Neden lisansüstü öğrenim hakkımdan vazgeçiyorum?

Tehlikenin farkında mısınız Türkiye sınırlarında yaşayan tüm insanlar ve yurttaşlar? KHK'lar ile yüz binin üzerinde insan kamu görevinden ihraç edildi. Bu insanların Anayasa’da yer alan, her insanın sahip olduğu çalışma hakkı ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının sahip olduğu kamu hizmetine girme hakkı ihlal edilmiş oldu. Ne var ki İbiş’in ve iki hukuk profesörünün de dahil olduğu Ankara Üniversitesi Senatosu’nun bu girişimi bunun çok ötesine geçen yeni bir süreci işaret ediyor: KHK'ların sonucu olarak, yargısız infaz ile insanların çalışma hakkı, yurttaşların kamu hizmetine girme hakkı ellerinden alınmakla kalmıyor; İbiş’in açtığı bu yeni OHAL sayfasıyla birlikte, KHK'lıların insan ve yurttaş olmaktan kaynaklı haklarının da ellerinden alındığı yeni bir safhaya girmiş bulunuyoruz.

Google Haberlere Abone ol

Cenk Yiğiter

Bu yazının yazılmasından kısa bir süre önce twitter hesabımdan bir deklarasyon paylaştım:

“OHAL Komisyonu tarafından iade olmadıkça asla hiçbir lisansüstü programa başvuruda bulunmayacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

Bu yazının amacı da kısaca bu deklarasyonun sebebini anlatmaktan ibaret. Ancak hikayeyi biraz öncesinden başlatalım. Barış bildirisi imzacısıyım. 7 Haziran 2015 sonrasında, Kürt coğrafyasında yaşanan ağır insan hakları ihlalleri karşısında ve yeniden savaşın başlamasının ülkemize vereceği zararların endişesi ile, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı barış bildirgesine imzamı verdim. Ve bunun doğrudan bir sonucu olarak 6 Ocak 2017 günü yayınlanan 679 Sayılı KHK ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki görevimden ihraç edildim.

İhracımdan kısa bir süre sonra, Ankara Hukuk’tan ihraç edilen üç akademisyen olarak Ankara Hukuk öğrencilerinden bir davet aldık. Ankara Hukuk kantininde kurulan Berkin Elvan Kitaplığı’nın açılışına davetliydik. O gün ben ve Dr. İrem Akı Cebeci Kampüsü’nün Eğitim Fakültesi girişinden girmek istediğimizde durdurulduk. Bırakın orada yıllarını geçirmiş akademisyenler olmamızı, o kampüsteki bir fakültenin eski mezunlarıydık. Ancak kampüse giremediğimiz gibi girişimizin engellendiğine ilişkin bir tutanak dahi alamadık. Oradaki bekleyişimiz, 20 zırhlı, kasklı, coplu, biber gazlı çevik kuvvetin “olay yeri”ne sevki ile son buldu. O 20 çeviğin bize yapabileceklerinden çok, bizim içeri alınmadığımızı öğrenen ve kampüs girişinde birikmeye başlayan öğrencilerimize yapabileceklerinin endişesi ile kampüse girmekten vazgeçip bir kafeden video konferans ile açılışa katılmaya karar verdik. Ne var ki o şekilde de katılamadık. Çünkü Berkin Elvan Kitaplığı açılışına “bir grup” saldırdı. Bu “bir grup”, öğrencilerin üzerine saldırdı, bıçak – satır gösterdi ve açılış etkinliğinde kullanılacak ses sistemine ve kitaplığın kendisine zarar verdi. O gün, çevik polisin saldırısından öğrencilerimizi korumak için inat etmemiştik ama öğrencilerimizi bu diğer saldırıdan korumak için elimizden hiçbir şey gelmemişti.

Hayatımın 20 yılının geçtiği bu kampüse artık girişim yasaklanmıştı. Ve ben 1997’de birinci sınıf öğrencisiyken tanıştığım çömez güvenlik görevlisi 20 yıl içinde güvenlik amiri olmuş, girişimi de o engellemiş ve bir tutanak dahi vermemişti. O gün 20 yıl öncesine gitti aklım. 20 yıl önce bu kampüse, Öğrenci Yerleştirme Sınavı’nda Türkiye 256'ncısı olarak, ilk ve tek tercihim olan Ankara Hukuk’a kayıt olmak için gelmiştim. KHK ile elimden her şeyi alabileceklerini düşünebilirlerdi. Ancak “liyakat”imi alamazlardı. İşte bu şekilde YGS ve LYS’ye girmeye karar verdim. Sonucunda Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne 8 Ağustos 2017 günü kayıt olmaya hak kazandığımı tüm adaylarla aynı anda öğrendim. Sonrasında ise aynı gün, 8 Ağustos 2017 tarihinde Ankara Üniversitesi Senatosu’nun KHK ile ihraç edilenlerin önlisans ve lisans programlarına kayıt haklarını tanımayan, halihazırda önlisans ve lisans programında öğrenci olan ve KHK ile ihraç edilenlerin ise öğrencilik ile ilişiklerinin kesilmesi sonucunu doğuran bir yönetmelik değişikliğine gitmiş olduğunu öğrendim. İşin aslı bir süre bu durumla eğlendiğimi itiraf etmeliyim: Koca rektör ve koca Ankara Üniversitesi Senatosu'nun işi gücü bırakıp benimle ilgili, üstelik de yazın ortasında bir biçimde belki de güzelim tatillerine ara vererek bir araya gelip yönetmelik değişikliğine gitmesinde fazlasıyla kepazece bir komiklik bulduğumu söylemeliyim. Ne var ki bu keyif kısa sürdü: bir süre sonra bu yönetmelik değişikliğinden benim dışımda başkaca insanların da etkilendiğini öğrendim. Üstelik bu öğrencilerin bir kısmından, “sizin yüzünüzden bizim başımıza da bu geldi” şeklinde geri dönüşler almaya da başlamıştım. Fazlasıyla endişeli ve kızgın olan bu genç arkadaşlar bu haksızlığın sebebi olarak ne Bay Akrektör * İbiş’i, ne Ankara Üniversitesi Senatosu’nu, ne o senatonun iki hukuk profesörü olan üyelerini (Merih Öden ve Muharrem Özen), ne OHAL ilan eden, darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren ve OHAL’i bir dikta rejimi inşa etmek için fırsata çeviren Saray’ı ve hükümeti suçluyorlardı. Bu kızgınlıkla erişebilir bir öfke nesnesi olarak ben karşılarında duruyordum.

Ne var ki, ben bu durumu idrak edene değin, İbiş’e “önlisans-lisans kayıt hakkımı ortadan kaldırdığını düşünüyorsun, peki ya yüksek lisansa başvurursam” şeklinde bir twit atmış bulunmuştum. Bunun üzerine lisansüstü öğrenimi devam eden KHK’lıların bir kısmının da tepkilerine maruz kaldım: “Bizim başımızı da derde sokacaksın, vebali üzerinedir”, “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürüyorsun” vs denildi. Ve yazınının başında bulunan deklarasyonu da bu vebali üzerime almamak için yapmak zorunda kaldım. Evet Bay İbiş’e ve ibişler cuntasına buradan da sesleniyorum: başkaca bir başvurum olmayacak resmi adı Ankara Üniversitesi, fiili adı İbiş Üniversitesi olan kuruma. Benim yüzümden yeni bir düzenleme yapmasına, daha fazla insanı mağdur etmesine hiç gerek yok. Yenilgiyi kabul ediyor ve nazikçe şahımı deviriyorum.

Peki ama tehlikenin farkında mısınız Türkiye sınırlarında yaşayan tüm insanlar ve yurttaşlar? KHK'lar ile yüz binin üzerinde insan kamu görevinden ihraç edildi. Bu insanların Anayasa’da yer alan, her insanın sahip olduğu çalışma hakkı ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının sahip olduğu kamu hizmetine girme hakkı ihlal edilmiş oldu. Ne var ki İbiş’in ve iki hukuk profesörünün de dahil olduğu Ankara Üniversitesi Senatosu’nun bu girişimi bunun çok ötesine geçen yeni bir süreci işaret ediyor: KHK'ların sonucu olarak, yargısız infaz ile insanların çalışma hakkı, yurttaşların kamu hizmetine girme hakkı ellerinden alınmakla kalmıyor; İbiş’in açtığı bu yeni OHAL sayfasıyla birlikte, KHK'lıların insan ve yurttaş olmaktan kaynaklı haklarının da ellerinden alındığı yeni bir safhaya girmiş bulunuyoruz. Bugün Rektör İbiş ve ona biat etmiş senato üyeleri, bir temel hak ve hürriyeti, sayıları hiç az da olmayan bir toplumsal kesim açısından yok sayabiliyorsa bu yeni bir sürecin habercisidir. Yarın Ankara Üniversitesi’nin bir yönetmelik veya genelge ile şunu düzenlemesi de mümkündür: “Ankara Üniversitesi hastanelerinde KHK ile ihraç edilmiş olanlara sağlık hizmeti sunulamaz.” Toplumun bir kesimi tüm insanların sahip olduğu birtakım haklardan, üstelik de kıytırık bir idarenin kıytırık bir düzenleyici işlemi ile mahrum bırakılabiliyorsa, yarın bunun sizin veya bir yakınınızın başına gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirsiniz? Bakın bu adeta, açık seçik Nazi Hukuku’na giriş hamlesidir. Ve bu Nazi Hukuku’nu başlatan da Akrektör İbiş ve avanesinden kurulu Ankara Üniversitesi Senatosu’dur.

Peki ama tehlikenin farkında mısın YÖK? Bizler, Eğitim Sen’e mensup akademisyen ve üniversite çalışanları olarak yıllarca özerk üniversite talep ettik ve 12 Eylül faşizminin bir ürünü olan YÖK merkeziyetçiliğini kıyasıya eleştirdik. Ancak görünen o ki Ankara İbiş Üniversitesi özerkliğini değil, neredeyse bağımsızlığını ilan etmiş. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre önlisans ve lisans öğrenimine yerleştirme yapma yetkisi YÖK ve ÖSYM’dedir. Fakat Ankara İbiş Üniversitesi bu merkezi sistemi reddederek kendi kriterlerini getiriyor ve ÖSYM’nin yerleşmeye hak kazandın dediği adayın kaydını yapmıyor; YÖK’e rağmen istediği kriterleri taşımayan öğrencilerin ilişiğini kesme hakkını kendisinde görüyor.

Peki ama tehlikenin farkında mısın Saray ve hükümet? Toplumun geniş kesimlerinde, üstelik AKP’nin seçmenleri içerisinde dahi önemli bir adaletsizlik hissinin hasıl olduğu bir zamanda Ankara Üniversitesi Rektörü İbiş ve avanesinden kurulu Ankara Üniversitesi Senatosu, siyasal sonuçlarına hiç katlanmayacağı ama toplumda derin adaletsizlik duyguları uyandıracak bir düzenlemenin kapılarını aralıyor. Bu kadar aciz misiniz bu denli önemli siyasal sonuçlar doğuracak bir uygulamayı bunun siyasal sonuçlarına katlanmak zorunda kalmayacak bir kadronun yapmasına izin veriyorsunuz? Sahi bu İbiş’in, ibişlerin ve avanelerinin bu siyasal gücü nereden geliyor? Siz mi bu ibişleri aparatlaştırdınız yoksa ibişler cuntası aslında yönetimi ele mi geçirdi? Bu ülkeyi sizin değil de ibişler cuntasının yönetmediğine insanları nasıl ikna edersiniz? Bir açık çek gibi üstüne iki paragraf yazıp altını istedikleri gibi doldurabilecekleri KHK'ları ibişler cuntasının önüne koyarak mı? İbişleri fethettiğinizi ve aparatlaştırdığınızı sanıyorsunuz ama unutmayın “fetheden aynı zamanda fethedilir.”

* Rektör İbiş’e neden Akrektör diyorum? Üniversite öğretim elemanlarının siyasi partilere üye olmalarına ve siyasi faaliyette bulunmalarına Anayasa cevaz vermiştir. Ne var ki rektörlük görevini yürüten birisi görev süresi boyunca, tarafsız olması gereken pozisyonu gereği, siyasi partilere üye olamayacağı gibi siyasi faaliyette de bulunamaz. Ne var ki Bay Rektör İbiş, AKP Siyaset Akademisi’nde “Radyasyon, İnovasyon ve İnsan” başlıklı bir ders anlatmış, bu dersinde de ülkenin enerji politikasına dair muazzam argümanlarını ortaya dökmüş, nükleer karşıtlarının petrol lobisinin “adam”ları olduğunu ilan etmiştir. Ayrıca AKP Genel Başkan Yardımcısı ile birlikte AK Kütüphane açılışına katılmış, rektörün bu katılımı AKP sosyal medya hesaplarından duyurulmuştur. YÖK tarafından hakkında hiçbir işlem yapılmayan Bay Rektör Erkan İbiş böylece benim nezdimde Ak Rektör ünvanını almıştır.

Dr.