Kızmak sağlıklı öfkelenmek sağlıksızdır
İnsan, geçmişini içine yatırdığı tabutu sırtında bir yük, adına gelecek dediği bebeğini ise karnında bir umut olarak taşır. Sevgili Dostum Metin Bobaroğlu’ndan öğrendiğim gibi: Beşer, bedeni ile burada olsa da geçmişte deneyimlediği olumsuz duyguları geleceğe endişe olarak (ya tekrar olursa!); benzer şekilde, önceden yaşadığı olumlu duyguları ise umut (ah keşke tekrar olsa!) olarak geleceğe yansıtmaktadır; böylece şimdi ıskalanır. Geçmiş ve gelecek arasında kontrolsüzce savrulan düşüncelerin kaza yapması kaçınılmazdır.
Gülgün Türkoğlu #gulguntp
Öfkelenmek ve kızmak sözcükleri yaygın olarak birbirinin yerine kullanılıyor. Oysa, bu sözcüklerin ayrımının yapılması önemlidir. Neşet ettikleri kaynak bakımından tamamen iki ayrı tepkinin tanımıdırlar.
Her şeyden önce, kızmak sözcüğünün “doğasına uygun” anlamı göz ardı edilmemelidir. Kızmak, kızarmak ısı enerjisinin artması sonucunda bir değişime uğramaktır; doğaya uygun olarak verilen tepkinin getirdiği bir sonuçtur. Aynı şekilde “kızışmak”, çiftleşmek için bedende optimal koşulların sağlanmışlığı anlamında kullanılır.
Öfkelenmek zamana yayılmış, ego/nefs kaynaklı; kızmak ise dayanağını haktan alan anlık bir tepkidir.
Öfke duyulduğunda yansıtılan tepkide, geçmişe ait olduğu halde şimdiye aktarılan duygu durumları vardır. Bunlar bastırılmış, fark edilmemiş, yüzleşmeye hazır olunmayan ya da bir türlü çözemediğimiz olumsuz duygular olabilir.
Öfkede her zaman “yersiz, zamansız ve ölçüsüz” bir tepki vardır, dolayısıyla kontrolsüzdür. Hissedilen duygu adeta “kusulur”. Örneğin, trafikte yol vermeyen bir aracın sürücüsüne, bizi duyamayacağını bildiğimiz halde bağırmak, hakaret etmek, sövmek aklı başında olmayan, öfkeli bir insanın duygu kusmasıdır.
Öfke anında verilen tepki ile kişinin gündelik düşünce yapısı arasındaki ilişki doğrusaldır. Saldırgan, huzursuz düşüncelere sahip kişilerin, verdikleri tepkiyle neden oldukları gergin ortam; aslında, zihinlerinin, gündelik düşüncelerinin dolaştığı ortamdan farklı değildir. Düşünceler bedenlenmiştir, senaryo ekrana yansıtılmıştır. Başka bir deyişle başrol oyuncusuna uygun bir sahne bulunmuş, o da nazlanmadan sahneye fırlamıştır.
Öfke, kaygı kaynaklı korkunun sözcüsüdür. Bu duygular, konuk oldukları kişiye seslerini öfke aracılığı ile duyururlar. Aslında, “lütfen bizi dinle” mesajı verilmektedir; “lütfen bizi ihmal etme, problemi çöz artık”.
İnsan anda bulunmayı başarmakta zorlanan bir varlıktır. Geçmişini içine yatırdığı tabutu sırtında bir yük, adına gelecek dediği bebeğini ise karnında bir umut olarak taşır.
Sevgili Dostum Metin Bobaroğlu’ndan öğrendiğim gibi: Beşer, bedeni ile burada olsa da geçmişte deneyimlediği olumsuz duyguları geleceğe endişe olarak (ya tekrar olursa!); benzer şekilde, önceden yaşadığı olumlu duyguları ise umut (ah keşke tekrar olsa!) olarak geleceğe yansıtmaktadır; böylece şimdi ıskalanır. Geçmiş ve gelecek arasında kontrolsüzce savrulan düşüncelerin kaza yapması kaçınılmazdır.
Oysa Hegel’in belirttiği gibi:
“Yeri şimdi tarafından alınan varlığın yokluğu geçmiştir; Şimdide kapsanan yokluğun varlığı gelecektir; Şimdi bu olumsuz birliktir… Zaman kendi dışındalığın olumsuz birliğidir.”
Kızmak ise “bal gibi haklı olmaktır.” Tepki hakta durmak adına verilmiştir. Her koşulda hakta durmayı tercih eden kişide giderek kaygı, korku, endişe olmayacağı için; duruşu sağlam bir insanın nelere kızdığını gözlemlemek oldukça faydalıdır. Kızan insan, bağırmaz, hakaret etmez, duygusal anlamda bir çalkantı yaşamaz. Ortaya konulan tepki nettir, özgüvenlidir, kendinden emin bir tepkidir.
Kişi öfkeye maruz kalır, kızmak ise bir tercihtir. Kızarak tepki verebilen kişi özgürdür. Tepkisini öfkelenerek veren kişinin düğmeleri dışarıdadır; isteyen bu düğmelere basarak, mal, mülk, mevki, makam, deneyim sahibi olsa da bir insanı tam da istediği gibi yönlendirebilir.
Öfkelenmekte yüksek debili bir korku akışı vardır. Kızmakla yetinen, yetinebilen kişi ise cesurdur. Kızmak söz konusu olduğunda öfkede olduğu gibi sevgi sekteye uğramaz. “Trafikte saygısızca araba kullanan sürücüyle zaten sevgi ilişkim yoktu ki, nasıl sekteye uğramış olabilir!” diye itiraz ettiğinizi tahmin ediyorum. Ben sizin kendinize olan sevginizden söz ediyordum. Öfkeli insanın kendisini kabullenme sorunları vardır. Tepkisini yalnızca kızarak ortaya koyabilen insan ise kendisinden razıdır.
Kızmak söz konusu olduğunda, şefkat akışı bilinçli bir biçimde kesilmiş, durdurulmuştur. Yakın ilişkilerde, mesaj her zaman “Seni sevmeye devam ediyorum ama ilişkimizin şu andaki ihtiyaçlarını karşılamayı reddediyorum, ilişkimizin bakımını yapmayı geçici bir süreliğine durdurdum” anlatımı vardır.
Öfkeli bir anneyi beş yaşındaki çocuğu bile kaale almayabilir ama yalnızca kızabilen, bunu yapabilecek kadar özgür olan bir anneyi bir “ergen bile” saygıyla dinleyecektir. Eğer hiçbir şekilde sizi dinlemeyen bir çocuğunuz varsa, en yararlı çözüm sizin kendinizi dinlemeye başlamanız olacaktır. Bir Anadolu bilgesi olan İsmail Emre “İlimsiz şefkat zulümdür” der. Bu kısacık cümle, kalınca bir çocuk eğitim kitabının nefis bir özetidir âdeta. Hoş, yalnız çocuk psikolojisi değil, yetişkinlerin ilişkilerinde de her zaman geçerli bir kuraldır.
Geleneğimizde, kabaca ego diyebileceğimiz nefs, dönüşme olanağına sahip bir yapıdadır ve bulunduğu ilk basamakta Nefs-i Emmare adını alır. Emreden ve emrettiğini bize yaptıran bu nefsin (ye, iç, çiftleş, uyu) eğitilip daha lâtif basamaklara taşınması olanaklıdır. İlk basamak olan Nefs-i Emmare’de, eğitilerek dönüştürülecek olan yedi olumsuz huy vardır: kibir, yalan, gadap (öfke), riya, şehvet, hırs, cimrilik.
Bu ve benzeri eğitimler neticesinde, öfke dönüştüğünde şecaat adını alır. Artık kişi öfkelenmez, yani kişisel çıkarlarını, öznel isteklerini ön planda tutmaz buna eğitilmiş, dönüşmüştür, olumladığı külli (tümel) olandır; kişisel isteklerine uygun olmayanın pek bir önemi kalmamıştır. Dolayısı ile haksızlık karşısında artık öfke değil şecaat arz eder. Şecaat yiğitliktir. Ödlek olan öfkelidir.
Kızmak doğaldır, öfkelenmekse değil. Öfkemizi kontrol altına almak, ilk etapta onu sahiplenmeyi gerektirir. Öfkeli tepkilerimizin olduğunu yadsımamız, problemi kabul etme aşamasına henüz gelemediğimizi gösterir. Aslında, öfke yerinde verilemeyen tepkilerin, kendi hakkımızı korumamaların, hakta durmamız gereken yerde çıkarlarımızın zarar görmesinden korkarak kafamızı öteki tarafa çevirmelerimizin bir bilançosudur.
Sıkça öfkeleniyor, öfkeden boğulacak gibi oluyorsanız kulak verin kendinize; kızmayı ihmal ediyorsunuzdur. Yerinde verilmemiş bir tepki olarak kızgınlık biriktiğinde öfke olarak çıkar. Haksızlık yapmaktan, haksız bir duruş sergilemekten, haksızlığa tepki vermemekten imtina etmeli.
Modern yaşama uyum sağlama çabası nedeni ile, üzerimize yapıştırdığımız etiketler, doğal duygu durumlarımızla aramıza kalın bir perde çekti. Dengeli, kontrollü, endişesiz, giderek bilgece bir yaşam kuşkusuz ki özenilecek bir yaşamdır. Lakin bunlardan daha iyisi samimi olmaktır. Samimiyet, özlem duyulan bu vasıfları çeken bir mıknatıstır; belki de bu yolda işe yarar tek araç.