İki CHP ya da iki cumhuriyet
Sosyal demokrasiden "Cumhuriyetçi Demokrat Parti" olmaya yönelik dönüşüm çabası bugüne kadar başarılı olamadı. Bu başarısızlıkta en büyük etken sistemin sağlam bir sağ kanat yaratamamasıydı. Merkez sağ partiler çöktü, ANAP kalıcı olamadı; MHP güçlendi ve AKP'ye gelindi. Hal böyle olunca "normal koşullarda" beklenen sağ kulvardaki bu bunalımı CHP'nin sol bir çıkış için bir avantaja dönüştürmesidir. Ama CHP dikkatini ve gayretini bu yöne sevk etmedi hiç.
Mahmut Üstün
Adalet Kurultayı'nın ardından özellikle "sol" hassasiyeti olduğunu bildiğimiz yazarların yaptığı değerlendirmelere baktığımızda iki ortak eleştirel noktanın öne çıktığını görüyoruz.
İlki CHP'nin sağcı söylemle güç kazanma stratejisindeki ısrarı, ikincisi de bugünkü olağandışı siyaset atmosferini en azından hak ettiği ölçüde hesaba katmayarak bütün hesabını 2019 seçimleri üzerine kuran yaklaşımı...
Alkol tartışmalarında gösterilen sağcı tavır... Bir yandan eylemden direniş hakkından söz ederken, diğer yandan tabana yönelik "rahat olun, işi bize ve seçime bırakın" içerikli söylem ve tutumlar CHP'den beklenti içinde olan her kesimde ciddi bir rahatsızlık yarattı...
CHP'de az çok değişim, ataklık, mücadele arzusu ve kararlılık emarelerinin görüldüğü -ve dolayısıyla umutların da artışa geçtiği- bu son aylarda CHP'nin bu iki alandaki tutumunda bir değişim olmadığını görmek, burukluktan öfkeye uzanan yeni bir umut kırılmasına yol açmış gözüküyor.
Ama sanırım bu burukluk ve öfkenin arkasında yatan temel faktör, bu iki alandaki tutumun" güç kazanma adına yanlış bir taktikte ısrar" olarak algılanmakta oluşu...
Bu nedenle de değerlendirmelere sorunun kaynağının bir "kavrayışsızlık" ya da "siniklik" olduğu yargısı ve "anlayın artık" ya da "cesur olun" serzenişli çağrıları hakim.
Bir de bu yaklaşımı "Hayır Bloku"nu korumak ve genişletmek için normal/doğru bulanlarla, "CHP zaten devlet ve düzen partisi, ne bekliyordunuz, CHP'den bir şey çıkmaz" yaklaşımıyla bu olguları kendilerinin doğrulanması sayanlar var...
Gerçek biraz daha karmaşık, çok parçalı ve dinamik...
Öncelikle bu alandaki tavırları bir taktik -ya da taktikten ibaret- saymak hiç gerçekçi değil... Zira son 30 yıldır süreğen ve kararlı biçimde "sağı kazanma" gerekçesiyle sağcılaşma çizgisi izlenmektedir. Yani ortada taktik kavramıyla izah edilmesi olanaksız süreğenlikte bir durum söz konusudur.
Bu aynı nedenle sorunu "kavrayışsızlık", "cesaret yoksunluğu" gibi öznel faktörlerle de açıklamak mümkün değildir. Ecevit'i, Baykal'ı, Kılıçdaroğlu'nu bazı farklı söylem ve önceliklerine karşın ortaklaştıran özelliklerdir bunlar. Biri daha Atatürkçü diğeri daha liberal söylemle olsa da hepsi milliyetçiliğe, laiklikten ödün veren bir çizgiye ve düzenleyici devletten neo liberal politikalara doğru bir kayışın temsilcisi olmuştur. Farklı "söylem","kavrayış" ve "cesaret" düzeylerine sahip lider ve kadrolara rağmen bu ortak özellik hiç değişmemiştir.
Öyleyse sorun başkadır ve çok daha yapısaldır.
Elbette eleştiri konusu bu süreğen tutumların temelde düzenle barışık olmakla da kuvvetli ilgisi vardır ama konu daha spesifik ve sınıfsal bir boyutta taşımaktadır. "Düzen partisi" olma halinin süreğenliğinin yanı sıra ortada "eski halden yeni hale" uzanan bir değişim/transformasyon yaşanmakta olduğu da kesindir. Bu dönüşüm es geçilerek sürecin tam açıklaması da yapılamaz.
Son otuz yıldır CHP sosyal demokrasi- ve zaten sınırlı olan emek/alt sınıf temsiliyeti misyonu- yükünden kurtulmayı ve ABD tarzı iki merkez partiden biri olmayı amaçlayan bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu dönüşüm belki çok net bir bilince dayalı değildi ama süreç üzerinde etkili olmayı başaracak kadar güçlü bir motivasyon kaynağıydı da...
Sosyalizmin tarihsel yenilgisi ve sosyal devletin genel tasfiyesiyle birlikte genelde neo liberalizmin siyasette istikrar ve güçlü yürütme dayatması ve özelde de 1982 Anayasası'nın "iki partili meclis ve tek partili iktidar" hedefleyen yapısı, bu partilerdeki dönüşümü zorlayan ve rasyonel kılan faktörlerdi.
Soruna böylesi bir transformasyon hedefinden bakılınca alınan kısa vadeli başarısızlıklara rağmen sağa açılmada gösterilen bu müthiş kararlılık ve tutarlılık nesnel anlamına da kavuşur. Daha anlaşılır hale gelir.Tabii aynı zamanda bir etki ve heyecan yarattığı görülmesine karşın klasik sosyal demokrasiyi andıran söylemlerin neden kalıcı, tutarlı ve süreğen bir özellik kazanamadığı da...
Sosyal demokrasiden "Cumhuriyetçi Demokrat Parti" olmaya yönelik bu dönüşüm çabası bugüne kadar başarılı olamadı. Bu başarısızlıkta en büyük etken sistemin sağlam bir sağ kanat yaratamamasıydı. Merkez sağ partiler çöktü, ANAP kalıcı olamadı; MHP güçlendi ve AKP'ye gelindi.
Hal böyle olunca "normal koşullarda" beklenen sağ kulvardaki bu bunalımı CHP'nin sol bir çıkış için bir avantaja dönüştürmesidir. Ama CHP dikkatini ve gayretini bu yöne sevk etmedi hiç. Bunun yerine "sağ merkez nasıl ayağa kaldırılır?", "acaba MHP ve/ya AKP merkez sağa dönüştürülebilir mi?" sorunlarına kafa yoruldu. Sol alanı genişletmek çabası yerine sağ merkeze destek çabası öne çıktı. Sağ ideolojik hegemonyanın devamına katkı sunuldu.
CHP'den gelen Demirel güzellemeleri, Menderes'e iade-i itibar anlamı taşıyan girişimler, Erdoğan'ın yasağını kaldırma hamleleri, din kurultaylarında değme din adamlarını çatlatan dindar hatiplik gösterileri, "MHP değişti ve merkeze kaydı" söyleminin mihmandarlığına soyunmalar, Akşener'in partisine parıltılı ambalaj destekleri vb., hiçbiri ne taktik, ne kavrayışsızlık ve ne de siyasi cesaretten yoksunluğun ürünü değildi. Bu transformasyon amacının olağan ve tutarlı gerekleriydi.
Peki ya son dönemdeki değişim, mücadeleci siyaset emareleri...
Bunlar göz boyamadan, tabanın büyüyen tepkisini boşaltmaktan ibaret basit "gaz alma" atraksiyonları mı? CHP'nin bu hamlelerinin siyaseten anlam ve önemi bundan mı ibaret?
Kısmen evet ama büyük ölçüde de hayır...
AKP en azından bir müddettir hem küresel sistemi hem de yerel sistemi rahatsız eden "yeni bir noktada yeni bir siyaset merkezi" inşasına koyulmuştur.
Bu çabanın yarattığı en temel çelişki ve gerilim ise laik cumhuriyetin tasfiyesi alanında yaşanmaktadır. Bu çelişki tüm CHP'yle birlikte sosyalistleri, HDP'yi ve hatta MHP ve AKP'nin bir kanadını da kapsayan/ortaklaştıran bir özelliğe sahiptir.
Buradan bakıldığında tüm bu kesimleri ortaklaştıran bir politik hat zorunludur. Sorun CHP'nin bu kaygısında değil, bunu solun önünü açacak bir siyaset tarzıyla değil de kendisi sağa kayarak başarmaya çalışmasıdır. Ayrı bir yazıda açılması, ayrıntılandırılması gereken bu konuyu burada bu kadarıyla belirtmekle yetinelim.
İşte, CHP'de bugün bu iki farklı tavır ve mücadele stratejisinin çatıştığını söyleyebiliriz.
İlki "Cumhuriyetçi Merkez Partisi" eğilimidir.
Bu eğilim sorunu büyük ölçüde Erdoğan'dan ibaret görmekte, bu sorunu mümkün olduğunca verili dengeleri sarsmadan ve halkın öz inisiyatifini devreye sokmadan çözmeyi amaçlamaktadır.
Sosyalist solun ve HDP'nin varlığına "hayır" diyemese de, sorunu sistemin evrensel ve yerel temsilcileriyle birlikte ve seçim eksenli politikayla çözmeyi yeğlemektedir.
Bu kesimin neo liberalizmle, "güçlü yürütme" arayışıyla, "daha az laiklik ve daha çok milliyetçilik" yaklaşımıyla bir sorunu yoktur. Cumhuriyet ve laiklik tasavvuru statükocu ve kısıtlıdır...
Kafasındaki çözüm ise hâlâ Erdoğansız bir AKP'nin ya da Akşener MDP'sinin merkez sağı tutacağı ve kendisinin de merkez solu tutacağı bir sistemin inşasıdır. Muhalefetini Erdoğan'ın getirdiği güçlü yürütme sisteminden çok Erdoğan'ın kendisine yöneltmesi de, bu açıdan hem manidar hem de tutarlıdır.
Bu anlayış CHP'de hâlâ baskındır ama aynı zamanda güç kaybetmektedir. Bu izledikleri politika partinin aydın, kadro ve kitle kademelerinin tümünde artan bir hoşnutsuzluğa ve öfkeye yol açmaktadır.
Gelelim diğer eğilime...
Gerek neo liberalizmin krize girmesi gerekse de AKP politikalarının yarattığı büyük kitlesel tepki, parti içinde bir başka eğilimi de güçlendirmektedir. Bu eğilim yeni değildir. Sınırlı gücüyle parti içinde uzun süreden beri mevcuttur.
Yüzü neo liberalizmden çok emeğe, sağdan çok sosyalistlere ve HDP'ye dönüktür. Çözümü laikliğin ve Cumhuriyet'in daha da derinleştirilmesinde görmektedir. Partinin artan milliyetçileştirilmesinden de rahatsız olan bu eğilim, Kürt sorunu konusunda daha diyalogcu, barışçı ve özgürlükçü bir tutuma sahiptir.
Ayrıca sorunun salt ya da temelde seçim merkezli bir anlayışla çözülemeyeceği görüşündedir. Sokak başta, halkın aktif katılımına dayalı ve siyasetin bütün enstrümanlarını kullanan bir mücadele stratejisinin zorunlu olduğunu düşünmektedir.
Sonuç olarak...
CHP bu nedenledir ki bugün hem eskisi gibi devam edemeyeceğini bilen ama hem de yeniyi üretmek güç ve cesaretini de gösteremeyen bir parti görüntüsü vermektedir. Hem giderek güçlenen adım atma arzusuna; hem de bu adımları "aman ha!" sınırlarına tutsak etme hassasiyetine sahiptir.
Bu birliktelik giderek daha çatışmalı bir hal almaktadır ve daha da alacaktır.
Soruna buradan bakıldığında CHP'nin bütünsel dönüşümün zor olduğu ama aynı zamanda CHP'den bir şeyler çıkmasının da olanaklı olduğu gözükmektedir.
Elbette sürece etkili, planlı ve olabildiğince organize bir "sol" müdahaleyle...