Müftülere nikah ve imamlara sağlıkta rehberlik hizmeti yetkileri üzerine farklı bir ses
Müftülere nikah yetkisi ve hastalara manevi destek projelerinde yapılan düzenlemelerin ülkemiz vatandaşları arasında Sünni Müslümanlar dışında Alevilerin; Ermeni, Süryani, Latin Katolik; Rum, Süryani, Arap Ortodoks; Ermeni Apostolik, Protestan ve Yahudi temel taşlarının da bulunduğu gerçeğini görmezlikten gelerek yapıldıkları gözlemlenmektedir.
Antuan Ilgıt
Dün sabah basın-yayın organlarında dikkatleri cezbeden iki haber vardı. İlkinde, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan’ın 7039 Sayılı "Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"u onayladığı, diğerinde ise 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan iş birliği protokolüyle hayata geçirilen proje kapsamında, din görevlileri için Antalya Araştırma Hastanesi’nde “Manevi Rehber Birimi” kurulduğu bildiriliyor. Erdoğan’ın onayladığı kanun müftülere nikah yetkisi verilmesini de içerirken, diğer gelişme aslında Diyanet’in, “Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Projesi” çerçevesinde, çocuk esirgeme kurumlarından huzurevlerine, hastanelerden okullara kadar tüm kamu kurumlarında etkinliğini artırmasının yeni bir halkasından başka bir şey değil.
Bu iki husus üzerine, her ne kadar mevcut tartışma ortamının özgürlüğü şüphe götürür olsa da epey bir yazıldı. Getirilen eleştirilerin büyük bir kısmı, haklı olarak, Türkiye’nin anayasal niteliklerinden olan laiklik perspektifi üzerinden yapıldı. Demokratik toplumlarda bu türden tartışmaların yapılması hem kamuoyunun sağlıklı bilgilenmesi hem de yasa hazırlayıcıların daha etkili ve toplum yararını en fazla gözeten yasalar hazırlamaları için elzemdir, sırf bu yüzden de toplumun tüm katmanlarının katılımını sağlayacak şekilde yüreklendirilmeleri gerekir. Hal böyle iken yapılan bu düzenlemelerin ülkemiz vatandaşları arasında Sünni Müslümanlar dışında Alevilerin; Ermeni, Süryani, Latin Katolik; Rum, Süryani, Arap Ortodoks; Ermeni Apostolik, Protestan ve Yahudi temel taşlarının da bulunduğu gerçeğini görmezlikten gelerek yapıldıkları gözlemlenmektedir. Laiklikle ilgili kuramsal tartışmalara girmeye gerek olmaksızın bu şekilde hazırlanan ve bir nevi dayatılan bu uygulamaların laikliğin temel esaslarına aykırılığı gün gibi aşikardır.
Evlilik müessesesi gibi toplumun temelini oluşturan bir değer ve hayatın başlangıcı, idamesi ve sonlanması ile ilişkili ve çok sayıda dini ve etik hususu içeren sağlık hizmetleri ile ilgili bu tür kararlar alınırken devletin toplumun tüm katmanlarının değerlendirmelerini alması ve nihai aşamada ortak bir payda çerçevesinde uygulamalar belirlemesi beklenmektedir. Örneğin evlilik müessesesi babında Hristiyan yurttaşlarımızın nikahları söz konusu olduğunda ve bu kesimden bu yönde bir talep geldiğinde müftülerde olduğu gibi patrikhaneler ve episkoposluklar tarafından görevlendirilmiş Hristiyan din adamlarının kıydığı dini nikahlar aynı zamanda resmi nikah olarak kabul edilecek midir? Benim şu anda görev yaptığım İtalya’da durum böyledir mesela.
Tıp etiğinin uzmanlık alanım olması veçhileyle sağlıkta rehberlik hizmetleri ile ilgili biraz daha detaylı düşünme gereği hissettim. Hastalara manevi destek projeleri, Türkiye’de ruhban okullarının açılmasına dolayısıyla da biz Hristiyan din adamlarının teoloji öğrenimimizi ülkemizde almamıza müsaade edilmediği için, uzun yıllar öğrenim görmek zorunda kaldığım Avrupa’da ve ABD’de yaygın olarak kullanılan bir uygulamadır. Pederler dışında diğer inanç gruplarından hastalar ve yakınlarının talebi üzerine imam, haham diğer görevlilere de imkân tanınmaktadır. Eğer sayın Antalya İl Müftüsü Osman Artan’ın söylediği üzere hastalara verilen söz konusu hizmet manevi, hayata yönelik bir hizmetse ve aynı zamanda keyfi de değilse akla gelen ilk soru yine Hristiyan din adamlarının bu inanç grubuna mensup hastalardan talep gelmesi durumunda bu hizmeti verip veremeyeceği üzerinedir.
Çok önemli ikinci bir konu ise sağlık gibi sorumluluk getiren bir alanda telkin ve yardımda bulunacak din adamlarının eğitim seviyeleridir. Madem bu hizmet “hastanın vefatından sonrasına yönelik” değildir o zaman söz konusu imamlar asgari ilahiyat fakültesi öğrenimine ek olarak tıbbi etik, psikoloji gibi alanlarda uzmanlık öğrenimi görmelidirler. 21'inci yüzyıl dünyasında sağlık sorunları karmaşık dini inançlarla da yakından bağlantılı etik soru işaretleri doğurmakta, hasta ve yakınlarının alacağı tıbbi kararlarda ehil din görevlileri tarafından destek görmeleri gerekmektedir. Türkiye’deki eğitim sisteminin dünya sıralamasının en gerilerine düştüğü, hiçbir denge gözetmeksizin her köşede imam hatip ve ilahiyat fakültelerinin açıldığı bir Türkiye’de Diyanet görevlilerinin bu tür bir eğitim almalarının sağlanıp sağlanmadığı üzerinde durulması gereken bir husustur.
Konu haklı olarak dönüp dolaşıp laiklik ve eğitim-öğrenime gelmişken, şunu sormadan edemiyor insan: Dünya liderliğine soyunan ve Avrupa Birliği ülküsünden vazgeçmeyeceğini irdeleyen 21'inci yüzyıl Türkiye’sinde, din artık bir şekilde sosyal hayata bu denli tesir de etmişken, biz Hristiyan din adamlarının güzel ülkemizin yüksek öğretim kurumlarında yetiştirilmesi, uzmanlaşması, böylelikle yukarıda bahsettiğim konularda devletimiz ve Diyanet gibi kurumlarla iş birliği içerisinde ortak çözümler ve dayanışma pistleri üretmesi güzel olmaz mıydı?
İtalya’da öğretim üyesi peder olmak yerine, bir yandan ülkemin Hristiyanlarına dini hizmetlerimi verirken, akademik alanda ise Türkiye'min “adil ve eşitlikçi” devlet güvencesi altında işleyen ruhban okullarında, devlet ve vakıf üniversitelerinin ilahiyat ve tıp etiği bölümlerinde her inançtan çalışma arkadaşlarıyla iş birliği içerisinde daha müreffeh ve muasır bir Türkiye için çalışmayı yeğlerdim doğrusu.
* Bu makalede ifade edilen görüşler ve bu görüşlerden doğabilecek sorumluluklar tamamen şahsıma ait olup mensubu olduğum Katolik Kilisesi'ni ve ilgili müesseselerini hiçbir şekilde bağlamamaktadır.
Katolik Cizvit Peder, Papalık Güney İtalya Teoloji Fakültesi, Ahlak Teolojisi Yardımcı Doçent