fetihler için hazır edin fabrikaları, yoğğ bizde sınıf falan olmadı hiç, biz sömürüye karşı bir milletiz, O İhsan’ın başının altından çıkıyor hep bunlar; İslam değil ki adam, neymiş bütün fazla malı-mülkü dağıtacakmış, bak hele bak, komünist komünist zati hep Alevilerle görülüyormuş. Laf aramızda bu Amerikan şirketiyle ortaklık meselesi ne olducular, yav anlarsın ya işteciler… Parmak bu, bal tutmuşsa tutmuştur, tutmamışsa tutmamıştır, biz yalamamıza bakalım, netekim yalamayıp n’apacağızcılar!
Ah hadi seni köftehor seni ama hep demokrat, billahi de tillahi de demokrat ayol, gülmeyin, dün dündür bugün bugündürcü Demirel de, benim memurum işini bilirci Turgut da (amma derin adammış da biz yanlış değerlendirmişiz valla, daha kaç kuşak senin ileri görüşlülüğünle tahlil edilecek bakalım), bir dönemin bacısı, gariban vatan evlatlarına kurşun atma ve yeme şerefini bahşeden Hanımefendiler de, daha niceleri, parlayıp gidenleri, parlayıp duranları, ay gibi, güneş gibi daimi varlıklarımız…
Kıvır birader kıvır, hani harekette bereket vardı, durma öyle kazık gibi dimdik, dön arkadaşım dön, ne demek "ben dönmezem", öyle dersen yolarlar saçlarını tependen. Ne inatsınız anacım, bakın devir değişti, aşk olsun ya, hiç anlayış yok sizde, bak bizi de zorda bırakıyorsunuz, ne yani biz de mi atalım kendimizi ateşe, çoluk çocuğumuz var arkadaş, e taşırıyorsunuz artık sabrımızı, bak dağılmazsanız zor kullanacağız netekim, öyleyse getirin çekici!
Sahibinin elinde istediği gibi dönen kıvrak vida ben akıllıyım diye bağırıyor, yok öyle doldukça başını eğen başak misali tevazu, n’apcan çivi kardeş, bana bak bana, yalnız da değilim, döndükçe yükselen koltuklara bak, onlardan akıllı mısın sen, akıllı ol akıllı, rasyonalite denen bi şey var dimi!
Ama yeter gayrı! Siz vidagiller, döndükçe yükselen koltukperestler, siz de bizim sabrımızı taşırıyorsunuz, bir şey söyle Cem Baba: Oğlum, Cafer, getir peçete!.. Bukalemun gibi renkten renge giren, omurgasız, çapsız, her devrin şahsı olan, hep gözde olmaya soyunanlardansa başına çekicin ineceğini bile bile bu çivi gibi dik olmak yeğdir, nihayet.