Tüketmenin de bir etiği vardır!
Dünyanın bir yerlerinde hiç tanımadığımız birilerinin ürettiği ürünlerle ilgili fair-trade bize şunu garanti ediyor: Zorunlu iş ve sömürü yok, çocuk işçi yok, insanca çalışma koşulları, sendika hakkı, adil ücret var. Eh tabii bütün bunların bir karşılığı olmalı. Fakat siz yoksulların satın alarak ödeyemeyeceği bir karşılık bu. Tam bu noktada aklınıza şu gelebilir: Bizim daha ucuza satın alabilmemiz için birilerinin kötü koşullarda çalışması ve sömürülmesi lazım.
Fatma Doğan
Büyük bir alışveriş merkezini ya da bir süpermarketin reyonlarını dolaşırken söyle bir hisse kapılabilirsiniz: Dünyayı kurtarmak bir adım ötemde reyon raflarında dizili duruyor, sadece bir alışverişlik iş! Bir kutu sütle ayıları, bir kasa birayla yağmur ormanlarını kurtarabilir, temizlik süngerleri ile türlerin çeşitliliğinin devamına katkı sağlayabilir ve kahve satın alarak Zapatistaların isyanına isyan katabilirim. Ve tüm bunları yaparken kendimle ilgili oluşturduğum/verdiğim sorumluluk sahibi ve dayanışma ruhlu tüketici resmi de cabası.
Son zamanlarda dünyada ya da daha doğrusu dünyanın batısında "etik tüketme", "fair-trade" "Lifestyle of Health and Sustainability" gibi tartışmalar sürdürülüyor. Etik tüketme kavramı, satın aldığı ürün ve hizmetlerin etik koşullarda üretildiğine dikkat eden ve buna göre satın alan tüketiciyi anlatıyor. Bu şu anlama geliyor; söz konusu "etik tüketiciler" tüketim davranışları/tercihleri ve satın aldıkları ürünler dolayısıyla insan ve hayvanların mümkün olduğunca daha az sömürülmesine ve çevrenin daha az kirlenmesine neden olmuş oluyorlar. Yani senin, benim gibi etik nedir bilmeden tüketmiyor bu kadınlar ve adamlar.
Kathrin Hartmann’ın "Ende der Märchenstunde" (Masal Saatinin Sonu) kitabından öğrendiğimize göre Lifestyle of Health and Sustainability, kısaca LOHAS bir politik hareket değil, sadece tüketim düşüncesinin tazelendiği bir ekolojik dalga. Çoğunlukla iyi düzeyde bir gelire sahip bu hanımlar ve beylerin "ahlaklı hedonistler" ve "pragmatist idealistler" olarak ne boykot ve kampanya yürütmeleri ne de bir şeyden vazgeçmeleri gerekiyor. Organik yiyecekler, fair-trade koşullarda üretilmiş pamuklu dizayn kıyafetler hep sağlık için. Fakat mesele Zizek’in de dediği gibi; "Yarı çürük ve pahalı‚ organik elmaların gerçekten daha sağlıklı olduğuna kim inanır gerçekten? Mesele şöyle, bunları satın alarak, sadece bir ürün tüketmekle kalmıyoruz, aynı zamanda anlamlı bir şey yapıyoruz, umursayan gösteren benliklerimizi ve küresel farkındalığımızı gösteriyoruz ve büyük bir kolektif projeye katılıyoruz."
Satın alınan şey sadece satın alınan bir elma, kalem, tişört olmaktan çıkıyor, bir yaşam tarzı satın alınmaya başlıyor. Ve bu yaşam tarzı size "değer" katıyor.
Ayrıca fair-trade koşullarda üretilen ürünlerin bedeli biraz pahalı olabiliyor. Dünyanın bir yerlerinde hiç tanımadığımız birilerinin ürettiği ürünlerle ilgili fair-trade bize şunu garanti ediyor: Zorunlu iş ve sömürü yok, çocuk işçi yok; insanca çalışma koşulları, sendika hakkı, adil ücret var. Eh tabii bütün bunların bir karşılığı olmalı. Fakat siz yoksulların satın alarak ödeyemeyeceği bir karşılık bu. Tam bu noktada aklınıza şu gelebilir: Bizim daha ucuza satın alabilmemiz için birilerinin kötü koşullarda çalışması ve sömürülmesi lazım.
LOHAS’ın hanımları ve beyleri satın aldıklarını haz ve dayanışma ruhunun yaşamlarına kattıkları yüksek kaliteyle tüketirken, bizim vicdan azabından ölmemiz gerekiyor.
Çok üzülmeyin, neyse ki iyi kapitalizmin dünyayı harap eden kötü kapitalizmin günahlarından kurtulmak için biz orta halli ve yoksullara da sunduğu birkaç ödev var elbette. Cam kavanoz ve şişeleri, metalleri biriktirip geri dönüşüm konteynerlerine atalım, gazete ve kartonları da ayrıca toplayıp belediyenin belirlediği günlerde sokağa çıkaralım. Böylece ucuz ve pek de etik olmayan tüketimin vicdanımızda yarattığı hasarı biraz hafifletmiş oluruz değil mi?