Sonsuzluk ve ölüm: Demografiden, edebiyattan ve siyasetten ölüme bakmak...
İnsan ömrü uzamış olsa da, ölüm gençlerin hatta çocukların sağında solunda kol geziyor. Kontrolden çıkmış bir spiral döngüsüyle sonsuzluğu aramaktansa, herkesin yaşlanmasına hatta yüzünde yaşını anlatan derin çizgiler olmasına fırsat veren bir dünyaya yatırım yapsak, sanki gergin bir cilt ve kalkık bir burundan daha güzel gelir bu gözümüze. Savaşı, yoksulluğu, eşitsizliği demografik formüllerle hatta ölümsüzlükle bile durdurabilmenin mümkün olmadığını, rakamların yanı sıra romanlar da söylüyor bize. Hadi kulak verelim biraz…
Alanur Çavlin
İtiraf ediyorum geçenlerde sabah haberleri okumadan önce sevgili Tarkan Tufan’ın çevirisi ile bize aktardığı Francesca Minerva ve Adrian Rorheim’in “Ölümsüzlük iyi de derdi çok” başlıklı yazıyı okudum. Güncel haberlerin de hakim teması kimin nerede öldürüldüğü, kimin kimi öldürmek istediği, küçücükken ölmenin ne kadar kolay olduğu ve ölüme karşı çıkanların suçlu olduğu cennet vatanımızın dışına çıkmak istedi zihnim herhalde. Çok da iyi oldu; ölümsüzlük peşindeki arsız pervasız taleplerimizin demograf gözüyle bana düşündürdükleri ile edebiyat meraklısı gözüyle hatırlattıkları arasında salınırken yazıyorum bu yazıyı...
Demografide temel modellemeler ölümden yola çıkarak, nüfusa ilişkin ana politikalar ise doğurganlık ve göç merkeze alınarak yapılır. Bu yolu izlemenin nedeni ölümün her canlı için arzu edilmeyen ancak mutlak ve yalnızca bir kez yaşanılır bir tecrübe olmasına karşın, üreme ve göç davranışının tekrarlanabilir doğasına rağmen hiç de zorunlu bir tecrübe olmamasından kaynaklanır. Başka bir deyişle herkesin mutlaka öleceği bir dünyada herkes ölümden kaçınırken buna aksi açık politikalardan bahsedilmez. Öte yandan idealize ettiğimiz dünya düzenin önceliklerine uygun olarak üreme ve göç davranışlarını yönetecek, kontrol edecek, teşvik edecek ya da engelleyecek sayısız politikadan bahsedilebilir. Ölümün mutlaklığı tartışılmaz olsa da ölüme giden yolun uzunluğu değişir, işte al sana en büyük sorunlardan biri olarak önümüze gelip duran “nüfusumuz yaşlanıyor” meselesi! Oysa daha uzun yaşadığımıza sevinmemiz gerekmez mi? Minerva ve Rorheim yazılarında ölümsüzlüğe doğru atılan iki yoldan biri olarak gençleştirme teknolojilerinden bahsetmiş. Görüyoruz ki arsız arzumuz yaşamı uzatma ile sınırlı değil, bedeni ve belki de aklı ideal yerde ve anda en “verimli” gördüğümüz noktada durdurmak ve öylece kalmasını arzu etmek. 33’lük cennet yaşını bu dünyada yakalamak belki de!
Daire ve spiral yaygın ama karşıtlık içerisinde kullanılan metaforlar. Daire üretken devingen ve olumlu bir sonsuzluğu işaret ederken, spiral sınır tanımaz bir şekilde büyüyen olumsuz bir sonsuzluğun tarifinde kullanılır. Örneğin David Harvey suyun sonsuz döngüsünü dairesel devinimle, kapitalizmin döngüsünü ise spiral ile anlatıyor. Bu metaforla bakıldığında ölüm ve doğum dairesel döngünün parçaları iken hep genç kalma arzusunun uzantısı olan gençleştirme teknolojileri spiral bir büyümeyi getiriyor akla. Yaşımıza yaş katalım ama daire tamamlanmasın...
Tam bunları düşünürken aklıma José Saramago’nun “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı romanı takıldı. Pek ünlü “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.” cümlesi ile başlayan roman birden bire kimsenin ölmediği-ölemediği bilinmez bir coğrafyada ölümün mutlaklığının insanlığı terk etmesinin neden olduğu karanlık dünyaya çağırıyor bizi. Ölümsüz ama bir o kadar da olumsuz sonsuzluk tarifi. Ölümsüzlük pek çok edebi ve felsefi esere konu olmuştur. Ancak Saramago’nun kitabına konu olan ölümsüzlük tek bir bireyin ya da seçilmiş bir grubun değil; topyekun bir ülkenin ölememesi. Öyle ki insanlığın en ortak dileği herkes için gerçek oluveriyor ama bu durum toplumsal çelişkileri, açlığı, şiddeti, yoksulluğu engelleyemiyor.
Demografik yapı bugünü anlamak ve yarını tahmin etmek için en güçlü araçlardan biri de olsa kendi başına toplumsal sorunların kaynağı olmadığı gibi çözümü de olamıyor. Toplumsal çelişkiler üzerine kafa yorar, bunu nüfus meselesine bağlarken kılavuzumuz böyle bir bakış olursa yol alabiliriz ancak. Bir bakıyoruz ki insan ömrü uzamış olsa da ölüm gençlerin hatta çocukların sağında solunda kol geziyor. Kontrolden çıkmış bir spiral döngüsüyle sonsuzluğu aramaktansa, herkesin yaşlanmasına hatta yüzünde yaşını anlatan derin çizgiler olmasına fırsat veren bir dünyaya yatırım yapsak, sanki gergin bir cilt ve kalkık bir burundan daha güzel gelir bu gözümüze. Savaşı, yoksulluğu, eşitsizliği demografik formüllerle hatta ölümsüzlükle bile durdurabilmenin mümkün olmadığını rakamların yanı sıra romanlar da söylüyor bize. Hadi kulak verelim biraz…